Kul Himmet’in dizeleri düşürdü aklıma bu kavramı. “Seyyah olup şu âlemi gezerim / Bir dost bulamadım, gün akşam oldu” diye başlayan türküde hani, “Kendi efkârımca okur yazarım” der ya ozan. Kendi efkârınca okuyup yazmaya takılıp kalmıştım. Kendi düşüncelerini dile getirdiğini, kendi düşüncelerine göre okuyup yazdığını söylüyordu. Efkâr, fikir sözcüğünün çoğulu çünkü; düşünceler demek. Daha doğrusu Kul Himmet’in zamanında, yani on altıncı yüzyılda öyleymiş anlamı. Peki şimdi...
Bir sorun kendinize bu sözcüğü duyduğunuzda aklınıza nelerin geldiğini. Ben sordum.
“Kara gözlüm efkârlanma, gül gayrı
İbibikler öter ötmez ordayım,
Mektubunda diyorsun ki gel gayrı
Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım”
Bekir Sıtkı Erdoğan’ın bu şiiri geldi ilkin. Ne diyor? “Düşüncelere dalma” da diyor bir yandan sanki ama daha çok “Üzülme kara gözlü sevgilim; kederlenme, en kısa zamanda geleceğim,” diyor. “Bugün benim efkârım var” diyen türküdeki anlam da bu: tasa, sıkıntı...
Nasıl olmuş da “efkâr” sözcüğü, “fikirler, düşünceler” anlamından “tasa, kaygı, sıkıntı, üzüntü” anlamlarına kaymış? Akıl sağlığımızı korumak için bizi düşünmekten alıkoymaya çalışan büyüklerimiz, onların düşünmemeyi salık veren sözleri mi kaydırmış efkâr sözcüğünün anlamını bu kadar? Ne çoktur öyle sözümüz değil mi? “Düşün düşün...” diye başlayıp sonunda işlerin sarpa saracağını söyleyerek bizi uyaranından “kafayı yeme” tehlikesine dikkat çekip, fazla düşünmemeyi önerenlere kadar. Yenilerde duymuşluğum da var. Gencecik bir sesin söylediği ezgide kulağıma çalınmıştı geçenlerde: “Düşünme hiç neden diye, yorulma.” Yorulmamak için, kafayı yememek için, düşünmekten kaçmaya çalışmışız hep. Niye korkuyoruz düşünmekten bu kadar? Tam da bu düşünülmeli aslında ama şimdilik “efkâr”da kalalım biz; bu sözcükteki ilginç anlam kaymasına odaklanalım.
Düşünme, düşünce kavramlarıyla ilgisi ‘kamuoyu’ kavramının eski dildeki karşılığı olan “efkârıumumiye” gibi birkaç eski söyleyişte kalmış yalnızca. Düşünceler anlamına geldiği neredeyse unutulmuş, daha doğrusu biz unutmaya çalışmışız ve başarmışız unutmayı. Yeni yüklediğimiz anlam çok ilginç ve tümüyle bizim toplumumuza özgü bir ruh halinin adı. Demin anlamlarını, “tasa, kaygı, sıkıntı, üzüntü” diye saydım (Sözlük öyle diyor çünkü). Oysa “efkâr”a verdiğimiz anlam bunların hiçbiri değil.
Basan bir şey “efkâr”. Dağıtılması gereken. Uçucu, kaçıcı ama uçmayan, çöreklenen, kapkara değilse de epeyce esmer, adı konamayan bir duygu, Üzüntü değil, keder değil, acı hiç değil. Üstünüze ne zaman, nerede çökeceğini de başınızdan nasıl savacağınızı da bilemediğiniz bir ruh durumu. En yakın düştüğü kavramların eski dilde daha yakın karşılıkları bulunabilir. Biraz “hüzün” demek olabilir, azıcık “elem” ya da Ahmet Haşim’in anlamayanla tanış olamayacağını söylediği “melal”. Şimdilerde sanırım “depresyon” alacak “efkâr” sözcüğünün yerini. Ne de olsa efkârdan daha havalı ama bana sorarsanız o da tam karşılamıyor anlamı. Batı’da en yakın karşılığı “melankoli” olabilir. Ancak başka dilde karşılığını aramak boşuna. Baksanıza Türkçede başka hangi sözcükle ifade edilebilir diye aranıyorum deminden beri, bir karşılık bulamadım. Nedensiz basan bir iç sıkıntısı. Nedeni olmadığı gibi, ilacı da yok. Kendiliğinden geçmesini beklemekten başka çaresi de yok. Tümüyle bize özgü olan bu durumu gerçek anlamından koparıp aldığımız, aslını, neslini çoktan unuttuğumuz bir sözcükle ifade etmişiz. O zaman başka dilde karşılığı olmamasına niye şaşmalı? Durum bu kadar bize özgüyse sözcük de bize özgü olacak tabii.
Türkçe notu: “Efkâr” sözcüğünü bahane edip Türkçenin ünlü “şapka” sorunsalına değinelim. “Şapkalar kalktı” diyenlere inanmayın. “Efkâr”ın şapkasını koymasaydım Arapça “fakr”dan (yoksul olmak) gelen “çok fakir, muhtaç” anlamında başka bir sözcük olurdu. Tıpkı “kâr”ın şapkasız olması durumunda “kar”a, “hâlâ”nın “hala”ya dönüşeceği gibi. Böyle yazılışları aynı, okunuşları ve anlamları farklı sözcükleri ayırt etmede bu işareti kullanmaktan başka çaremiz yoktur. Bir de efkâr, kâğıt, dükkân, mekân, rüzgâr, yekûn’daki gibi, k ve g’den sonra gelen a’ların, u’ların üstüne konması gerekir. O sesleri ince ve uzun okutmanın da başka çaresi yoktur.
Beş-altı yıl önce ne çok duyardık Bağdat adlı şarkıyı. Belki de sadece “Sora sora Bağdat bulunur” deyişine bir gönderme yapılıyordu ama benim aklıma o zaman da gelirdi, bugün duyunca yine geldi. Bu şarkının sahipleri Münir Nurettin Selçuk’un ünlü bestesi “Âşığa Bağdat sorulmaz / Ufukları aşar, gider,” şarkısına gönderme yapmak için mi, “Ben Leyla’y ...
Bilmem yalan bilmem doğru, Louis Aragon diyesiymiş ki: “Giden geri dönüyorsa sevdiğinden değil, daha iyisini bulamadığındandır.” Bu sözü öğrendikten sonra aşağıdaki şarkıda konuşan kişinin gerçekten sizsiz yapamadığına inanır mısınız? “Kaç kere yemin ettim Kaç gönüle de girdim Sensiz yapamıyorum Bak yine geri geldim.” Söz ...
Dün akşamüstü mutfaktayım. TRT Nağme açık. Kız kardeşim bende. Akşam yemeğinde eşi de bize katılacak. Bir yandan akşam yemeği için hazırlık yapıyorum, bir yandan kız kardeşimle söyleşiyoruz. Benim kulağım her zamanki gibi radyoda. “Minicik eller” lafını duyunca, “Çocuk gelinlere giden yol buralardan geçiyor,” dedim. Kardeşim karşı çıktı. O da dinli ...
Bir yandan internette dolanıyorum, bir yandan kulağım şarkıda. “Arzular bir şelale / Işık saçar hilale / Gül karanfil ve lale,” diye gidiyor sözler. Dinlemeden, anlamaya çalışmadan yapamıyorum. Ne diyor? Tamam, “Ne güzel şey yaşamak!” diye bağlayacak ama bunlar ne? Hilale kim ışık saçıyor? Gül, karanfil ve lale ne arıyor hilalin ve şelalenin yanınd ...
Size de olur mu; sabah bir uyanırım, zihnimde bir şarkı... Bütün gece birileri başımda o şarkıyı söylemiş sanki. Bu sabah uyandığımda, “Gecenin en siyahında / Umudun bittiği yerdeyim,” diyen şarkı, sessiz bir plak gibi dönüp duruyordu kafamda. Neydi bu, diye bir süre düşündüm: Bir dizi filmin müziğiydi. Gösterildiği zaman dizisi de müziği de ç ...
Şarkının sözlerini okudukça görüntü bir tablo gibi canlanacak gözünüzde. Utangaç bir genç hanım... Gözlerini süzüp duruyor. Şair de ona sesleniyor: “Süzüp süzüp de ey melek o çeşm-i nim-habını, Neden ya rağbet etmemek dağıtmağa sehabını?” Ey melek yüzlü güzel, yarı uykulu gözlerini süzüp duruyorsun ama neden şu bulutlu (efkârlı) ...
Siyaset ortamı gergin, gündelik yaşam koşulları ağırlaştıkça ağırlaşıyor; kimsenin gülecek değil, gülümseyecek hali kalmadı. İçki zamlarıyla terbiye edildiğimiz için teselliyi kadehlerde aramak çok pahalı. En iyisi biz yine şarkılara dalalım, oralarda avunalım. “Unut beni, kalbimdeki hicranla yalnız kalayım,” diyor güfte şairi, biz de buradan b ...
Hacı Arif Bey’in, “Muntazır teşrifine hazır kayık,” şarkısını ne zaman duysam Yahya Kemal’in Mahurdan Gazel şiiri gelir aklıma. Ezberimizde olan, birçoğunu Münir Nurettin Selçuk’un bestelediği ünlü şiirlerinden biri değil, şairin “Eski Şiirin Rüzgârıyle” adlı az bilinen kitabından. Şöyle başlıyor: “Gördüm ol meh dûşuna bir şal atıp lahurdan ...
Müzik beğenisi yaşa göre değişir mi? Değişiyor sanırım. Türkçe “Off”u yazarken pop müzik denen hafif şarkılardaki Türkçe hatalarına sinirlendiğime göre onları dinliyormuşum demek ki... Artık dinleyemiyorum. En çok, “sanat müziği” kapsamına giren şarkıları dinliyorum şimdi ve doğal olarak onlara sinirleniyorum. Güfte yazarlarının işlerini hafife alm ...
Ne izlenimlermiş; anlata anlata bitiremedin, diyor musunuz? Ben kendime çoktan dedim de notların son bölümünü paylaşmadan bitirmek istemedim. Uzaklarda yaşanan bir efsane gibi olmasın ABD. Bize benzeyen yanlarını da bilelim Amerikalının benzemeyen yanlarını da. Örneğin bayrak... En az bizdeki kadar yaygın. Her yerde, resmi olan-olmayan pek çok ...
ABD, zengin bir ülke ama kapitalizm, zenginliğin eşit dağılımını asla sağlamıyor. Büyük kentlerde daha çok olmak üzere her kentte, elinde yazılı bir mukavva parçasıyla yol kıyısında dilenenler de çok; tüm eşyasını bir bisiklete ya da alışveriş arabasına doldurmuş, sokaklarda yaşayan evsizler de. Bunları koruma altına alan yasalar olduğunu hiç sanmı ...
ABD’ye her gidişimde gördüklerim, duyduklarımla kendi yaşamımızı karşılaştırmadan edemiyorum. Ülkece sıkı bir Amerikan takipçisi / taklitçisi olduğumuz halde Amerikalının nasıl yaşadığını pek bilmiyoruz. Amerikalı bizi biliyor mu, diyeceksiniz. Bilmiyor, merak da etmiyor. Sıradan bir Amerikalı için Türkiye, herhangi bir Ortadoğu ülkesi. Yalnız Türk ...
2003’ten beri her yıl olmazsa yılaşırı geldiğim ABD’ye bu kez küresel salgından dolayı 2018’den beri gelememiştim. O zamandan bu yana ABD’de değişen bir şey yok. Bizde de olmadığı gibi. Onlar yiyip içip eğleniyor; bizler durumumuza bakıp “Ne olacak bu memleketin hali?” diye dertleniyoruz. Kızım yirmi yıldır ABD’de yaşıyor. İki de torunum var ve ...
“Kapın çalındıkça,” denir; “kapın her çalındığında,” denir ama “kapın her çalındıkça” denir mi? “Kapın her çalındıkça, ‘O mudur?’ diyeceksin”diye başlayan şarkıyı söylüyorum. Duya duya alışıldığı için yadırgatıcı gelmiyor ama aynı yapıyı başka sözcüklerle kuralım: “İnsan her bakındıkça...” Olmadı değil mi? “Ağaç her göründükçe...” I- ıh! “Saçlar he ...
Türkiye Cumhuriyeti 98 yaşında... Cumhuriyetin bize sağladığı ve kendimizi hep sahibiymişiz gibi hissettiğimiz kazanımları anımsamanın tam sırası. Özellikle o kazanımlar birer birer elimizden alınmaya çalışılıyorsa... Ümmettik, sayesinde birey olduk. Fetvalarla, günahlarla, korkularla yönetiliyorduk; dini koruyanın da laiklik olduğunu öğrendik. ...
Kimi sözcüklerin yaşamımızdan çıkması çok üzücü. “Melal” sözcüğü mesela... Uzaktan tanıdığım bir dostun ölümü gibi gelir bana bu sözcüğün kaybı. Hani O Belde şiirinde Ahmet Haşim, “Melali anlamayan nesle aşina değiliz” diyordu ya, kastettiği, yaşadığı dönemdeki gençliğin duyarsızlığıydı. Melal denen duyguyu yeterince hissetmiyor olmakla suçluyordu ...
“Doğuyor ömrüme bir yirmi sekiz yaş güneşi Bir kuş okşar gibi sen saçlarımı okşarken Koklarım ellerini gülleri koklar gibi ben Avucundan alırım kış günü bir yaz güneşi” Ne güzeldir Cenap Şahabettin’in bu dizeleri... Ama ben üstünde durulacak bir şeyi illa ki bulurum. Bu dörtlükte de ikinci dizeye takıldım. Sevgili, şairin saçlarını ...
Ortalık toz duman, bir yanımız selle boğuşurken öbür yanımız alev alev. “Türkiye yanıyor, canlar gidiyor, bu kadın da şarkılara takmış kafayı, o sözün anlamı, bu şarkının yanlışı diye durmadan şarkıları konu ediyor,” diye düşünen, neden boyuna şarkılardan söz ettiğimi merak eden vardır. Şarkılara sarılmamın nedeni tam olarak bu işte! Bir yanımızın ...
“Acaba sen misin,” diye başlayan bir sözün (diyelim şarkının) nasıl devam edeceğini aşağı yukarı kestiririz değil mi? Ya “yoksa başkası mı,” diyecektir, ya “bir yabancı mı,” diye soracaktır. Çoğumuzun bildiği, sevdiği bir şarkı. Ben de çok severim. Belki de şimdi anlatacağım huysuzluk bu şarkıyı çok sevdiğim için. Şarkının TRT Nağme’de, “Acaba sen ...
Engellilerle aşk yaşamaya hevesli kişiler varmış. “Akrotomofil (acrotomophile)” deniyormuş bunlara. Sanırım ele alacağımız şarkıda duygularını dile getiren de böyle biri. Elleri olmayan bir kadınla aşk yaşamayı hayal edip dururmuş. Sonunda bulmuş aradığı aşkı. Bulunca da hiçbir özveriden kaçınmamış. Nesi var nesi yoksa satmış savmış, görkemli bir d ...
Pilli, küçük bir radyom var. Hep mutfakta durur, ben de mutfağa girdim mi dolaptan ya da musluktan önce onu açarım. Havanın, rüzgârın durumuna göre istasyonun kaydığı, Arapça yayınların karıştığı olur ama genelde TRT Nağme’ye ayarlıdır. Radyom güzel güzel çalıyorsa kulak vermeden yapamam. Onunla yetinsem yine iyi... Bir de duyduğumu anlamaya, anlam ...
Yine ve hâlâ şarkılardayız. Bu kez hem şarkılarda hem türkülerde sıkça geçen feleğin peşine düşeceğiz. Yanılma payımı saklı tutarak söyleyeyim: Başka bir dilde ve dinde karşılığı bulunduğunu sanmıyorum. Dinlerde çeşitli adlarla anılan Tanrılar var, şeytan var, kader, talih, alınyazısı gibi kavramlar var ama felek? Kim, diye sordum çünkü bir insan g ...
Şarkılar zaten kadınlara yazılır, kadınları anlatır, diye mi düşünüyorsunuz? Yanılıyorsunuz. Bütün kadınları anlatmaz; tek kadını anlatır. Bütün şarkılarımızda anlatılan o tek kadın nasıl biridir? Bakalım birlikte: Saçının bir teline bile hasret çektiren, bir buseyi sevdiğine çok gören bir kadındır. Hep özlenen, çok özlenen, kavuşulmayandır. Vus ...
Ölümden söz edeceğim ama çevremizi kuşatan, her an haberini almaktan korktuğumuz gerçek ölümden değil. Şarkılarda geçen şakacıktan ölümlerden... Tam da bunu soracağım: Neden bu kadar çok “ölüm” lafı ediyoruz? Hem de hiç gerekmezken, durup dururken... Şarkılarla bir süre daha uğraşacağım. Hani Cahit Külebi, ölümünden iki yıl önce bir konuşmada “Y ...
Viyana Filarmoni Orkestrasının yeni yıl konseri (1 Ocak 2021, TRT 2) olağanüstüydü. Şef Riccardo Muti’nin arada söyledikleri ise beni şaşırttı ve düşündürdü. Müziğin yalnızca bir eğlence aracı olmadığını; barış, huzur, aşk gibi pek çok duyguyu ilettiğini belirtti Muti, daha sonra da müziğin daha iyi bir toplum yaratma görevinin bulunduğunu ve sağlı ...
Şair ve yazarları futbol takımı tutar gibi ya benimsiyoruz ya da reddediyoruz. Nâzım Hikmet’i sevenin Necip Fazıl’dan nefret etmesi gerek, Necip Fazıl’ı sevenin ise Nâzım Hikmet’i sevmesi yasak! Mehmet Akif ile Tevfik Fikret arasında da var böyle bir taraftar çekişmesi. Oysa sanatta sık sık anımsanacak ilke, sanatçının kendisinin değil, yapıtının d ...
Pencereden bakmak ne güzel şey! Önünüzden yaşamlar akıp geçer. Biraz hayal gücünüz varsa kim olduklarıyla, nasıl yaşadıklarıyla ilgili öyküler uydurursunuz gelip geçenlere. Yoksa? Yoksa giyimine kuşamına bakarsınız. Ekose bir ceket giymiş örneğin. Sizin de vardı öyle bir ceketiniz. Sahi, ne oldu ona? En son Ayten’in kızının nikâhında giymiştiniz. Y ...
Türkçeye özgü sözcüklerden biridir “gönül” ve en eski sözcüklerimizdendir. Divan-ü Lügat-it-Türk’te “gönül, kalp, yürek; anlayış” anlamlarıyla “könğül” diye geçiyor. Batı dillerinde karşılığı yokmuş. “Redhouse Türkçe - İngilizce Sözlük”e baktım. Gönül sözcüğünün karşısındaki anlamlar heart (kalp) ve mind (akıl). Oysa biliyoruz ki gönül, kalp de değ ...
Televizyonda bir bilgi yarışmasına rastlarsam takılıp kalıyorum. Gençler çıkınca bende bir gerginlik! Oturduğum yerden, “Ne olur bil! Hadi... Göreyim seni,” diye yüreklendirmeye çalışıyorum yarışmacı genci. Ama olmuyor. İşte güzeller güzeli bir kızımız... Modellik yapıyormuş, yüksek okul mezunu. En yükseği hedeflediğini söylüyor. Kendisine güveni t ...
“Sac, düzenin bulur; hamur tükenir. İş, düzenin bulur; ömür tükenir.” Bu ölçülü uyaklı iki dize, Denizli yöresinde söylenen bir sözmüş. Tam işleri yoluna koyarsınız, geçiminizi sürdüreceğiniz geliri sağlar, evinizi edinir, çoluğunuzu çocuğunuzu yetiştirirsiniz bir de bakarsınız ki “ömür” dediğiniz yaşam süresinin sonuna varmışsınız. Gerçekten ...
Kimi şarkı sözlerine uydurulan öyküler vardır; birinden birini duymuşsunuzdur. Melahat Pars konservatuvarda hocaymış, bir öğrencisi ona âşık olmuş ve bir gün aşkını itiraf etmiş. Melahat Pars evine gittiğinde ilham gelmiş, sabaha kadar çalışmış ve bir beste yapmış: “Ben gamlı hazan, sense bahar; dinle de vazgeç / Sen kendine kendin gibi bir taze ba ...
Tamam, tamam, tümü değil. Kahramanlık türküleri, deyişler, av ve avcılık üstüne söylenmişler hariç,türkülerin çoğu kadınlarındır. TRT’nin verdiği adla, Türk Sanat Müziği, şarkılardan oluşur. TRT’nin neden öyle bir ad verdiği de tartışılır aslında. Sınıflandırmak için adlandırmak gerekir elbette ama ad kapsayıcı olduğu kadar sınırlayıcıdır da. Bir t ...
Hayır, ben korona virüsünden söz etmeyeceğim. Ömer Seyfettin’i anımsatmak istiyorum okurlarıma. Çünkü 2020, ölümünün yüzüncü yılı. Adını en çok bildiğimiz edebiyatçımızdır kendisi. Ders kitaplarında çok yer almıştır, kitapları çok basılmıştır; ilkokulda değilse ortaokulda onun birkaç öyküsüyle karşılaşmışızdır. Yine de onu ne kadar tanıdığımızı bir ...
Dünya EMEKÇİ Kadınlar günü geçtikten sonra kadın konunda konuşulmaz, yazılmaz mı? Her şeyi göze alıp sakıncalı birkaç soru sormanın zamanı hiç gelmeyecek mi? Nikâh kaydı, kadının bir erkeğe zimmetlenmesi midir? Bir çeşit tapu kaydı yerine mi geçer? O kayıt düşüldükten sonra kadının her türlü hareketinden artık onu zimmetine geçiren erkek mi soru ...
Ahmet Haşim böyle diyor Frankfurt Seyahatnamesi’nde. Yıllar önceki okumamdan aklımda yalnızca bir Fransız dostunun Haşim’e, “Sizin sonbaharınız olamaz,” demesi kalmış. Ağaçlarımız az, sonbaharda dökülen yapraklarımız yetersizmiş çünkü.“Yalan,büyük bir kıymettir,”diye başlayıp anlattıklarını, sözü yeniden Almanya izlenimlerine getirmesini beklemenin ...
Ürkek adımlarla basamakları inmeye çalışan, 2-3 yaşlarında bir çocuk ve o merdivenin başında kollarını kavuşturmuş onu izleyen bir kadın: annesi! Bu tabloyu görseniz kadını tanımasanız bile, yakın komşunuz, akrabanız, arkadaşınız, tanıdığınız falan olmadığını kolayca tahmin edersiniz. Doğrusu ben de hiç tereddüt etmeden o kadının yabancı olduğunu s ...