Havuz

04 Temmuz 2019 - 09:59

Geçen hafta Acıbadem ile Koşuyolu’nu birleştiren o geniş caddede, yani halamın bahçeli evinin tam karşısındaki arsayı ziyaret ettim!

Arsa biraz değişmişti elbette. Bizim mahalle çocuklarının esamesi okunmuyordu. Anlaşılan sıcak bir ikindinin göz kapaklarına meydan okuduğu derin bir çocukluk uykusuna saklanmışlardı. Tüh!

Arsa biraz değişmişti sahiden de. Engebeli girişini toprak ve çamurun beslediği günler geride kalmış, aklınıza ne gelirse sıralayabileceğiniz markaların boy gösterdiği Dubai’den kareler şeklinde bir diyara dönüşmüştü. İnsanlara baktım. Herkesin keyfi yerindeydi.  Benimkisine de tam huzursuzluk denemezdi esasen. Belki yaşlı, hatta Kızılderilimsi bir ruhun üfürükçü iç geçirişleri...

Otların ve yoksul çimenlerin yerinde yeller esiyor, inatla, yıllarca o arsanın dibinde bitmiş olan o köhne evin köklerinde ise bir gökdelenin güvenli beton izi geziniyordu. Ben diyeyim on siz deyin on beş katın üzerinde yükseldiği bu temele kulak kesilip baktım. Bizim çoculuğumuza dair hiçbir iz bulamamış olmaksa duygu olarak yorgun bir savaşçı hissiyatından çok enerji dolu bir yüzücü hissiyatı uyandırmıştı bende. 

Hal böyleyken arsanın sesi soluğu çıkmıyordu hâlâ. Geriye şöyle bir dönüp baktım. Halamda da çıt yoktu. Yoksa her fasılda evden çıkar, bize göz kulak olmak adına el sallar, konuyla ilgili olsun olmasın bir şeyler der, komik şeyler yapardı. Komik ve güzel şeyler. Güneşin, özelikle de yaz güneşinin altında pırıldayan kızıl saçları güzel yüzüne ayrı bir anlam katar, fakat oyuna çok daldığımızdan onun o halini seyretmek aklımızın ucundan bile geçmezdi. Bir tek ikindi çayına bizi çağırdığı zaman dikkat kesilirdik. Hele de çayın yanında kek ve sigara böreği varsa... Ne yalan söyleyeyim, kek her zaman olmazdı. Daha çok sigara böreği vardı menüde. Lordan olma, halamdan doğma sigara börekleri arsayı bölerdi. Bölerdi ki hem de nasıl... Zamanı da. Ama zaman kimin umurundaydı ki! Ya arsa? O bizimdi zaten...

Saate baktım. Üç elli bir gibi tuhaf bir zamanı gösteriyordu. Aklıma koymuştum. Ne yapıp edip yüzecektim. Nerede mi? Elbette Belediye’nin yakın bir zaman diliminde tam da bizim arsanın üzerinde açtığı o yarı olimpik havuzda!

Fırsat bu fırsat deyip efor testi, kan, idrar derken günler geçti ve ben sınavlarımı başarıyla verdim. Bir hafta kadar sonra hayal etmeye başladığım o yerde, bizim keltoş arsanın kapısında, çocukluğumun ortasındaydım. 

Ancak bizim çocuklar yine yoktu! Hay sizin dedim... Ne ekâbir tayfasınız siz be kardeşim...

O zaman içim biraz tuhaf oldu. Nereye gitmişti bunlar. Yüzersem belki bulurum onları diye düşündüm. Bizim arsada her şey mümkündü çünkü!

1965 yılında sinemaya uyarlanan şu meşum öykü o zaman geldi aklıma. Burt Lancaster’ın, ABD’nin en önde gelen yazarlarından biri olan John Cheever’ın ölümsüz öyküsünün kahramanı Ned Merill’i canlandırdığı o havuz öyküsü. Bir komşusunun havuz kenarında güneşlenmekte olan Ned, bir hayal kuruyordu. Havuzdan havuza atlayarak kendi evine ulaşmayı hayal ediyordu orada ve şaka maka bunun için on beş havuz geçmesi gerekiyordu.

Benim öykümde ise birazdan girecek olduğum havuzdan başka havuz yoktu etrafta. Umulanın tersine öykü giderek karanlık bir hal almaya başlıyordu. Sanki Amerikan rüyasının sırları tek tek dökülmekteydi. Öykünün atmosferi tamamen değişiyordu. Fırtına, kara bulutlar, yağmur, çamur... Olumsuz sayılabilecek ne ararsan öyküye dolmuştu. Zamanla komşuların ilgisi bile değişmişti. Bir tuhaflık vardı, bir tuhaflık... Yolunda gitmeyen bir şeyler. 

Ürpermiştim. Büyümek üç aşağı beş yukarı böyle bir şeydi zaten... Zar zor adımlarımı takip ettim. İçerdeydim...

Fakat o da ne! Ned’in öyküsündeki karanlık atmosfer yerine bir yüzme hocası ve öğrencileri karşıladı beni. Salondaki saat dördü gösteriyordu ve açık kapılardan içeriye, bir ömre yetecek yaz ikindilerinin rüzgarı üşüşmüştü. Havuzun tepesindeki açık bölmeden ise arsanın güneşi doluşmuştu üzerimize. 

Kloru bol sulara bedenimi bıraktım. Biraz tutulmuş kol, ağrılı omuz ve boyun çalıştıktan sonra, afacan halim bana kavuşmuştu. Bir güzel dibe daldım. İşte o zaman arsanın sırrı ile buluşmak mümkün oldu.  Meğer bizim çocuklar ikindi kahvaltılarını havuzun dibinde edermiş. Ya halam? Yahu o da oradaydı.  Kırmızı bonesinden kızıl saçlarını tanıdım. Her zamanki gibi bize komik ve güzel şeyler söyledi. Üzerimizde bir güneş. Bedenlerimizde bir zamansızlık. Bunu daha detaylı anlatmak isterdim elbet ancak arsa oyunları bizi çağırıyordu. Kek ve sigara böreği de. Oyun karşısında kim hayır diyebilirdi ki. 

(İlgilenirseniz: Yüzücü,  Tomris Uyar tarafından dilimize aktarıldı. Öykünün yer aldığı kitabı aynı adla Everest Yayınları’ndan bulabilirsiniz. Müthiş bir öyküdür!)  

Yazarın Diğer Yazıları

Yıl Sonu

Son iki haftamı masallara ayırdım. İlki Judith Liberman’ın okul öncesi çocuklar için yazdığı kitabı ‘Önce Hayal’ sonrasında ise Gülsevin Kıral’ın ‘Sarımsaklanır mı Kedi’si. Her iki yazarın da masallara ve yaşama dair söylediklerini burada anmak isterim. Dünyanın her neresinde olursak olalım, cinsimiz, rengimiz ne olursa olsun, bizi bize yakınlaş ...

Z Kuşağı

‘Anlamak gideni ve gelmekte olanı’ Nazım Hikmet Kadıköy Çarşısı benim malum yol güzergâhım, bir nevi toprağım, kalbimin hemhal olduğu durağım. Oradan ne zaman geçsem, Türkiye’nin gelecekteki halini ‘işte böyle olsun’ diye kurgulamaya çalışıyorum zihnimde. Geçmiş, şimdi ve geleceğin, kısacası epey yaşlı, yaşlı, orta yaşlı, genç ve en genç ekib ...

Kadınlar vardır!

25 Kasım’ı (Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü) geride bırakırken, son iki yılda yitirdiğimiz kadınların sayısı karşısındaki çaresizliğimiz, çaresizlik olarak kalmaya devam ediyor. Karşımıza çıkan ve duvarlardan bize seslenmeye devam eden 6284 ‘daveti’ ise yaşadığımız cendereye geç kalmış bir farkındalık misali, hayata geçmeyi ...

Kasımpatları

Sonra dedi. Sonrası gelmedi. Kaç yıldır tanışıyorduk? Yirmi yılın içinde geniş tembelliklerdeki bir kedi gibi kıvrılan samimiyetin kenarında dolanırdı merhabalarımız. Ne zaman birbirimizi görsek onun kocaman, gevrek, ev sıcaklığındaki elleri arasında kalıverirdi kansız, soğuk ellerim. Nasılsın Abla? Daha çok kasımpatları için giderdim o ...

Masalda her şey olur

Kadıköy’le ilgili genç arkadaşlarıma sordum… Boya yapıyorlar, yaptıkları boyalı dünyanın masalını da benden dinliyorlardı. Önlerinde bir ev ve evin dayandığı bir mahallenin eşliğindeydi masal ve vardığı yer de Kadıköy’dü… Başlarını bir anlığına kaldırıp, meraklı ve coşkulu biçimde yüzüme baktılar; kimi balıkçılar dedi, kimi kalabalık… Sıcak ve dar ...

Majuro’ya selam söyle!

Motorumuz Eminönü’nün en çilekeş rıhtımlarından biri ve aynı zamanda da tarihin göz kamaştırdığı o yerden demir aldı. Az önce çocukları için çöpten ekmek toplayıp, o ekmeklerin içlerini temizleyerek akşama öğün çıkarma derdindeki kadının yüzündeki çizgileri geride bırakırken ikindi çayları esiverdi motorun güvertesinde. Bir ara karşı kıyıya, Karakö ...

Sonbaharda Ada’ya gitmek

Kadıköy İskelesi’nden biniyorsun motora. Sonrası kendiliğinden geliyor. Ada’dasın, tamam. ‘Soğuk, gerçekten soğuk,’ diye sulara bıraktı kendini kadın. Soğuğun nadir yakıştığı zinde bedenlerdendi bedeni. Soğuğa sakince terk etti kendini. Su ve o; bir süre sonra birlikte bir dalga oldu, hatta ansızın bastıran ve kıyıyı önce usulca derken haylazca ...

Serap

Müdür Bey o gün, okulların açıldığı zaman bir konuşma yapmıştı. Beklenilenin ve umulanın tersine ‘herkesten bir şey öğreniriz’ diye yapılan bir konuşmaydı bu.‘Bugün’ demişti Müdür Bey, arabamdan içeri atılan bir sigara izmaritiyle ne kadar büyük bir yanlış yaptığımı anladım. Zira o izmarit bana aitti ve benim tarafımdan dışarı atılmıştı! Bazı şeyle ...

Meydanlar

Kurban Bayramı’ndan birkaç gün önce Kadıköy’ün sıcak meydanlı bir gününde oğlumla birlikte bir sokak pastanesinin sandalyelerine tüneyip limonata içtik. Onunla, son yıllarda, parça parça ama bir o kadar da nitelikli anılardan oluşmak durumunda kalan hayatımıza bir yenisini daha ekledim. Şöyle ki oturduğumuz yer, biz oraya tüner tünemez canlanıverdi ...

Karşı kıyı

Adalardan karşıya bakıyorum. Uzun uzun, belki saatlerce, belki günlerce. Zaman ayarım nicedir bozuk. Karşı, kara dediğimiz o yer, karasevdayı olur olmaz yerde yerin dibine batıran o duygunun adı oluyor bir kez daha: Utanç. Bu kadar güzel bir diyarı bu kadar çirkinleştirebilmek için özel bir yetenek gerekiyor. O sırada demirleyip zamana meydan ok ...

Sayılar

Çiğdem Aldatmaz’ın Sem adlı kitabında sayılarla ilgili güzel bir öyküsü var. Öykünün adı da ilginç: Karşıdan Karşıya Geçerken Önce Sola Sonra İçinize Bakınız... Harbiye’de şehrin en uzun ışığının önünde tam altmış saniye boyunca bir insanın neler düşünebileceğini anlatan bu öyküyü okur okumaz ömrümüzün ne kadarının bu trafik ışıklarının önünde, kır ...

Peri Kızı Buradan Yak!

Her zamanki Kadıköy’de, denizin dibinde-mutlaka bir öyküde anlatacağım ironik mekânlı bir çayhanedeydim. Hem Kadıköy hem de değil duygusuyla birlikte elimdeki kitabın kapağına dalıp gitmiştim ki mekânın sevimli garsonlarından biri başıma dikildi. Serinleyen havadan, mevsimsiz sıcaklardan, değişen ruh hallerimizden bahsederken elimdeki kitabı işaret ...

Kadınlar ve bayramları

Afganlı gazeteci Mena Mangal’ın sokak ortasında öldürülmesinden bir gün önce onunla lafladık. Gündüz Hanım (adı buna yakın), Kadıköy’ün tarihi yarımdanın olduğu gibi gönlümüze dolmasına izin verdiği kıyısında, hemen yanıbaşımdaydı. Bir bankın üzerinde tesadüfen oturmuş ve sanki bunu anlatan işli bir bayramlık mendilin içinde ansızın bastıran yaz me ...

Bayram küsleri barıştırır

Bayram yazılarını oldum olası hep severim. Bu yüzden erken bir yazı olarak görünse de bu keyfi çıkarmaya niyetliyim... Şeker bayramlarının kıymeti, paha biçilmezlerimden ve esaslarımdandır. Neden derseniz, bu ‘manevi’ tınılı bayram yüzünden hiçbir hayvan, nebat şu bu ölmez, kan dökülmez. Ve daha da önemlisi küsler barışır. Şeker bayramı, hikmeti ...

Biraz bozulmak ya da Vita Activa!

Bu hafta Irmak Zileli ile yeni kitabı Bozuk Saat’i (ON8 Yayınları) konuşurken önemli bir hususa parmak bastı Irmak. Kitabında, kalabalık bir meydanda duran bozuk saatin ahvalini işaret ederek ‘birbirimizle iletişime girebilmemiz için biraz bozulmamız gerekiyor’ dedi. Öyle ya, herkesin ben haklıyım dediği bir toplumda, herkesin kendi haklılarıyla ya ...

Erdoğan Tahmiscioğlu için

Dünya, uzay ve maddenin çok kısa ömürlü kaynaşmalarından, uzay ve temel parçacıkların devasa bir yapbozundan ibaretse... biz neyiz? Fizik Üzerine Yedi Kısa Ders, Carlo Rovelli, *** Bugün yazacaklarım ‘biz neyiz?’ sorusuna aradığım bir cevapla ilgili. Bu soruyu bana sorduransa Erdoğan Hoca. Dünyanın koca bir kainatın bilinmezliği içerisinde ...

Uzaklardan Kadıköy’e bakmak

Hatice Meryem’in son kitabı Yetim, bizlere bir kimsesizlikten bahsediyor. Anne ve babası sağken bile kendisini öksüz ve yetim gibi hisseden bir kız çocuğunun öyküsü şeklinde okuduğumuz hikâye, bir yerden sonra hepimizin yetimliği oluveriyor. Yetimlik mi kimsesizlik mi sorusu, bu noktada çok eskilerde okuduğum bambaşka bir kitabı çağrıştırıyor: Jale ...

Kadıköy, Büyükşehir’le buluştuğunda

Yıllardırbaşımızda olan bir şey. Defalarca Kadıköy Belediyesi ya da CHP’li diğer ilçe belediyelerinin kültür etkinliklerine davet edilirken, sanki bu kentin ve ülkenin insanı değilmişiz gibi başta Büyükşehir olmak üzere İstanbul’un diğer belediyelerince sakıncalı bulunduk. Kültür ve sanatın nasıl bir buluşma dili olduğunu bilmemek mümkün olabilir m ...

Kadıköylü Kadın

Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde yaşanan olay, sayısız insanın katledilmesiyle sonuçlandı. Elli Müslümanın hayatını kaybettiği kanlı bir eylemdi bu. Başbakan Jacinda Ardern’in olay karşısında sergilediği ise dünyanın aradığı barış dilinin ta kendisiydi! Saldırının hemen ardından kurban yakınlarını ziyaret etti Ardern ve onlara tek tek sarıldı ...

8 Mart’ın gözleri ve sözcükler

‘Sözcüklerse, özellikle kitaplarda bulunan sözcükler ketumdur.’ Eskiden, yani epeyce eskiden, karşı yakanın (Avrupa) duvarlarını süsleyen bir kadın vardı. O kadını otobüsle önünden geçerken tanımıştım. Kadının tek yaptığı asıldığı duvarın önünde külotlu çorabını son derece seksi bir biçimde çekmesiydi. Hayatı boyunca kaç kadın külotlu çorabını ...

Yaşamın özgürlüğü

“Özgür Yaşa Ey Sislerin Çocuğu!” Henry David Thoreau Yaklaşık bir haftadır sise uyanıyoruz. Sis, büründüğümüz tutsaklığı hatırlatıyor. Hangi tutsaklık derseniz, daha bir geniş perspektiften bakarak söylemek gerekirse, yaşam tutsaklığı! Oysa biliyorum ki şu da var: Türkiye gerçeği. Türkiye, yaşamlarımızın bütün gerçeğini belirliyor. Coğrafy ...

Boynunun Etrafındaki Şey

O yaz, kendini gerçekleştirdiğin ilk yazdı. Müthiş bir kitabın sarsıcı bir öyküsünün arasında kaybolmuştum. Öykü, Nijeryalı bir yazar olan Chimamanda Ngozi Adichie’ye aitti. Zeki ve duyarlı bir kız çocuğunun erkek kardeşine tanınan imtiyazlarına bir noktadan sonra isyan etmesinin öyküsüydü bu. Nasıl diye soracak olursanız, sanırım cevabım ‘çok s ...

Tatil

Ocak ayının sonu. Yarıyıl karne zamanı... Karne nedir? İçindeki notlar, hal ve gidiş bölümünün yayılıp gittiği o dikdörtgen karton, çok değil bir yıl sonra pek bir şey ifade etmeyecek şuncacık bir kağıt parçası! Sonuçta diplomaların bile insan hayatındaki karşılığı budur. Bir süre sonra o diplomalar, gittiğiniz turistik bir yerin önünde çektirdi ...

Şimdi ne yazacağım?

Sevgili Kadıköy, İlk yazıma böyle başlamak istedim. Köşe yazılarına yabancı biri değilim. Yine de her okur kitlesi ayrı bir heyecan. O heyecana teyellenerek söylenecek cümle ise galiba net: Gazete Kadıköy’de yazmak ayrı bir bayramlık fistan... Geçerken uğradığım her hangi bir kahvehanede, çaycıda, orada burada tebessüm ederek sayfalarını k ...

ARŞİV