Dünyanın Kasım’a (ve bize) görünüşü, işitilişi, anlatılışı

29 Temmuz 2021 - 07:03

Bu sütunda geçen ay yayımlanan “Edebiyatın Efkârı” başlıklı yazımda edebi metnin ne anlattığı kadar nasıl anlattığının ve bu ikisi arasındaki bağlantının önemine değinmiştim. Eleştiri kaygısı olmaksızın bir metni okuyanlar için de üzerinde durulması gereken bir husus bu. Bir edebiyat metni üzerine konuşmak, beğeni ya da hoşnutsuzlukları ifade edebilmek için de böyle bir bakış önemli. Neden önemli olduğunun yanıtı çok basit. Bir kitaptan söz ederken onun konusunu ya da özetini aktarmak çok zaman o kitap hakkında bir şey söylemek anlamına gelmez. Aynı konuda ya da benzer biçimde özetlenebilecek çok kitap vardır. Sıkça rastlanabilen bir kalıp: “Orta sınıf yaşantısının sıkıntıları.” Günümüzde yayımlanan ne çok roman ya da öykü kitabı için söylenebilir bu. Bir edebiyat metni hakkında söz söylemeye kalktığımızda (iki arkadaş arasındaki sohbette dahi olsa) o metnin biricikliğine işaret etmediğimizde pek bir şey söylemiş olmayız. (Bütün gücü, olay örgüsüne dayanan bir metinde bile özetlemek yeterli olmaz, özet metin kadar sürükleyici olmayabilir.)

Meseleyi bir örnek üzerinden sürdürmek daha uygun. Geçtiğimiz ay yayımlanan Sema Aslan’ın etkileyici romanı “Dünyanın Kasım’a Görünüşü” (İletişim Yayınları) hakkında konuşmaya kalktığımızda salt olayları anlatmakla yetindiğimizde neler söylemiş oluruz? Oğulları cezaevinde olan Nurcan’la Kasım’ın bekleyişleri, Kasım’ın üst makama yazdığı dilekçeler. Komşularının kızı Suzan’ın, başka insanların ve Kasım’ın hikâyesini dinledikten sonra Kasım’ın oğlunun da suçlandığı gibi, Güzey denilen yeri bulmaya karar vermesi ve başlarına gelenler. Kabul ediyorum, bu kadarı bile ilgi çekici. Özellikle Güzey bahsi ve edebiyatın üzerinde az durduğu güncel siyasete, sessizlikle geçiştirilen acılara dair bir roman olması. Aslan’ın romanını etkileyici kılan bunlardan ibaret değil, Kasım’ın hikâyesinin nasıl anlatıldığına bakmak gerek.

Yağmurlu bir sahneyle açılıyor roman, rastgele bir tercih olduğunu sanmıyorum. Yağmur roman boyu sürmese de sağanağın neden olduğu görüş mesafesindeki azalma ve bulanık havanın (“Her şey bulanık, titrek.”) romandaki hâkim atmosfer olduğu söylenebilir. Bu neden önemli? Katı, güncel gerçeklikle gerçekliğin eğilip büküldüğü anlatı tarzının iç içe geçebilmesine imkân tanıyor bu atmosfer. Kuşkusuz, Aslan’ın anlamını hemen ele vermeyen cümleleri de bir o kadar önemli. Kasım’la Nurcan’ın diyalogları çok gerçekçi, anında karakterleri gözümüzün önüne getiriyor, seslerini ve duygu durumlarını bize duyuruyor. Beri yandan romanın anlatıcısının ve bazı bölümlerde kendi hikâyesini anlatan Suzan’ın sesi daha farklı. Şiirsel ve masalsı denebilecek bir tınısı da var bu sesin. Olağanüstü şeyler anlatmıyor, çoğu kez hareketleri, durumları düpedüz aktarıyor, ucu bucağı olmayan benzetmelerle bezenmiş bir doku da yok, ama öyle ayrıntılara odaklanıp bu ayrıntıları birbirine bağlıyor ki cümlelerin anlamı açılıp çoğalıyor. “Kasım gözlerini ve kulaklarını düzenli olarak dışarıya saldığı için etrafında insanların yaşamakta olduğundan emindi. Her seferinde gözleri bir insana, kulakları bir sese değip kendisine dönüyordu çünkü.” Alabildiğine basit, ama hayli yüklü bu iki cümle başka bir metnin içinde pek dikkat çekmeyecekken burada yapıtın nirengi noktasını işaret ediyor gibi. Sesler ve görüntüler ön planda romanda. Sesler (anlatının sesi ve anlatılan sesler), bütün nüansları, pürüzleri, hımhımlarıyla; görüntülerse, titreklikleri ve iç içe geçişleriyle. Beri yandan yoklukları da işin içinde. “Cengizleri ve Kasımları dibekteki tahıl gibi döven, dövüp de onları canla başla un ufak etmeye uğraşan her kimse, esinini sessizlikten almıştı[r]” çünkü.

Roman, “Dünyanın Kasım’a Görünüşü” olduğu kadar işitilişi de. Aynı zamanda dünyanın anlatılışı da. Suzan’ın Kasım’ı dinleyişi; dinlenen (“okunan” da diyebiliriz) her hikâyenin bizim hikâyemizin de bir parçası olması; hikâyelerin içimizde yarattığı engebeler...  Her birimizin hikâyesinin apayrı, biricik ama bir o kadar da birbirine yakın olduğunu duyuruyor Sema Aslan; bu yakınlığın farkına varmanın dünyanın görünüşünü alabildiğine değiştirdiği gibi, can da yaktığını. Romanda zaman yarılıp ikiye ayrılabiliyor, biri akarken öbürü sürekli aynı anda. Ya da ülke yer değiştirebiliyor. Dünyanın ve insanın engebeleri eksilip düzleşebiliyor. Bunları hissetmemizi, anlamamızı ve kabul etmemizi sağlayansa romanın “nasıl” anlatıldığı. Daha önemlisi, bu “nasıl” bizim dünyamızdaki “ne”yi de dönüştürüyor. Örtük ya da açık göndermeleriyle “dünyanın bize görünüşüne” işaret eden kelimeler ve kavramlar da verili anlamlarına hapsolmaktan çıkıyor, zaman gibi onlar da büzülüp genleşebiliyor, kavrayışla aldanış, beklemekle hareket etmek yer değiştirebiliyor.

Yazarın Diğer Yazıları

“İnsan yaşadığı yere benzer”

İki yıldır yazdığım Gazete Kadıköy’deki son yazım bu. Değişiklikte ferahlık olacağı düşüncesi ve aynı işi sürekli yapmanın neden olduğu tekrara düşme kaygılarıyla kendi isteğimle verdiğim bir karar bu. Duydukları güvenle bu köşeyi bana açan gazetenin yönetici ve editörlerine teşekkürlerimi sunuyorum. Hatırlayanlar vardır, buradaki ilk yazımda “K ...

Öykünün kısalırken genişleyen hacmi

Edebi türler arasında adı konmamış bir hiyerarşi var gibi, özellikle romanla öykü arasında. Edebiyatla yakından ilgilenenler için bu aslına bakılırsa eskimiş bir konu. Öykünün bir edebi tür olarak son 10-15 yılda eskisine göre daha muteber görüldüğü yadsınamaz, yıl içinde yayımlanan öykü kitaplarının sayısı, üstelik bunların arasında ilk kitapların ...

Devam edebilmek için derinleşmek

Yapageldiklerimiz bazen bize çok anlamsız görünür. Masa önceki gün oturduğumuz masa değildir, bilgisayar ekranı, defter, pencereden görünen sokak, binalar büsbütün değişmiş gibidir – neyin değiştiğini bilmesek de. Kaldığımız yerden sürdürmenin ya da yeni bir işe girişmenin fikri bile dehşete düşürür. Devam etmek zorunda olduğumuza dair kendimize ya ...

Edebiyat ve yepyeni insan

Ülkemizde pek çok mesele tartışılırken ucu çok kolay ırkçılıkla buluşabiliyor. Bu yaz hem Afganistan meselesinde hem de iklim krizinin neden olduğu yangınlarda buna yeniden tanık olduk. Colson Whitehead, geçtiğimiz aylarda televizyon dizisine de uyarlanan, Yeraltı Demiryolu romanında (Siren Yay., 2017, çev: Begüm Kovulmaz), köle olarak çalıştırı ...

Sırlar

Hayatlarımızda sırların tuhaf işleyen bir mekaniği var, küçüklerini çözerek büyüklerine varılmıyor, en büyüğü sır değil, muamma zaten, belki de skandal, bilmiyoruz. Beri yandan, en büyük sırlara vâkıf olsak bile (mümkün olsa böyle bir şey) gündelik hayattaki sırlar karşısında pekâlâ boynu bükük kalabiliriz. Sayısız bilinmezlik, belirsizlikle çevril ...

Edebiyat metninin efkârı

Eleştiri, bize sadece bir edebiyat metnini derinlemesine okumayı ya da çözümlemeyi öğretmez, onu sevmeyi, ondan haz almayı da öğretir. Bir metnin açıldığı alanların çokluğunun farkına varmak alacağımız hazları da artırır. Sevmekle bilmek arasından yakın bir bağ olduğu genellikle göze ardı edilir. Bunun nedeni, sanırım, bilmek dendiğinde akla hemen ...

“Anılarda Sait Faik”

Bir yazarın yapıtlarının değerlendirilmesinde hayat hikâyesinin ne kadar yeri vardır ya da olmalıdır? Edebiyat eleştirisiyle ilgili çokça tartışılan konulardan biridir bu. Sadece metne önem verilmesini önerenler de var, metni yazarın özyaşamı gibi didikleyenler de. Eleştiri ekollerinin farklı yanıtları söz konusu, ama bazı yazarlar var ki onların m ...

“Olaylar”

Kıyamet sonrasına dair anlatılar bilimkurgunun ilgi çeken alt-türlerindendir. Çoğunlukla “kıyamet” ânında neler yaşandığı, o noktaya nasıl gelindiği değil, her nasılsa sağ çıkanların yeni bir hayatı nasıl kuracakları ele alınır – bazen de yeni bir “hayat” kurulmuştur, bu “hayat”ın dışında bırakılmışların sağ kalma mücadeleleri odaktadır. Yaşananlar ...

Edebiyat ve çalışma hayatı

Edebiyat yapıtlarında başlarından geçenleri takip edip iç dünyalarına konuk olduğumuz karakterlerin geçimlerini nasıl sağladıklarından söz edilmemesi zaman zaman eleştirilir. Bu konunun edebiyatçılarca ihmal edilmesi pek çok anlama gelebilir. Sanırım en başlıca neden çalışma hayatında hikâye etmeye değecek bir şeyler bulunmadığının düşünülmesi. Bir ...

“Arkası Mutlaka Gelir”

Siyasetten, özellikle güncel siyasetten söz etmenin edebiyata zarar vereceği, mesaj kaygısının estetik arayışın önüne geçeceği kanısı hayli yaygın. Kişisel gözlemim, özellikle siyasetle yakından ilgilenmiş kişilerin bunu daha sık dile getirdikleri yönünde. Bunda sanırım siyasetin hemen her şeyi kolayca araçsallaştırdığını yakından görmüş, deneyimle ...

Bir dönüşememe romanı: “Sarhoşların Perşembesi”

Şehrin yaşadığı dönüşümün neden ve sonuçları edebiyatçıların her zaman ilgisini çekmiştir. Özellikle bu dönüşümün hızlandığı dönemlerde zihniyetlerin, ruh hallerinin ve pratiklerin aldığı yeni haller çok cazip gelmiştir. Aklıma ilk gelen örnek Oktay Akbal’ın “Garipler Sokağı” romanı. 1950’de yayımlanan bu romanda olaylar iki mezarlığı köprü gibi ba ...

“Sen ve Kendin”: Yumağın köşeleri

Elli yılı aşkın süredir Kadıköy’de oturan Necati Tosuner Türkçenin yaşayan en önemli yazarlarından. Dokuz öykü, sekiz roman ve yedi çocuk kitabı yayımlanmış olan Tosuner’in geçtiğimiz ay yeni bir romanı yayımlandı: “Sen ve Kendin” (İş Kültür Yay.) 2017-2018 yıllarında yazılmış olan bu romanın tam da bugünlerde yayımlanması çok anlamlı. Evden çıkmay ...

Sabahattin Kudret Aksal’ın öyküleri

2020, uzun yıllar Kadıköy’de yaşamış şair, tiyatro yazarı ve öykücü Sabahattin Kudret Aksal’ın yüzüncü doğum yılı. Tahmin ediyorum, salgın olmasaydı bu önemli edebiyat insanını anmak ve yeni kuşaklara tanıtmak için yıl içinde daha çok etkinlik yapılırdı. Yine de az değil yapılanlar: “Kitap-lık” dergisi Mart-Nisan 2020 sayısında dosya yaptı Aksal iç ...

Mülteci çocuklar

Ne yazık ki mülteci çocuklara yönelik ırkçı saldırılarla ilgili haberler eksik olmuyor. Geçen ay Samsun’da 16 yaşında bir çocuk öldürüldü. Ülkeye hâkim aşırı milliyetçi hava ve kimi çevrelerin mültecilere yönelik nefreti çoğaltan söylemlerinin etkisi büyük bunda. Geçen ay Orhan Kemal Roman Ödülünü aldığı törendeki konuşmasında Ayhan Geçgin, “insanl ...

Tevfik Fikret’in toplu hikâyeleri

Lise edebiyat dersi müfredatının öğrencileri edebiyattan soğutmaktaki üstün başarısından olsa gerek edebiyat tarihinden isimler, öncü yapıtlar ortaya koymuş, edebiyatın akışını değiştirecek dergiler yayımlamış ya da akımlar oluşturmuş da olsalar günümüz okuru için pek önem taşımıyor – skandallarla dolu bir hayatı yoksa ve bu hayat çoksatar bir roma ...

Bir İstanbul yazarı: Osman Cemal

Osman Cemal Kaygılı, “Köşe Bucak İstanbul”daki (der. Tahsin Yıldırım, Can Yayınları, 2019) yazısında Kadıköy’ü “Bir Muharrir Yatağı” diye anar. 1931’de “Yeni Gün” gazetesinde İstanbul’un semtlerini ve oralardaki yaşayışları anlattığı yazı dizisi içinde yayımlanan yazısına Kadıköy’de yaşayan yazar ve gazetecileri tek tek sayarak başlar. Çoğunu, özel ...

Selçuk Baran’dan bir öykü ve bir oyun

Küresel Covid-19 salgını nedeniyle Mart ayında yayıncılık sektörü de kapandı. Yayınevi emekçileri büyük ölçüde evlerinden çalıştı. Yayımlanacak kitaplar ertelendi, basılmış kitaplar dağıtılmadı, hazırlanan tek tük yeni kitap çevrimiçi olarak sunuldu. Şimdilerde “normalleşme”ye başladık, bekletilen kitaplar satışta, yenileri yayımlanıyor. Kapanma ka ...

Orhan Kemal

Geçtiğimiz 2 Haziran günü edebiyatımızın anıt isimlerinden Orhan Kemal’in ölümünün ellinci yıldönümüydü. Tedavi için gittiği Bulgaristan’da ölümünden bir gün önce doktorlardan aldığı kâğıda şunları yazmıştır: “Eşe dosta selam. İnandığım doğruların adamı oldum, böyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımla yapmaya çalışt ...

1 Mayıs

Şehrin caddeleri, sokakları bomboş, dükkânların çoğu kapalı; sadece sokağa çıkma yasağı olan günler değil, öbür günler de… Hayat durmuş gibi. Birçok faaliyet çevrimiçi yollarla evlerden gerçekleştiriliyor olsa da, şehir hayatı eskisi gibi değil. Buna en çok sokak hayvanlarıyla martılar, kumrular şaşıyor olmalı. Beri yandan hayat durmuş değil; işler ...

Koordinatlarımız değişirken

William Saroyan’ın genç bir yazarın rehin verdiği daktilosuna yeniden kavuştuktan sonra yazdıkları şeklinde kurgulanmış, “Ben, Dünyada” başlıklı bir öyküsü var. Anlatıcı bir yandan edebiyat ve kendi yazma eğilimi üzerine, bir yandan da hayat ve varoluş üzerine düşüncelerini, duygularını aktarır hoplaya zıplaya. Öykünün başlığı meseleyi ortaya koyuy ...

Göçmen hemşeriler

Kadın, Kadıköy- Pendik minibüslerinin Söğütlüçeşme Caddesi’nden ayrıldıkları köşede iner inmez şoför söylenmeye başladı. Ne kadar çoğalmışlarmış, ne çok geliyorlarmış, yol boyu bilmediğimiz bir dilde konuşup durmuş. “Bunları Avrupa’da da Türkler için söylüyorlar,” demek geçti içimden ya, gerilimi artırmamak için sustum. Giderek daha çok rastlıyoruz ...

Bir Kadıköy’oğlu: Hulki Aktunç

Bahariye’deki kitapçılardan birinde çalışan genç arkadaşım Ezgi’ye geçenlerde Hulki Aktunç’un bir kitabını sorduğumda üzücü bir şey söyledi. “Uzun zamandır kimse Hulki Aktunç kitabı sormuyor,” dedi, “belki bir tek sözlüğünü…” Kadıköy’ü anlattığı kitabına “Bir Kadıköy’oğlu” adını vermiş, kendisini böyle tanımlamış, pek çok edebi türde –öykü, ş ...

Bahariye’den aşağı inmek

“Bahariye’den aşağı inilir mi! İndik işte! Bu gidişle daha nerelere ineceğiz?” Geçtiğimiz yıl tam metni Türkçede ilk kez yayımlanan ve yıl içinde okuduğum kitaplar arasında en iyisi olduğunu düşündüğüm Zaven Biberyan’ın “Karıncaların Günbatımı” romanından bu alıntı. Romanın başkahramanının annesi yoksul düştüklerini, artık Moda-Mühürdar hattında ...

ARŞİV