Fareyi sevimli bir hayvan olarak bize sunan Walt Disney, Birinci Dünya Savaşı’na cankurtaran şoförü olarak katılır. Yalnızca o mu? Polis romanlarının ünlü yazarı Dashiell Hammett’i de, aynı savaşta bir cankurtaran aracında direksiyon sallarken görürüz. İlk kez 1896 yılında, Paris Fuarı’nda görücüye çıkan cankurtaran aracının dikiz aynasına dört yıl sonra Bromfield, Julien Green, Sidney Howard, W. Somerset Maugham gibi yazarların da baktığını unutmamalıyız. Birinci Dünya Savaşı’nda yaralıları hastaneye yetiştirme çabasında olan şoförler arasında şairler de yer alır. Robert Hillyer, Archibald MacLeish ve E. E. Cummings cankurtaran şoförlüğü yapmış şairlerdir.
Birinci Dünya Savaşı’nda cankurtaran şoförlüğü yapan yazarlardan biri de, savaş sonrasında işgal edilen İstanbul’da olup bitenleri izlemek amacıyla Beyoğlu’ndaki Londra Oteli’nde kalan, Torino Star gazetesinin muhabiridir. Lenin’in Mustafa Kemal’e armağan ettiği bir denizaltının Boğaz’a demirli sömürgecilerin gemilerini tehdit ettiğini yazan gazeteci, içinde bulunduğu durumu şöyle aktarır okurlara: “Truva Savaşı’ndan bu yana her savaş sonrası tarafların birbirlerine giriştiği kanlı zulüm, tarihsel bir olgu olarak kendini yine tekrarlıyordu bu ülkede.”
Torino Star gazetesinin muhabiri, Sovyet denizaltısı yakalanmasa da, bir gece yarısı, Bebek önlerindeki bir teknede kadın kılığına girmiş “bir yığın Kemalist savaşçının” ele geçirildiğini bildirir. O gazeteci, savaş alanlarında yaptığı gözlemlerini Silahlara Veda adlı kitabında bir araya getiren ve bu eseriyle, dinamiti bulan İsveçli kimyacı Alfred Nobel’in 1896’da açılan vasiyeti gereği konulan “Nobel” ödülünü 1954’te kazanan Ernest Hemingway’dir.
Şairler ve yazarlar cankurtaran şoförü gibidirler. Yaşamın kulvarında ter akıtırlar ve ölümü geçmek için koşarlar. Kendi adlarına hiçbir beklentileri, çıkarları yoktur. Gerçek şair ve yazarlardan söz ediyoruz elbette. Trafik sıkışıklığında bir cankurtaran aracının peşine takılan, küçük hesap peşindeki sürücüler ne yazık ki, edebiyat alanında da yol alabiliyorlar. Onların dize gelen dizelerinde ne polis, ne de cankurtaran aracının sirenleri duyulur. Kulaklarını olup bitenlere kapatmışlardır çünkü:
Kocasının bir yumrukta çıkardığı gözü elinde
Hastaneye koşuyor Zinnure:
Yanından boş bir özel ambulans geçiyor
Edebiyatın, daha genişletecek olursak sanatın, “özel” insanlara yönelik olmasını istemek, Süreyya Berfe’nin şiirinden geçen cankurtaran aracının şoför koltuğuna oturmak demektir!
İhtiyar Adam ve Deniz adlı kitabında, bir balıkçı ile kılıçbalığı arasındaki öyküyü anlatan Hemingway, İstanbul’da kaldığı 1922-23 yılları arasında, Boğaz’da gördüğü kılıçbalıklarından etkilenmiş olabilir mi? Savaş gemilerinden korkan kılıçbalıklarının ortalıkta görünmediklerini söyleyebiliriz o yıllarda. Ama, hiç değilse, Marmara Denizi’nde sürüler halinde yaşayan bu balığın etini İstanbul’da tatmıştır Hemingway. Ünlü yazarın İstanbul mutfağını anlatan bir yazısı yoktur ama, 1829 yılında kente gelen ve iki yıl kalan İngiliz subay Adolphus Slade, midesine indirdiği bir kılıçbalığının kılçığını mürekkebe batırarak şunları yazar: “Marmara’dan gelen şövalye kılıklı kılıçbalıklarının etinden, defne yaprağına sarılmış, şişleri küllenmiş, mangal kömürünün ateşinde pişirip tadabildiyseniz, kalp huzuru içinde, ‘Ulu Tanrım, bu dünyada bana ağız tadı verdin,’ diye şükredebilirsiniz.”
Kılıçbalığının etini en çok seven Osmanlı padişahı II. Mahmut’tur. Onun zamanında kılıçbalığı eksik olmazdı saray sofralarından. Gün gelir, Marmara sularında görülmez olur İstanbul şövalyeleri. Kılıçbalıklarının sürüler halinde Çanakkale Boğazı’ndan güneye doğru göç ettiklerini gören balıkçılar, sandallarını kıyıya çekerek dualar yazarlar altlarına. Sorunu çözmek amacıyla sarayda yapılan toplantıda, bir divan üyesi Akdeniz’e gemi gönderilerek biri erkek, biri dişi, bir çift kılıçbalığının getirilip Boğaz’a bırakılmasını önerir. Bu çevreci düşüncenin uygulanmasına gerek kalmaz. Çünkü, yaşanılan sorun, 1812 yılında kılıçbalıklarının Marmara Denizi’ne geri dönmeleriyle sona erer.
Cemal Süreya’nın deyişiyle, Fatih’in gemileri karadan yürüttüğü günden beri deniz kaçkını bir ulusun çocukları olduğumuzdan, cankurtaran aracı gibi kılıçbalığıyla da pek karşılaşılmaz şiirimizde. “Bu bir kılıçbalığının öyküsüdür / Yazılmasa da olurdu” dizeleriyle başlayan “Balık Ağzı” adlı şiirde yaralı bir kılıçbalığı seslenir bizlere:
Denizkızı girmiş düşünceme
Ben iflah olmam
Dalyanları birbirine katmak orkinosların harcı
Dolanınca ağa çok geçmeden küserim
Bir çocuk bile çeker sandala beni
Bu kadar ağır olmasam
Yaralı kılıçbalığının yardımına koşan şairin adı Halim Şefik’tir. Hemingway’in romanındaki ihtiyar adam, avladığı kılıçbalığını sandala çekemez ve köpekbalıklarına yem olur. Halim Şefik dizelerinde Hemingway’e bir gönderme yapmış mıdır? Bu sorunun yanıtını kesin olarak veremeyiz. Ne İstanbul kılıçbalıklarına veda etti, ne de kılıçbalıklarını bir daha gören oldu!
Yazarın Diğer Yazıları
Kuşlar, uçurtmalar, balonlar…
İstanbulun kanatlı sahipleri arasında ilk sırayı martılar alır. Deniz tavuğu da denilen martıların beyaz gvdesi, sarı ayak ve gagaları, İstanbulun iki yakasını bir araya getirmeye alışan vapurlara da renk verir. Vapurların gvdesi beyaz, bacası ve can simitleri sarıdır. Araba taşıyan vapurlara siyah rengi veren de karabataklardır. Denize en yakın ua ...
Vietnam Savaşı'nda bir hayal kahramanı
Servenlerinde Spermani yenen bir kişi vardır. O da, dnya ağır sıklet boks şampiyonu Muhammet Ali Claydan başkası değildir! Uzayın derinliklerinde yaşayan Scrubblular savaş gemileriyle dnyaya gelirler. İnsanlığın ok hızlı geliştiğini ve tehdit oluşturduğunu syleyen uzaylılar, Muhammet Aliye kendi şampiyonlarıyla boks maı yapmayı nerir. stnlklerini i ...
İstanbul'da bir zürafa
Haydarpaşa Rıhtımına yanaşan gemilerden yk boşaltan dev vinler birer zrafa grnmndedirler. Bu vinlerden biri ne zaman gzme takılsa, bir zrafanın İstanbula deniz yoluyla yaptığı yolculuğu anımsarım. Mussolininin Hitlerle birlikte İkinci Dnya Savaşına hazırlandığı yıllarda, Haydarpaşa nlerinden geerek Kadıky İskelesine doğru yol alan bir akşam vapuru ...
Noel Baba Nasreddin Hoca'ya karşı
Antalya Mzesinde sergilenen bir kutunun kapağında Myra Başpiskoposunun resmi vardır. Bu kutu, bir İtalyan kadın tarafından 1925te, Bariden getirilmiştir ve kutuyu değerli kılan da, iinde taşınan kemiklerdir. 1087 yılında, Demreden alınan Myra Başpiskoposunun beş kemiğinin ait olduğu topraklara, yani Antalyaya szn ettiğimiz kutunun iinde geri getiri ...
PADİŞAHIN YEMEK ARTIKLARI
Paristeki Louvre Mzesinde sergilenen Roma askerlerinin kalkanlarından birinin tam nnde duruyoruz!.. Sunay Akın, bu nl mzenin salonlarında birbirinden değerli sanat eserleri sergilenirken, bir Romalı askerin kalkanının nnde durmamız neden? diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Efendim, bu kalkan, Roma İmparatorluğunun egemen olduğu topraklarda her sabah, ...
Savaş ve Ressam
İstanbulun, yks en garip olan hayvan heykeli Kadıkydedir. Bu heykelde kızgın bir boğa gze arpar. Zavallı hayvanı bylesine fkelendiren ne olabilir; yağmurlu havalarda yanından geen ve bir matadorun elindeki pelerine benzettiği kırmızı renkli şemsiyeler mi, yoksa, Bu boğa heykelinin burada ne işi var? diye dşnmeyen insanlar mı?.. Eğer şemsiyelere kız ...
Kuşdili kovboyları
Son eki darbesini de vuran adam, merdiven basamaklarını ağır ağır inerken, astığı tabelaya ilk gvercin konar: GLİSTAN GAZİNOSU HAMDİ BEY İDARESİNDE İşleri nce iyi gider Hamdi Beyin. Ama İstanbulda dans ılgınlığı başlayınca el etek ekilir gazinodan. Kadıky yakasındaki Kuşdili ayırının gzel bir yerinde olmasına rağmen, alaturka bir havası vardır Gl ...
Çelengin ortasındaki kız
Londradaki Kralie Savaş Mzesinde, Birinci Dnya Savaşı sırasında Trk esirlerin boncuklardan yaptıkları yılanlar sergilenmektedir. Ayrıca, bir hayvanın kprckkemiğine yapılmış gemi resmi de mzeyi gezenlerin ilgisini eken eserler arasındadır. Adı bilinmeyen bir Trk esir tarafından izilen gemi, adına Anadoluda trkler sylenen Yavuzdan başkası değildir! B ...