Elli yılı aşkın süredir Kadıköy’de oturan Necati Tosuner Türkçenin yaşayan en önemli yazarlarından. Dokuz öykü, sekiz roman ve yedi çocuk kitabı yayımlanmış olan Tosuner’in geçtiğimiz ay yeni bir romanı yayımlandı: “Sen ve Kendin” (İş Kültür Yay.) 2017-2018 yıllarında yazılmış olan bu romanın tam da bugünlerde yayımlanması çok anlamlı. Evden çıkmayan bir anlatıcının iç konuşmalarından, iç hesaplaşmalarından oluşan bu roman için Orhan Koçak’ın Vüs’at O. Bener’in yapıtıyla ilgili olarak kullandığı tabiri ödünç alarak “iç konferans” demek de pekâlâ mümkün. Anlatıcının evden çıkmamasının nedeni sağlığı ve yaşı, ama salgın nedeniyle bugünlerde evden çıkmayan ya da çıkmak zorunda olup hastalık ve ölüm korkusunu sıklıkla hissedenlerin duygudaşlık kuracakları bir roman “Sen ve Kendin.” Bütün dünyayı belirsiz bir geleceği bekler halde bırakan salgının bizi kaçınılmaz olarak geçmişimizle hesaplaşmak zorunda bıraktığı inkâr edilemez. Evlerde kapalı kalır kalmaz oyalanacak çevrimiçi etkinliklere saldırırcasına düşmemiz, zamanı nasıl geçireceğimizden (şimdide ne yapacağımızdan) çok, geçmişi kurcalamaktan kaçınmak için belki de. Geleceği tasarlamak zaten bu koşullarda hepten hesap dışı.
Tosuner’in romanıysa, değil geçmiş kurcalamaktan kaçınan, bunu ısrarla yapan birinin ağzından aktarılıyor. Geçmişle beraber kendisini de. Romanda dilin sağladığı bir imkândan yararlanıyor Necati Tosuner. İç çatışmada kimdir çatıştığımız; iç konuşma kimle yapılır; peki ya, iç konferansın katılımcıları kimlerdir? Kendimiz. Romanın anlatıcısı ikinci tekil kişinin ağzından aktarıyor; “ben” değil, “sen” diyor. Sen diye seslendiğinin yanı sıra, bu “sen”in konuştuğu, tartıştığı bir de “kendin” var haliyle. “Sen niçin usandın böyle kendinden?..” demesi gibi. Kuşkusuz, “sen” ve “kendin” arasındaki bağı, kavgayı, geçmişi ve şimdiyi aktaran bir de anlatıcı söz konusu – hiçbir yerde “ben” diyerek kendini öne sürmese de. Onun gözü, sözü ve belleği ortada; “sen”i sürekli takip ettiği, “sen”in kendi içindeki kavgalara, küskünlüklere, kendini kandırma çabalarına ve tam kandırırken ya da bir yolunu bulmuş kaçarken kendisine apansız yakalanmalarına doğrudan tanık. Beri yandan, Tosuner’in Soner Sert’le söyleşisinde vurguladığı gibi, “Sen deyince seslenilen kişi sayısı da çoğalıyor.” (Gazete Duvar Kitap, sayı: 135) Bu seslenişle Tosuner bizi de davet ediyor konferansa, kendimizle beraber – davetiye iki kişilik! Üstelik bu davetiye kendi iç konferansımıza da bir çağrı.
Çocukluğundan yaşlılığına yapıp ettiklerini, umutlarını ve onların kaçınılmaz eşlikçisi hüsranlarını, başkalarındaki hoyratlık ve yersiz kinlenişleri, kendi kaygı ve yılgınlıklarını, yenilginlik hissini, daha yaşarken ve yaşadıktan sonra bütün bunlara verdiği tepkileri, vermediklerini, hayıflanmalarını, düşlerini, karabasanlarını… sürekli deşip didikleyerek sorgulayan birinin duygu, düşünce ve konuşmaları, iç içe geçerek bir yumak gibi sarılıyor roman boyunca. Düzgün bir yumak da değil bu, ipin ucunun kaçtığı, karıştığı, dolanıp düğüm olduğu, bir oradan bir buradan sarıldığı için yuvarlaklığı kalmamış bir yumak. Birçok tepesi, köşesi var, ama yalnızlık sanırım üzerinde durulmayı en çok hak edeni. Çocukluktan itibaren hissedilmiş bir yalnızlık, usanılmamış, aksine seçilmiş, kuşanılmış, başkalarına özlem duydukça kaçılmış, kaçınılmış, ama sevilmiş de bir yalnızlık. Kendilik duygusunun doğmasına, gelişmesine el uzatmış bir dost belki; ama Sait Faik’in “Yalnızlığın Yarattığı İnsan” öyküsündeki gibi “kavun acısı” bir yalnızlık.
Yalnızlıkla kırbaçlanan, avuntular lime lime olurken usançların katbekat sarıldığı; kâh geçmişten, kâh şimdiden, kâh hiçliğe açılmaya yazgılı gelecekten anların biriktiği bir yumak “Sen ve Kendin.” Romanın en önemli yanı ustalıklı bir dille bu yumağın nasıl sarıldığını, nasıl karmaşık ya da düğüm düğüm olduğunu aktarmadaki başarısı. Cümle yapılarında, kelimelerinin birbirini izleyişinde, yinelemelerde ya da başa dönmelerde, hepsinden öte romanın sesinde hissedilen sarmal bir hareket söz konusu. Kuşkusuz kımıltısızlıkta saklı duran, alabildiğine yoğun iç hareketin (düşüncenin nesnesinin ve kendisinin üzerinde dönenen hareketinin) de ustaca aktarıldığı eklenmeli. Necati Tosuner’i ve yapıtlarını tanıyanlar ona özgü bir ironisi olduğunu bilirler. Keskin, kendine dönük, kendi canını da yakan bir ironidir bu. “Sen ve Kendin”deki düğümlere zaman zaman İskender’in kılıcı gibi vuran da böyle bir ironi.
İki yıldır yazdığım Gazete Kadıköy’deki son yazım bu. Değişiklikte ferahlık olacağı düşüncesi ve aynı işi sürekli yapmanın neden olduğu tekrara düşme kaygılarıyla kendi isteğimle verdiğim bir karar bu. Duydukları güvenle bu köşeyi bana açan gazetenin yönetici ve editörlerine teşekkürlerimi sunuyorum. Hatırlayanlar vardır, buradaki ilk yazımda “K ...
Edebi türler arasında adı konmamış bir hiyerarşi var gibi, özellikle romanla öykü arasında. Edebiyatla yakından ilgilenenler için bu aslına bakılırsa eskimiş bir konu. Öykünün bir edebi tür olarak son 10-15 yılda eskisine göre daha muteber görüldüğü yadsınamaz, yıl içinde yayımlanan öykü kitaplarının sayısı, üstelik bunların arasında ilk kitapların ...
Yapageldiklerimiz bazen bize çok anlamsız görünür. Masa önceki gün oturduğumuz masa değildir, bilgisayar ekranı, defter, pencereden görünen sokak, binalar büsbütün değişmiş gibidir – neyin değiştiğini bilmesek de. Kaldığımız yerden sürdürmenin ya da yeni bir işe girişmenin fikri bile dehşete düşürür. Devam etmek zorunda olduğumuza dair kendimize ya ...
Ülkemizde pek çok mesele tartışılırken ucu çok kolay ırkçılıkla buluşabiliyor. Bu yaz hem Afganistan meselesinde hem de iklim krizinin neden olduğu yangınlarda buna yeniden tanık olduk. Colson Whitehead, geçtiğimiz aylarda televizyon dizisine de uyarlanan, Yeraltı Demiryolu romanında (Siren Yay., 2017, çev: Begüm Kovulmaz), köle olarak çalıştırı ...
Hayatlarımızda sırların tuhaf işleyen bir mekaniği var, küçüklerini çözerek büyüklerine varılmıyor, en büyüğü sır değil, muamma zaten, belki de skandal, bilmiyoruz. Beri yandan, en büyük sırlara vâkıf olsak bile (mümkün olsa böyle bir şey) gündelik hayattaki sırlar karşısında pekâlâ boynu bükük kalabiliriz. Sayısız bilinmezlik, belirsizlikle çevril ...
Bu sütunda geçen ay yayımlanan “Edebiyatın Efkârı” başlıklı yazımda edebi metnin ne anlattığı kadar nasıl anlattığının ve bu ikisi arasındaki bağlantının önemine değinmiştim. Eleştiri kaygısı olmaksızın bir metni okuyanlar için de üzerinde durulması gereken bir husus bu. Bir edebiyat metni üzerine konuşmak, beğeni ya da hoşnutsuzlukları ifade edebi ...
Eleştiri, bize sadece bir edebiyat metnini derinlemesine okumayı ya da çözümlemeyi öğretmez, onu sevmeyi, ondan haz almayı da öğretir. Bir metnin açıldığı alanların çokluğunun farkına varmak alacağımız hazları da artırır. Sevmekle bilmek arasından yakın bir bağ olduğu genellikle göze ardı edilir. Bunun nedeni, sanırım, bilmek dendiğinde akla hemen ...
Bir yazarın yapıtlarının değerlendirilmesinde hayat hikâyesinin ne kadar yeri vardır ya da olmalıdır? Edebiyat eleştirisiyle ilgili çokça tartışılan konulardan biridir bu. Sadece metne önem verilmesini önerenler de var, metni yazarın özyaşamı gibi didikleyenler de. Eleştiri ekollerinin farklı yanıtları söz konusu, ama bazı yazarlar var ki onların m ...
Kıyamet sonrasına dair anlatılar bilimkurgunun ilgi çeken alt-türlerindendir. Çoğunlukla “kıyamet” ânında neler yaşandığı, o noktaya nasıl gelindiği değil, her nasılsa sağ çıkanların yeni bir hayatı nasıl kuracakları ele alınır – bazen de yeni bir “hayat” kurulmuştur, bu “hayat”ın dışında bırakılmışların sağ kalma mücadeleleri odaktadır. Yaşananlar ...
Edebiyat yapıtlarında başlarından geçenleri takip edip iç dünyalarına konuk olduğumuz karakterlerin geçimlerini nasıl sağladıklarından söz edilmemesi zaman zaman eleştirilir. Bu konunun edebiyatçılarca ihmal edilmesi pek çok anlama gelebilir. Sanırım en başlıca neden çalışma hayatında hikâye etmeye değecek bir şeyler bulunmadığının düşünülmesi. Bir ...
Siyasetten, özellikle güncel siyasetten söz etmenin edebiyata zarar vereceği, mesaj kaygısının estetik arayışın önüne geçeceği kanısı hayli yaygın. Kişisel gözlemim, özellikle siyasetle yakından ilgilenmiş kişilerin bunu daha sık dile getirdikleri yönünde. Bunda sanırım siyasetin hemen her şeyi kolayca araçsallaştırdığını yakından görmüş, deneyimle ...
Şehrin yaşadığı dönüşümün neden ve sonuçları edebiyatçıların her zaman ilgisini çekmiştir. Özellikle bu dönüşümün hızlandığı dönemlerde zihniyetlerin, ruh hallerinin ve pratiklerin aldığı yeni haller çok cazip gelmiştir. Aklıma ilk gelen örnek Oktay Akbal’ın “Garipler Sokağı” romanı. 1950’de yayımlanan bu romanda olaylar iki mezarlığı köprü gibi ba ...
2020, uzun yıllar Kadıköy’de yaşamış şair, tiyatro yazarı ve öykücü Sabahattin Kudret Aksal’ın yüzüncü doğum yılı. Tahmin ediyorum, salgın olmasaydı bu önemli edebiyat insanını anmak ve yeni kuşaklara tanıtmak için yıl içinde daha çok etkinlik yapılırdı. Yine de az değil yapılanlar: “Kitap-lık” dergisi Mart-Nisan 2020 sayısında dosya yaptı Aksal iç ...
Ne yazık ki mülteci çocuklara yönelik ırkçı saldırılarla ilgili haberler eksik olmuyor. Geçen ay Samsun’da 16 yaşında bir çocuk öldürüldü. Ülkeye hâkim aşırı milliyetçi hava ve kimi çevrelerin mültecilere yönelik nefreti çoğaltan söylemlerinin etkisi büyük bunda. Geçen ay Orhan Kemal Roman Ödülünü aldığı törendeki konuşmasında Ayhan Geçgin, “insanl ...
Lise edebiyat dersi müfredatının öğrencileri edebiyattan soğutmaktaki üstün başarısından olsa gerek edebiyat tarihinden isimler, öncü yapıtlar ortaya koymuş, edebiyatın akışını değiştirecek dergiler yayımlamış ya da akımlar oluşturmuş da olsalar günümüz okuru için pek önem taşımıyor – skandallarla dolu bir hayatı yoksa ve bu hayat çoksatar bir roma ...
Osman Cemal Kaygılı, “Köşe Bucak İstanbul”daki (der. Tahsin Yıldırım, Can Yayınları, 2019) yazısında Kadıköy’ü “Bir Muharrir Yatağı” diye anar. 1931’de “Yeni Gün” gazetesinde İstanbul’un semtlerini ve oralardaki yaşayışları anlattığı yazı dizisi içinde yayımlanan yazısına Kadıköy’de yaşayan yazar ve gazetecileri tek tek sayarak başlar. Çoğunu, özel ...
Küresel Covid-19 salgını nedeniyle Mart ayında yayıncılık sektörü de kapandı. Yayınevi emekçileri büyük ölçüde evlerinden çalıştı. Yayımlanacak kitaplar ertelendi, basılmış kitaplar dağıtılmadı, hazırlanan tek tük yeni kitap çevrimiçi olarak sunuldu. Şimdilerde “normalleşme”ye başladık, bekletilen kitaplar satışta, yenileri yayımlanıyor. Kapanma ka ...
Geçtiğimiz 2 Haziran günü edebiyatımızın anıt isimlerinden Orhan Kemal’in ölümünün ellinci yıldönümüydü. Tedavi için gittiği Bulgaristan’da ölümünden bir gün önce doktorlardan aldığı kâğıda şunları yazmıştır: “Eşe dosta selam. İnandığım doğruların adamı oldum, böyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımla yapmaya çalışt ...
Şehrin caddeleri, sokakları bomboş, dükkânların çoğu kapalı; sadece sokağa çıkma yasağı olan günler değil, öbür günler de… Hayat durmuş gibi. Birçok faaliyet çevrimiçi yollarla evlerden gerçekleştiriliyor olsa da, şehir hayatı eskisi gibi değil. Buna en çok sokak hayvanlarıyla martılar, kumrular şaşıyor olmalı. Beri yandan hayat durmuş değil; işler ...
William Saroyan’ın genç bir yazarın rehin verdiği daktilosuna yeniden kavuştuktan sonra yazdıkları şeklinde kurgulanmış, “Ben, Dünyada” başlıklı bir öyküsü var. Anlatıcı bir yandan edebiyat ve kendi yazma eğilimi üzerine, bir yandan da hayat ve varoluş üzerine düşüncelerini, duygularını aktarır hoplaya zıplaya. Öykünün başlığı meseleyi ortaya koyuy ...
Kadın, Kadıköy- Pendik minibüslerinin Söğütlüçeşme Caddesi’nden ayrıldıkları köşede iner inmez şoför söylenmeye başladı. Ne kadar çoğalmışlarmış, ne çok geliyorlarmış, yol boyu bilmediğimiz bir dilde konuşup durmuş. “Bunları Avrupa’da da Türkler için söylüyorlar,” demek geçti içimden ya, gerilimi artırmamak için sustum. Giderek daha çok rastlıyoruz ...
Bahariye’deki kitapçılardan birinde çalışan genç arkadaşım Ezgi’ye geçenlerde Hulki Aktunç’un bir kitabını sorduğumda üzücü bir şey söyledi. “Uzun zamandır kimse Hulki Aktunç kitabı sormuyor,” dedi, “belki bir tek sözlüğünü…” Kadıköy’ü anlattığı kitabına “Bir Kadıköy’oğlu” adını vermiş, kendisini böyle tanımlamış, pek çok edebi türde –öykü, ş ...
“Bahariye’den aşağı inilir mi! İndik işte! Bu gidişle daha nerelere ineceğiz?” Geçtiğimiz yıl tam metni Türkçede ilk kez yayımlanan ve yıl içinde okuduğum kitaplar arasında en iyisi olduğunu düşündüğüm Zaven Biberyan’ın “Karıncaların Günbatımı” romanından bu alıntı. Romanın başkahramanının annesi yoksul düştüklerini, artık Moda-Mühürdar hattında ...