PADİŞAHIN YEMEK ARTIKLARI

Sunay Akın

12 Kasım 2015 - 16:23
Paris’teki Louvre Müzesi’nde sergilenen Roma askerlerinin kalkanlarından birinin tam önünde duruyoruz!..
“Sunay Akın, bu ünlü müzenin salonlarında birbirinden değerli sanat eserleri sergilenirken, bir Romalı askerin kalkanının önünde durmamız neden?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Efendim, bu kalkan, Roma İmparatorluğu’nun egemen olduğu topraklarda her sabah, güneş ışınlarının üstünden ilk yansıdığı silahlardan biridir; çünkü imparatorluğun en doğusundaki birliğe aittir.
Güneş, kalkanın gri rengini altın sarısına dönüştürmekle kalmaz, üstünde resmi olan kediyi de gülümsetir. Evet, kalkanın üstünde bir kedi resmi vardır ve siz bu kediyi yakından tanırsınız. O da, sizi müzenin koridorlarında görünce sevinmiştir zaten. Ne de olsa onunla aynı topraklara aitsiniz. Kalkanın üstünde resmi olan kedi, bir Van kedisidir!
Roma İmparatorluğu’nun doğu birliklerine simge olan, hatta savaş bayraklarına bile resmi konulan Van kedisini Osmanlı Sarayı’nda besleyen padişah, Sultan II. Abdülhamit’tir. İşin aslını ararsanız, “Pamuk” adlı Van kedisinin ilk sahibi padişahın kızı Ayşe Sultan’dır. Bir gün padişahın odasına giren kedi bir daha hiç ayrılmaz oradan. Derler ki, kediyi kızından isteyen II. Abdülhamit şu yanıtla karşılaşmış:
“Kedi zaten sizindir efendimiz; lakin kediyi çok kıskandım!”
II. Abdülhamit, sürgüne gönderildiği Selanik’e bile götürür Pamuk’u. Bir Osmanlı padişahıyla birlikte sürgün hayatı yaşayan bu Van kedisinin en önemli özelliği, yemeğini bakıcısının çatala batırarak sunmasıymış. Pamuk, saray sofrasının artıklarını yemez, kendisine özel yemekler hazırlanırmış. II.Abdülhamit’in yemeğinden artakalanlar kediye verilmez ama bin bir rica ve minnetle bir çocuğa götürülmek üzere gümüş kaplar içinde saraydan dışarıya çıkarılır, bir seferliğine!
Padişahın, tabağında kalan yemekleri bir erkek çocuğa gönderdiği yıl 1899’dur. Bunun nedeni, dili tutulan, konuşmayan çocuğa padişah yemeğinden artakalanların iyi geleceği inancıdır. Din hocalarının bu önerisi hiçbir işe yaramaz. Sarayın artıklarını yiyerek dilinin çözüleceğine inanılan çocuk büyüdüğünde özgürlük şarkıları söyleyecek ve o sofraları devirenlerin korosunda ön sırada yer alacaktır!..
Dili kendiliğinden açılan çocuğun başına bir başka felaket gelir, üç yaşında... Annesi ve babasının yanında götürüldüğü bir ev ziyareti sırasında, hizmetçi kadın tarafından Çingenelere satılmak amacıyla kaçırılır. İstanbul’un altı üstüne getirilerek aranılan çocuk büyük bir şans eseri olarak bulunur.
Neyire Hanım, bir gün oğlunu evdeki terlikleri bir araya toplarken görür. Tüm terlikleri sıralar halinde, düzgün bir şekilde arka arkaya getiren çocuk onlarla konuşmaya, bir şeyler anlatmaya başlar. “Eyvah!” der Neyire Hanım, “Bizim oğlanın dili açıldı açılmasına, ama bu sefer de terliklerle konuşmaya başladı!..”
Kapı arkasından oğlunun konuşmalarını ona belli etmeden dinleyen annenin şaşkınlığı, çocuğun terlikler karşısında bilgi dolu bir konuşma yaptığını duyunca bir kat daha artar. Her gün yinelenen bu garip olay, sonunda çözüme ulaşır:
Çocuk, dayısı Rauf’a ders vermek için eve gelen öğretmenleri dinlemekte, duyduklarını sonradan terliklere anlatmaktadır! Bu “öğretmencilik” oyunu, onun geleceğinin de habercisidir aslında.
Çocuğun terlikleri oyuncak öğrenciler yapması, eğitimi ne de güzel tarif etmektedir:
Eğitim, bilime dayandırılmaz ve yeniliklerden uzak kalırsa, yıkanmayan bir ayağa dönüşür ve içine sokulduğu terliği de kokutur.
On dört yaşına geldiğinde yaşantısı boyunca unutamayacağı bir felakete tanık olur; anneannesinin Yenikapı’daki evi 23 Temmuz 1911’de başlayan Aksaray yangınıyla küle dönüşür. O evde, dedesinin çizdiği haritalar ve yağlıboya gemi resimleri de vardır! Anneannesi, dedesinin yazdığı aşk mektuplarını kurtarabilir yalnızca...
Aynı yıllarda, Yıldız Sarayı’nın bahçesindeki büyük havuzda, İstanbul’un ilk Japon ördekleri yüzmektedir. Bu ördekler, Japon imparatorunun II. Abdülhamit’e gönderdiği armağanlar arasında yer almaktadır. Çocuğun dedesinin adı, Kaptan Ali Bey’dir. Ali Bey, padişahın karşılık olarak gönderdiği armağanları Japon İmparatoru Meici’ye sunmuş, gemisi Ertuğrul ve beş yüzü aşkın adamıyla birlikte geri dönüş yolunda yakalandığı fırtınadan kurtulamayarak Japon Denizi’nde boğulmuştur! II. Abdülhamit’in, yemek artıklarının verilmesine rıza göstermesinin nedeni de zaten, çocuğun Kaptan Ali Bey’in torunu oluşudur.
Terlikleri birer öğrenci gibi karşısına dizen ve onlarla bir öğretmenmiş gibi oynayan çocuk, Köy Enstitüleri’nin mimarlarından Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’dir!
1923 Devrimi’nin eseri olan Köy Enstitüleri’nin kapatılmasıyla “tam bağımsızlık” düşüncesi kalkansız kalır ve emperyalistlerin kuklaları olan hükümetler tarafından unutturulmak istenilir. Bağımsızlık düşüncesinin nefes alamadığı bir ülkenin kolay yutulur bir lokma haline gelmesi ve sömürgeci ülkelerin sofraları için etnik çizgilerle dilimlenmesi kaçınılmazdır.
Çözüm mü?
Çözüm, iki ayrı göz renginin bir bedende olabileceğini görebilmektir...
Yani, Van kedisi!

Yazarın Diğer Yazıları

Kuşlar, uçurtmalar, balonlar…

İstanbulun kanatlı sahipleri arasında ilk sırayı martılar alır. Deniz tavuğu da denilen martıların beyaz gvdesi, sarı ayak ve gagaları, İstanbulun iki yakasını bir araya getirmeye alışan vapurlara da renk verir. Vapurların gvdesi beyaz, bacası ve can simitleri sarıdır. Araba taşıyan vapurlara siyah rengi veren de karabataklardır. Denize en yakın ua ...

İstanbul şövalyesi

Fareyi sevimli bir hayvan olarak bize sunan Walt Disney, Birinci Dnya Savaşına cankurtaran şofr olarak katılır. Yalnızca o mu? Polis romanlarının nl yazarı Dashiell Hammetti de, aynı savaşta bir cankurtaran aracında direksiyon sallarken grrz. İlk kez 1896 yılında, Paris Fuarında grcye ıkan cankurtaran aracının dikiz aynasına drt yıl sonra Bromfield ...

Vietnam Savaşı'nda bir hayal kahramanı

Servenlerinde Spermani yenen bir kişi vardır. O da, dnya ağır sıklet boks şampiyonu Muhammet Ali Claydan başkası değildir! Uzayın derinliklerinde yaşayan Scrubblular savaş gemileriyle dnyaya gelirler. İnsanlığın ok hızlı geliştiğini ve tehdit oluşturduğunu syleyen uzaylılar, Muhammet Aliye kendi şampiyonlarıyla boks maı yapmayı nerir. stnlklerini i ...

İstanbul'da bir zürafa

Haydarpaşa Rıhtımına yanaşan gemilerden yk boşaltan dev vinler birer zrafa grnmndedirler. Bu vinlerden biri ne zaman gzme takılsa, bir zrafanın İstanbula deniz yoluyla yaptığı yolculuğu anımsarım. Mussolininin Hitlerle birlikte İkinci Dnya Savaşına hazırlandığı yıllarda, Haydarpaşa nlerinden geerek Kadıky İskelesine doğru yol alan bir akşam vapuru ...

Noel Baba Nasreddin Hoca'ya karşı

Antalya Mzesinde sergilenen bir kutunun kapağında Myra Başpiskoposunun resmi vardır. Bu kutu, bir İtalyan kadın tarafından 1925te, Bariden getirilmiştir ve kutuyu değerli kılan da, iinde taşınan kemiklerdir. 1087 yılında, Demreden alınan Myra Başpiskoposunun beş kemiğinin ait olduğu topraklara, yani Antalyaya szn ettiğimiz kutunun iinde geri getiri ...

Savaş ve Ressam

İstanbulun, yks en garip olan hayvan heykeli Kadıkydedir. Bu heykelde kızgın bir boğa gze arpar. Zavallı hayvanı bylesine fkelendiren ne olabilir; yağmurlu havalarda yanından geen ve bir matadorun elindeki pelerine benzettiği kırmızı renkli şemsiyeler mi, yoksa, Bu boğa heykelinin burada ne işi var? diye dşnmeyen insanlar mı?.. Eğer şemsiyelere kız ...

Kuşdili kovboyları

Son eki darbesini de vuran adam, merdiven basamaklarını ağır ağır inerken, astığı tabelaya ilk gvercin konar: GLİSTAN GAZİNOSU HAMDİ BEY İDARESİNDE İşleri nce iyi gider Hamdi Beyin. Ama İstanbulda dans ılgınlığı başlayınca el etek ekilir gazinodan. Kadıky yakasındaki Kuşdili ayırının gzel bir yerinde olmasına rağmen, alaturka bir havası vardır Gl ...

Çelengin ortasındaki kız

Londradaki Kralie Savaş Mzesinde, Birinci Dnya Savaşı sırasında Trk esirlerin boncuklardan yaptıkları yılanlar sergilenmektedir. Ayrıca, bir hayvanın kprckkemiğine yapılmış gemi resmi de mzeyi gezenlerin ilgisini eken eserler arasındadır. Adı bilinmeyen bir Trk esir tarafından izilen gemi, adına Anadoluda trkler sylenen Yavuzdan başkası değildir! B ...

ARŞİV