İki yıldır yazdığım Gazete Kadıköy’deki son yazım bu. Değişiklikte ferahlık olacağı düşüncesi ve aynı işi sürekli yapmanın neden olduğu tekrara düşme kaygılarıyla kendi isteğimle verdiğim bir karar bu. Duydukları güvenle bu köşeyi bana açan gazetenin yönetici ve editörlerine teşekkürlerimi sunuyorum.
Hatırlayanlar vardır, buradaki ilk yazımda “Karıncaların Günbatımı” romanındaki Kadıköy sahnelerinden yola çıkarak Zaven Biberyan’dan söz etmiştim. (Gene fark edenler olmuştur, bu yazı teknik bir hata sonucu bu sene bir kez daha yayımlandı gazetede.) Biberyan’a yeniden değineceğim, çünkü geçen ay otobiyografisi “Mahkûmların Şafağı” okurla buluştu. Bu kitaptaki Kadıköy’den söz etmemek olmaz. İstanbul ve Kadıköy sevdalısı yazarın aktardığı 1920’ler ve sonrasının Kadıköy’ü çok ilgi çekici. Örnekse, Pazar akşamları aile yemeği yedikleri Moda-Bomonti’den Nailbey Sokak’taki evlerine dönerlerken Bahariye Caddesi çok ıssız olduğu için Moda Caddesi’ni yeğlemeleri. Benzer biçimde, Nailbey Sokak’tan çıkıp Bahariye’ye girildiğinde her şeyin değişmesi. Bugün (ve Biberyan’ın otobiyografisini yazdığı zamanlarda dahi) artık olmayan “yoksul Çarıkçı Mahallesi.” Çocukluğunun Kadıköy kışlarını hep kar altında hatırlaması. Süreyya Sineması’nın inşası ve orada seyrettiği filmler. Genç Zaven’in sıkıldığında kaçtığı yerlerin Fikirtepe’nin ardındaki tepeler ve Kalamış Plajı olduğunu da ekleyeyim.
“Mahkûmların Şafağı” baştan sona bir Kadıköy anlatısı değil. 1921 doğumlu yazarın hayatının ilk 25-26 yılını içeriyor; Kadıköylü Ermeni bir gencin Cumhuriyetin kuruluş yıllarında büyüyüp yetişkin hayata atılmasının hikâyesi bu. Biberyan, 450 sayfalık kitabın büyük kısmını Nafıa askerliği yaptığı yıllara ayırmış. 2. Dünya Savaşı yıllarında birkaç kuşaktan neredeyse bütün gayrimüslim erkeklerin Nafıa Bakanlığı (Bayındırlık Bakanlığı) emrinde askere alınmaları, Türkiye siyasi tarihindeki üzerinde az durulmuş, ama çok önemli ayrımcı politikalardan biridir. Biberyan’ın Nafıa askerliğini anlattığı sayfalar buna dair birinci elden, çok önemli bir tanıklık. Beri yandan, 42 ay sürmüş askerliği sırasında Biberyan’ın Kadıköy’ü ne çok özlediğini de okuyoruz. Kadıköy, yokluğu ve özlemiyle de kendisini duyuruyor.
Otobiyografiler salt bir hayatın anlatımı değildir, dönemlerin ve mekânların da hikâyesidir. Yazar altını çizsin ya da çizmesin, yaşadığı yer(ler)in onun kişiliğini ne ölçüde, nasıl belirlediği sorusuna da az çok yanıtlar barındırır. Edip Cansever’in şiirindeki gibi, insanın yaşadığı yere benzemesinin de anlatısıdır. Sibel Oral’ın ressam Mehmet Nâzım’ın hayat hikâyesinin peşinden gittiği “İşitiyor musun Memet?” başlıklı biyografi kitabında da mekânlar ön planda – aralarında Kadıköy de var. Mehmet Nâzım, Nâzım Hikmet’le Münevver Andaç’ın oğulları. Nâzım’ın Türkiye’den kaçmak zorunda kalmasından kısa süre önce Kadıköy’de doğmuş, on yaşına kadar da Yoğurtçu Parkı’nın karşısındaki bir evde yaşamış, sonrasında annesiyle beraber o da Türkiye’den kaçmak zorunda kalmış. Yeniden Türkiye’ye dönmesiyse ancak 40 yıl sonra. 2001 senesinde bir sabah doğup büyüdüğü yerlere gittiğinde çok kötü olmuş. Hiçbir şey bıraktığı gibi değildir, anılardan başka bir şey kalmamıştır. Yakın arkadaşı Zeynep Irgat’ı arayıp ürpertici bir ifadeyle “Sırtıma hayvan yapıştı” der. Bir başka gün ise vaktiyle okuduğu Kuzukestanesi Sokak’taki Bahariye İlkokulu’na gidip bahçesindeki ağaçlara sarıldığı anlatılıyor. Onca yıl sonra ona şehirde en tanıdık gelenler belli ki bunlardır.
Sibel Oral’ın kitabı bildiğimiz biyografilerden hayli farklı. Kendisini hayatı boyunca gizlemiş, öne çıkmaktan sakınmış birinin hikâyesinin peşinden gidiyor Oral, ama onun bu seçimine saygı duyup hikâyesini anlatmanın doğru olup olmadığını sürekli sorgulayarak. Kitap, giderek hayat hikâyesindeki olayların değil, Mehmet’in genel ruh halinin, kendisini nerede konumladığının, nasıl var kıldığının peşinden gidiyor – hatta öykü terminolojisinden ödünç alarak, “olay biyografisi” değil, “durum biyografisi” bile denebilir. Sibel Oral’ın, aklına takılan sorulara yanıt arama yönteminin Mehmet’in yaşadığı yerlere gidip yıllar sonra da olsa orada saatler, günler geçirmek olduğu da vurgulanmalı. Hayat hikâyemizde yaşadığımız yerlerin izi çoksa, zamanın o izlerin silmesi çok kolay olmasa gerektir. Nitekim, Oral da kafasındaki kimi sorulara yıllar sonra Mehmet Nâzım’ın yaşadığı yerlere giderek yanıt buluyor; ya da sorular oralarda çoğalıyor.
Otobiyografi, biyografi demişken, bir de romandan söz etmek istiyorum. Kadıköylü komşumuz Taçlı Yazıcıoğlu’nun, biyografi veya otobiyografi yazmanın ne ölçüde mümkün olduğu, başkasının hikâyesine vâkıf olmanın yahut farklı hayat hikâyelerinin birbirine değmesinin ne gibi sonuçlar doğurduğu gibi soruların peşinden gittiği romanı “Hep Sondan Başlar”dan. Hikâyelerin birbirleriyle olduğu kadar, yaşandığı mekânla bağının da belirginlik kazandığı ve Kadıköy’ün de hayli yer tuttuğu romanında Yazıcıoğlu odağına aldığı meseleyi farklı roman kişilerinin mektup, günlük vb tarzlardaki anlatıları üzerinden tartışırken hayat hikâyesi anlatmadaki “biçim”i de sorunsallaştırıyor.
Hayat hikâyelerinizde edebiyat yapıtları eksik olmasın.
Edebi türler arasında adı konmamış bir hiyerarşi var gibi, özellikle romanla öykü arasında. Edebiyatla yakından ilgilenenler için bu aslına bakılırsa eskimiş bir konu. Öykünün bir edebi tür olarak son 10-15 yılda eskisine göre daha muteber görüldüğü yadsınamaz, yıl içinde yayımlanan öykü kitaplarının sayısı, üstelik bunların arasında ilk kitapların ...
Yapageldiklerimiz bazen bize çok anlamsız görünür. Masa önceki gün oturduğumuz masa değildir, bilgisayar ekranı, defter, pencereden görünen sokak, binalar büsbütün değişmiş gibidir – neyin değiştiğini bilmesek de. Kaldığımız yerden sürdürmenin ya da yeni bir işe girişmenin fikri bile dehşete düşürür. Devam etmek zorunda olduğumuza dair kendimize ya ...
Ülkemizde pek çok mesele tartışılırken ucu çok kolay ırkçılıkla buluşabiliyor. Bu yaz hem Afganistan meselesinde hem de iklim krizinin neden olduğu yangınlarda buna yeniden tanık olduk. Colson Whitehead, geçtiğimiz aylarda televizyon dizisine de uyarlanan, Yeraltı Demiryolu romanında (Siren Yay., 2017, çev: Begüm Kovulmaz), köle olarak çalıştırı ...
Hayatlarımızda sırların tuhaf işleyen bir mekaniği var, küçüklerini çözerek büyüklerine varılmıyor, en büyüğü sır değil, muamma zaten, belki de skandal, bilmiyoruz. Beri yandan, en büyük sırlara vâkıf olsak bile (mümkün olsa böyle bir şey) gündelik hayattaki sırlar karşısında pekâlâ boynu bükük kalabiliriz. Sayısız bilinmezlik, belirsizlikle çevril ...
Bu sütunda geçen ay yayımlanan “Edebiyatın Efkârı” başlıklı yazımda edebi metnin ne anlattığı kadar nasıl anlattığının ve bu ikisi arasındaki bağlantının önemine değinmiştim. Eleştiri kaygısı olmaksızın bir metni okuyanlar için de üzerinde durulması gereken bir husus bu. Bir edebiyat metni üzerine konuşmak, beğeni ya da hoşnutsuzlukları ifade edebi ...
Eleştiri, bize sadece bir edebiyat metnini derinlemesine okumayı ya da çözümlemeyi öğretmez, onu sevmeyi, ondan haz almayı da öğretir. Bir metnin açıldığı alanların çokluğunun farkına varmak alacağımız hazları da artırır. Sevmekle bilmek arasından yakın bir bağ olduğu genellikle göze ardı edilir. Bunun nedeni, sanırım, bilmek dendiğinde akla hemen ...
Bir yazarın yapıtlarının değerlendirilmesinde hayat hikâyesinin ne kadar yeri vardır ya da olmalıdır? Edebiyat eleştirisiyle ilgili çokça tartışılan konulardan biridir bu. Sadece metne önem verilmesini önerenler de var, metni yazarın özyaşamı gibi didikleyenler de. Eleştiri ekollerinin farklı yanıtları söz konusu, ama bazı yazarlar var ki onların m ...
Kıyamet sonrasına dair anlatılar bilimkurgunun ilgi çeken alt-türlerindendir. Çoğunlukla “kıyamet” ânında neler yaşandığı, o noktaya nasıl gelindiği değil, her nasılsa sağ çıkanların yeni bir hayatı nasıl kuracakları ele alınır – bazen de yeni bir “hayat” kurulmuştur, bu “hayat”ın dışında bırakılmışların sağ kalma mücadeleleri odaktadır. Yaşananlar ...
Edebiyat yapıtlarında başlarından geçenleri takip edip iç dünyalarına konuk olduğumuz karakterlerin geçimlerini nasıl sağladıklarından söz edilmemesi zaman zaman eleştirilir. Bu konunun edebiyatçılarca ihmal edilmesi pek çok anlama gelebilir. Sanırım en başlıca neden çalışma hayatında hikâye etmeye değecek bir şeyler bulunmadığının düşünülmesi. Bir ...
Siyasetten, özellikle güncel siyasetten söz etmenin edebiyata zarar vereceği, mesaj kaygısının estetik arayışın önüne geçeceği kanısı hayli yaygın. Kişisel gözlemim, özellikle siyasetle yakından ilgilenmiş kişilerin bunu daha sık dile getirdikleri yönünde. Bunda sanırım siyasetin hemen her şeyi kolayca araçsallaştırdığını yakından görmüş, deneyimle ...
Şehrin yaşadığı dönüşümün neden ve sonuçları edebiyatçıların her zaman ilgisini çekmiştir. Özellikle bu dönüşümün hızlandığı dönemlerde zihniyetlerin, ruh hallerinin ve pratiklerin aldığı yeni haller çok cazip gelmiştir. Aklıma ilk gelen örnek Oktay Akbal’ın “Garipler Sokağı” romanı. 1950’de yayımlanan bu romanda olaylar iki mezarlığı köprü gibi ba ...
Elli yılı aşkın süredir Kadıköy’de oturan Necati Tosuner Türkçenin yaşayan en önemli yazarlarından. Dokuz öykü, sekiz roman ve yedi çocuk kitabı yayımlanmış olan Tosuner’in geçtiğimiz ay yeni bir romanı yayımlandı: “Sen ve Kendin” (İş Kültür Yay.) 2017-2018 yıllarında yazılmış olan bu romanın tam da bugünlerde yayımlanması çok anlamlı. Evden çıkmay ...
2020, uzun yıllar Kadıköy’de yaşamış şair, tiyatro yazarı ve öykücü Sabahattin Kudret Aksal’ın yüzüncü doğum yılı. Tahmin ediyorum, salgın olmasaydı bu önemli edebiyat insanını anmak ve yeni kuşaklara tanıtmak için yıl içinde daha çok etkinlik yapılırdı. Yine de az değil yapılanlar: “Kitap-lık” dergisi Mart-Nisan 2020 sayısında dosya yaptı Aksal iç ...
Ne yazık ki mülteci çocuklara yönelik ırkçı saldırılarla ilgili haberler eksik olmuyor. Geçen ay Samsun’da 16 yaşında bir çocuk öldürüldü. Ülkeye hâkim aşırı milliyetçi hava ve kimi çevrelerin mültecilere yönelik nefreti çoğaltan söylemlerinin etkisi büyük bunda. Geçen ay Orhan Kemal Roman Ödülünü aldığı törendeki konuşmasında Ayhan Geçgin, “insanl ...
Lise edebiyat dersi müfredatının öğrencileri edebiyattan soğutmaktaki üstün başarısından olsa gerek edebiyat tarihinden isimler, öncü yapıtlar ortaya koymuş, edebiyatın akışını değiştirecek dergiler yayımlamış ya da akımlar oluşturmuş da olsalar günümüz okuru için pek önem taşımıyor – skandallarla dolu bir hayatı yoksa ve bu hayat çoksatar bir roma ...
Osman Cemal Kaygılı, “Köşe Bucak İstanbul”daki (der. Tahsin Yıldırım, Can Yayınları, 2019) yazısında Kadıköy’ü “Bir Muharrir Yatağı” diye anar. 1931’de “Yeni Gün” gazetesinde İstanbul’un semtlerini ve oralardaki yaşayışları anlattığı yazı dizisi içinde yayımlanan yazısına Kadıköy’de yaşayan yazar ve gazetecileri tek tek sayarak başlar. Çoğunu, özel ...
Küresel Covid-19 salgını nedeniyle Mart ayında yayıncılık sektörü de kapandı. Yayınevi emekçileri büyük ölçüde evlerinden çalıştı. Yayımlanacak kitaplar ertelendi, basılmış kitaplar dağıtılmadı, hazırlanan tek tük yeni kitap çevrimiçi olarak sunuldu. Şimdilerde “normalleşme”ye başladık, bekletilen kitaplar satışta, yenileri yayımlanıyor. Kapanma ka ...
Geçtiğimiz 2 Haziran günü edebiyatımızın anıt isimlerinden Orhan Kemal’in ölümünün ellinci yıldönümüydü. Tedavi için gittiği Bulgaristan’da ölümünden bir gün önce doktorlardan aldığı kâğıda şunları yazmıştır: “Eşe dosta selam. İnandığım doğruların adamı oldum, böyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımla yapmaya çalışt ...
Şehrin caddeleri, sokakları bomboş, dükkânların çoğu kapalı; sadece sokağa çıkma yasağı olan günler değil, öbür günler de… Hayat durmuş gibi. Birçok faaliyet çevrimiçi yollarla evlerden gerçekleştiriliyor olsa da, şehir hayatı eskisi gibi değil. Buna en çok sokak hayvanlarıyla martılar, kumrular şaşıyor olmalı. Beri yandan hayat durmuş değil; işler ...
William Saroyan’ın genç bir yazarın rehin verdiği daktilosuna yeniden kavuştuktan sonra yazdıkları şeklinde kurgulanmış, “Ben, Dünyada” başlıklı bir öyküsü var. Anlatıcı bir yandan edebiyat ve kendi yazma eğilimi üzerine, bir yandan da hayat ve varoluş üzerine düşüncelerini, duygularını aktarır hoplaya zıplaya. Öykünün başlığı meseleyi ortaya koyuy ...
Kadın, Kadıköy- Pendik minibüslerinin Söğütlüçeşme Caddesi’nden ayrıldıkları köşede iner inmez şoför söylenmeye başladı. Ne kadar çoğalmışlarmış, ne çok geliyorlarmış, yol boyu bilmediğimiz bir dilde konuşup durmuş. “Bunları Avrupa’da da Türkler için söylüyorlar,” demek geçti içimden ya, gerilimi artırmamak için sustum. Giderek daha çok rastlıyoruz ...
Bahariye’deki kitapçılardan birinde çalışan genç arkadaşım Ezgi’ye geçenlerde Hulki Aktunç’un bir kitabını sorduğumda üzücü bir şey söyledi. “Uzun zamandır kimse Hulki Aktunç kitabı sormuyor,” dedi, “belki bir tek sözlüğünü…” Kadıköy’ü anlattığı kitabına “Bir Kadıköy’oğlu” adını vermiş, kendisini böyle tanımlamış, pek çok edebi türde –öykü, ş ...
“Bahariye’den aşağı inilir mi! İndik işte! Bu gidişle daha nerelere ineceğiz?” Geçtiğimiz yıl tam metni Türkçede ilk kez yayımlanan ve yıl içinde okuduğum kitaplar arasında en iyisi olduğunu düşündüğüm Zaven Biberyan’ın “Karıncaların Günbatımı” romanından bu alıntı. Romanın başkahramanının annesi yoksul düştüklerini, artık Moda-Mühürdar hattında ...