Edebiyat ve yepyeni insan

23 Eylül 2021 - 02:02

Ülkemizde pek çok mesele tartışılırken ucu çok kolay ırkçılıkla buluşabiliyor. Bu yaz hem Afganistan meselesinde hem de iklim krizinin neden olduğu yangınlarda buna yeniden tanık olduk.

Colson Whitehead, geçtiğimiz aylarda televizyon dizisine de uyarlanan, Yeraltı Demiryolu romanında (Siren Yay., 2017, çev: Begüm Kovulmaz), köle olarak çalıştırıldığı ABD’nin Güney’indeki plantasyondan kaçan Cora adındaki genç kadının başından geçenleri anlatır. Cora, roman boyunca ırkçılığın en sert ve gaddar uygulamalarından sözümona merhametli görünümlerine kadar farklı biçimlerine tanık olur. Romana adını veren “Yeraltı Demiryolu” gerçek bir olay değil, bir efsane. Güney’den Kuzey’e kaçan kölelere yardım eden beyazların teşkilatına bu ad verilmiş. Whitehead ise romanında bu efsaneyi gerçekmiş gibi kurguluyor. Roman boyunca yerin altından giden, köleleri Kuzey’e kaçıran bir demiryolu hattı ve istasyonlar anlatılıyor. Barış Özkul, K24’te yayımlanan “Köleliğin ve Özgürlüğün Renk Tanımazlığı” başlıklı yazısında, “Yeraltı Demiryolu” efsanesinin “Beyaz adam”ın hayırseverliğini ve üstünlüğünü meşrulaştırma görevi gördüğünü savunan tarihçiler de olduğunu belirtiyor, ama Colson Whitehead’in kurmacasındaki “yeraltı demiryolu” metaforu böyle bir iş görmez, aksine roman boyunca ısrarla bu demiryolunu kimin, nasıl inşa ettiği sorusu sorulur. Hatta romanın sonunda bir başka soruyla şu yanıt verilir. “Tünelde ilerliyor muydu yoksa onu kazıyor muydu? Pompa kolunu her indirişinde kayalara bir kazma, ray mıhına bir balyoz indiriyordu.”

Bir hayır hasenat değil, bir direniş, adanma ve dayanışma anlatısıdır “Yeraltı Demiryolu.” “Cora gibi kölelerin kurtuluşu için dünyanın karnında ter döken insanlar[ın], kaçakları evlerine buyur eden, karınlarını doyuran, onları sırtlarında Kuzey’e taşıyan, onlar için can veren insanlar[ın]” dayanışması ön plandadır. Bu dayanışmanın sonunda ulaşılan zaferse veciz bir şekilde ifadesini şöyle bulur: “Tünelin bir ucunda yeraltına inmeden önce olduğunuz kişi vardı, diğer ucunda yepyeni bir insan gün ışığına çıkıyordu.”

Edebiyat toplumu değiştirir mi? sorusuna verilen, çok sevdiğim bir yanıt var. “Evet, değiştirir, ama tek tek insanları değiştirerek.” Edebiyatın toplumsal meselelerle, sözgelimi ırkçılıkla, mülteci sorunuyla ya da iklim kriziyle pragmatist bir bakış açısıyla ilgilenmesi boşuna bir uğraş sayılabilir – edebiyat metinlerinin kaç kişiye ulaştığına bakmak bile bunu görmek için yeterli. Gelgelelim, edebiyat o metni okuyan insanı değiştirebilir, buna gücü yeter. Ayrıca edebiyatın iki özelliği daha var. İlki, herkesin hikâyesi anlatılmaya değerdir ve bu yaklaşım herkesi eşit kılar – edebiyatın eşitlikçi bir yanı vardır diyebiliriz. İkincisi, hikâyesi anlatılanlarla eşduyum içinde olmamızı sağlar, kendimizi başkasının yerine koyabilme yetimizi geliştirir.

ABD’nin önemli ödüllerinden olan Pulitzer kurgu ödülünü Whitehead, 2017’de ve 2020’de iki kez aldı. İlkinde Yeraltı Demiryolu’yla, geçen sene de bir sonraki romanı Nickel Çocukları’yla (Siren Yay., 2019, çev: Begüm Kovulmaz). Bu romanda da 1960’lı yılların başında, ırkçılığın ABD’de nasıl bir görünüm altında sürdüğünün hikâyesi anlatılır. Romanın başkişisi Elwood’un gönderildiği ıslahevindeki yaygın ırkçılığınsa kölelik zamanlarından neredeyse hiçbir farkı yoktur.

Nickel Çocukları’nda bir yerde geleceğin yavaş yaklaştığından, zamanın adeta durduğundan ve roman kişisinin zamanın hızlanmasını, mevcut hali geride bırakmasını beklediğinden bahsedilir. “Görmek istediği şey ten renginin ötesindeydi – ona benzeyen, yakını sayabileceği birini arıyordu. Başkalarının, aynı geleceğin yaklaştığını görenlerin onu kendilerinden biri saymasını istiyordu; gelecek yavaş yaklaşıyordu, tali yollara ve çıkmaz patikalara sapmaya meyilliydi.” Zamanın donması, geleceğin bir türlü gelmemesi ve hızlanmasının beklenmesi… Son yıllarda Türkçeye de çevrilen, mültecilerle ilgili iki romanda daha rastlarız bu temaya. Jenny Erpenbeck’in “Gitti, Gidiyor, Gitmiş” ve Valeria Luiselli’nin “Kayıp Çocuk Arşivi”nde. Her iki romanda da mültecilerin kaçtıkları, sığındıkları ülkede sadece bekledikleri, sürekli bekledikleri, zamanın ve hayatın askıda kaldığı vurgulanır.

Beri yandan, Nickel Çocukları, süreklileşmiş bir bekleme halinin anlatımı değil, böyle bir umutsuzlukla sona ermiyor, aksine hem romandaki olayları izleyen yirmi yılda ırkçılık karşıtlarının nasıl zaferler kazandıklarına dikkat çekiyor Whitehead, hem de bunun sürekli bir mücadele olduğunun altını çiziyor, mücadelenin ilk şartının da yüzleşmek ve hatırlamak olduğunu sezdiren bir kurguyla.

Yazarın Diğer Yazıları

“İnsan yaşadığı yere benzer”

İki yıldır yazdığım Gazete Kadıköy’deki son yazım bu. Değişiklikte ferahlık olacağı düşüncesi ve aynı işi sürekli yapmanın neden olduğu tekrara düşme kaygılarıyla kendi isteğimle verdiğim bir karar bu. Duydukları güvenle bu köşeyi bana açan gazetenin yönetici ve editörlerine teşekkürlerimi sunuyorum. Hatırlayanlar vardır, buradaki ilk yazımda “K ...

Öykünün kısalırken genişleyen hacmi

Edebi türler arasında adı konmamış bir hiyerarşi var gibi, özellikle romanla öykü arasında. Edebiyatla yakından ilgilenenler için bu aslına bakılırsa eskimiş bir konu. Öykünün bir edebi tür olarak son 10-15 yılda eskisine göre daha muteber görüldüğü yadsınamaz, yıl içinde yayımlanan öykü kitaplarının sayısı, üstelik bunların arasında ilk kitapların ...

Devam edebilmek için derinleşmek

Yapageldiklerimiz bazen bize çok anlamsız görünür. Masa önceki gün oturduğumuz masa değildir, bilgisayar ekranı, defter, pencereden görünen sokak, binalar büsbütün değişmiş gibidir – neyin değiştiğini bilmesek de. Kaldığımız yerden sürdürmenin ya da yeni bir işe girişmenin fikri bile dehşete düşürür. Devam etmek zorunda olduğumuza dair kendimize ya ...

Sırlar

Hayatlarımızda sırların tuhaf işleyen bir mekaniği var, küçüklerini çözerek büyüklerine varılmıyor, en büyüğü sır değil, muamma zaten, belki de skandal, bilmiyoruz. Beri yandan, en büyük sırlara vâkıf olsak bile (mümkün olsa böyle bir şey) gündelik hayattaki sırlar karşısında pekâlâ boynu bükük kalabiliriz. Sayısız bilinmezlik, belirsizlikle çevril ...

Dünyanın Kasım’a (ve bize) görünüşü, işitilişi, anlatılışı

Bu sütunda geçen ay yayımlanan “Edebiyatın Efkârı” başlıklı yazımda edebi metnin ne anlattığı kadar nasıl anlattığının ve bu ikisi arasındaki bağlantının önemine değinmiştim. Eleştiri kaygısı olmaksızın bir metni okuyanlar için de üzerinde durulması gereken bir husus bu. Bir edebiyat metni üzerine konuşmak, beğeni ya da hoşnutsuzlukları ifade edebi ...

Edebiyat metninin efkârı

Eleştiri, bize sadece bir edebiyat metnini derinlemesine okumayı ya da çözümlemeyi öğretmez, onu sevmeyi, ondan haz almayı da öğretir. Bir metnin açıldığı alanların çokluğunun farkına varmak alacağımız hazları da artırır. Sevmekle bilmek arasından yakın bir bağ olduğu genellikle göze ardı edilir. Bunun nedeni, sanırım, bilmek dendiğinde akla hemen ...

“Anılarda Sait Faik”

Bir yazarın yapıtlarının değerlendirilmesinde hayat hikâyesinin ne kadar yeri vardır ya da olmalıdır? Edebiyat eleştirisiyle ilgili çokça tartışılan konulardan biridir bu. Sadece metne önem verilmesini önerenler de var, metni yazarın özyaşamı gibi didikleyenler de. Eleştiri ekollerinin farklı yanıtları söz konusu, ama bazı yazarlar var ki onların m ...

“Olaylar”

Kıyamet sonrasına dair anlatılar bilimkurgunun ilgi çeken alt-türlerindendir. Çoğunlukla “kıyamet” ânında neler yaşandığı, o noktaya nasıl gelindiği değil, her nasılsa sağ çıkanların yeni bir hayatı nasıl kuracakları ele alınır – bazen de yeni bir “hayat” kurulmuştur, bu “hayat”ın dışında bırakılmışların sağ kalma mücadeleleri odaktadır. Yaşananlar ...

Edebiyat ve çalışma hayatı

Edebiyat yapıtlarında başlarından geçenleri takip edip iç dünyalarına konuk olduğumuz karakterlerin geçimlerini nasıl sağladıklarından söz edilmemesi zaman zaman eleştirilir. Bu konunun edebiyatçılarca ihmal edilmesi pek çok anlama gelebilir. Sanırım en başlıca neden çalışma hayatında hikâye etmeye değecek bir şeyler bulunmadığının düşünülmesi. Bir ...

“Arkası Mutlaka Gelir”

Siyasetten, özellikle güncel siyasetten söz etmenin edebiyata zarar vereceği, mesaj kaygısının estetik arayışın önüne geçeceği kanısı hayli yaygın. Kişisel gözlemim, özellikle siyasetle yakından ilgilenmiş kişilerin bunu daha sık dile getirdikleri yönünde. Bunda sanırım siyasetin hemen her şeyi kolayca araçsallaştırdığını yakından görmüş, deneyimle ...

Bir dönüşememe romanı: “Sarhoşların Perşembesi”

Şehrin yaşadığı dönüşümün neden ve sonuçları edebiyatçıların her zaman ilgisini çekmiştir. Özellikle bu dönüşümün hızlandığı dönemlerde zihniyetlerin, ruh hallerinin ve pratiklerin aldığı yeni haller çok cazip gelmiştir. Aklıma ilk gelen örnek Oktay Akbal’ın “Garipler Sokağı” romanı. 1950’de yayımlanan bu romanda olaylar iki mezarlığı köprü gibi ba ...

“Sen ve Kendin”: Yumağın köşeleri

Elli yılı aşkın süredir Kadıköy’de oturan Necati Tosuner Türkçenin yaşayan en önemli yazarlarından. Dokuz öykü, sekiz roman ve yedi çocuk kitabı yayımlanmış olan Tosuner’in geçtiğimiz ay yeni bir romanı yayımlandı: “Sen ve Kendin” (İş Kültür Yay.) 2017-2018 yıllarında yazılmış olan bu romanın tam da bugünlerde yayımlanması çok anlamlı. Evden çıkmay ...

Sabahattin Kudret Aksal’ın öyküleri

2020, uzun yıllar Kadıköy’de yaşamış şair, tiyatro yazarı ve öykücü Sabahattin Kudret Aksal’ın yüzüncü doğum yılı. Tahmin ediyorum, salgın olmasaydı bu önemli edebiyat insanını anmak ve yeni kuşaklara tanıtmak için yıl içinde daha çok etkinlik yapılırdı. Yine de az değil yapılanlar: “Kitap-lık” dergisi Mart-Nisan 2020 sayısında dosya yaptı Aksal iç ...

Mülteci çocuklar

Ne yazık ki mülteci çocuklara yönelik ırkçı saldırılarla ilgili haberler eksik olmuyor. Geçen ay Samsun’da 16 yaşında bir çocuk öldürüldü. Ülkeye hâkim aşırı milliyetçi hava ve kimi çevrelerin mültecilere yönelik nefreti çoğaltan söylemlerinin etkisi büyük bunda. Geçen ay Orhan Kemal Roman Ödülünü aldığı törendeki konuşmasında Ayhan Geçgin, “insanl ...

Tevfik Fikret’in toplu hikâyeleri

Lise edebiyat dersi müfredatının öğrencileri edebiyattan soğutmaktaki üstün başarısından olsa gerek edebiyat tarihinden isimler, öncü yapıtlar ortaya koymuş, edebiyatın akışını değiştirecek dergiler yayımlamış ya da akımlar oluşturmuş da olsalar günümüz okuru için pek önem taşımıyor – skandallarla dolu bir hayatı yoksa ve bu hayat çoksatar bir roma ...

Bir İstanbul yazarı: Osman Cemal

Osman Cemal Kaygılı, “Köşe Bucak İstanbul”daki (der. Tahsin Yıldırım, Can Yayınları, 2019) yazısında Kadıköy’ü “Bir Muharrir Yatağı” diye anar. 1931’de “Yeni Gün” gazetesinde İstanbul’un semtlerini ve oralardaki yaşayışları anlattığı yazı dizisi içinde yayımlanan yazısına Kadıköy’de yaşayan yazar ve gazetecileri tek tek sayarak başlar. Çoğunu, özel ...

Selçuk Baran’dan bir öykü ve bir oyun

Küresel Covid-19 salgını nedeniyle Mart ayında yayıncılık sektörü de kapandı. Yayınevi emekçileri büyük ölçüde evlerinden çalıştı. Yayımlanacak kitaplar ertelendi, basılmış kitaplar dağıtılmadı, hazırlanan tek tük yeni kitap çevrimiçi olarak sunuldu. Şimdilerde “normalleşme”ye başladık, bekletilen kitaplar satışta, yenileri yayımlanıyor. Kapanma ka ...

Orhan Kemal

Geçtiğimiz 2 Haziran günü edebiyatımızın anıt isimlerinden Orhan Kemal’in ölümünün ellinci yıldönümüydü. Tedavi için gittiği Bulgaristan’da ölümünden bir gün önce doktorlardan aldığı kâğıda şunları yazmıştır: “Eşe dosta selam. İnandığım doğruların adamı oldum, böyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımla yapmaya çalışt ...

1 Mayıs

Şehrin caddeleri, sokakları bomboş, dükkânların çoğu kapalı; sadece sokağa çıkma yasağı olan günler değil, öbür günler de… Hayat durmuş gibi. Birçok faaliyet çevrimiçi yollarla evlerden gerçekleştiriliyor olsa da, şehir hayatı eskisi gibi değil. Buna en çok sokak hayvanlarıyla martılar, kumrular şaşıyor olmalı. Beri yandan hayat durmuş değil; işler ...

Koordinatlarımız değişirken

William Saroyan’ın genç bir yazarın rehin verdiği daktilosuna yeniden kavuştuktan sonra yazdıkları şeklinde kurgulanmış, “Ben, Dünyada” başlıklı bir öyküsü var. Anlatıcı bir yandan edebiyat ve kendi yazma eğilimi üzerine, bir yandan da hayat ve varoluş üzerine düşüncelerini, duygularını aktarır hoplaya zıplaya. Öykünün başlığı meseleyi ortaya koyuy ...

Göçmen hemşeriler

Kadın, Kadıköy- Pendik minibüslerinin Söğütlüçeşme Caddesi’nden ayrıldıkları köşede iner inmez şoför söylenmeye başladı. Ne kadar çoğalmışlarmış, ne çok geliyorlarmış, yol boyu bilmediğimiz bir dilde konuşup durmuş. “Bunları Avrupa’da da Türkler için söylüyorlar,” demek geçti içimden ya, gerilimi artırmamak için sustum. Giderek daha çok rastlıyoruz ...

Bir Kadıköy’oğlu: Hulki Aktunç

Bahariye’deki kitapçılardan birinde çalışan genç arkadaşım Ezgi’ye geçenlerde Hulki Aktunç’un bir kitabını sorduğumda üzücü bir şey söyledi. “Uzun zamandır kimse Hulki Aktunç kitabı sormuyor,” dedi, “belki bir tek sözlüğünü…” Kadıköy’ü anlattığı kitabına “Bir Kadıköy’oğlu” adını vermiş, kendisini böyle tanımlamış, pek çok edebi türde –öykü, ş ...

Bahariye’den aşağı inmek

“Bahariye’den aşağı inilir mi! İndik işte! Bu gidişle daha nerelere ineceğiz?” Geçtiğimiz yıl tam metni Türkçede ilk kez yayımlanan ve yıl içinde okuduğum kitaplar arasında en iyisi olduğunu düşündüğüm Zaven Biberyan’ın “Karıncaların Günbatımı” romanından bu alıntı. Romanın başkahramanının annesi yoksul düştüklerini, artık Moda-Mühürdar hattında ...

ARŞİV