Uzaklardan Kadıköy’e bakmak

18 Nisan 2019 - 16:30

Hatice Meryem’in son kitabı Yetim, bizlere bir kimsesizlikten bahsediyor. Anne ve babası sağken bile kendisini öksüz ve yetim gibi hisseden bir kız çocuğunun öyküsü şeklinde okuduğumuz hikâye, bir yerden sonra hepimizin yetimliği oluveriyor. Yetimlik mi kimsesizlik mi sorusu, bu noktada çok eskilerde okuduğum bambaşka bir kitabı çağrıştırıyor: Jale Parla’nın Babalar ve Oğullar: Tanzimat Romanının Epistemolojik Temelleri kitabını...

Parla’nın kitabı, edebiyat metinleri aracılığıyla yetimliğimize, dolayısıyla kimsesizliğimize vurgu yapan yanıyla, Yetim’in 2019’daki ruhuyla, zihnimde başka bir tarzda biçimleniyor. Bir baba arayışının cisimleştirdiği Tanzimat dönemi romanından bugüne baktığımızda neden hâlâ ruhsal olarak yetim bir mizaca sahibiz sorusu içinde birçok enerjiyi saklıyor aslında. 

Niye bu kadar kaybolduk sorusu ‘aslında hep kayıptık’ gibisinden olumsuz bir yere vardırabilir bizi. Ki bunu hiç istemiyorum. Zira umutsuzluğu kendine kalkan edinen o insanlardan değilim ve kalemimin de buna cümleten rıza göstermesinden yana değilim.

Ancak bu, yaşadığımız, tanık olduğumuz yabanıl gerçekliği görmeyeceğimiz anlamına da gelmemeli. 

Bu satırları yazarken yolumun düştüğü Kanada, tam da bu noktada kaybolmuşluğumuza ve bu yitikliğe bir arkadaşımın kılıçtan keskin eleştirisine daha yakından bakmama yol açıyor. Tek bir politik şahsiyetin duvarlarda, duvarlardaki ilanlarda, kısacası gündelik hayatta yer almadığı bu uzak diyarda bazı şeyleri yeniden düşünmeye çalışıyorum. Esip duran rüzgâr, arada atıştıran Nisan karı ve soluk kesen ayaz eşliğinde aklım ve duygularım tüm canlılığı ile hâlâ İstanbul’da. Zihnim hâlâ alınamamış o mazbatada. Kalbimin duygusal bir halde teklemesi, yıllardır içimde eksilen kanımdaki demir oranı kadar, geride bıraktığımız o onyedi yılda. Es geçilenlerde, unutulanlarda, yok sayılanlarda, kaçırılan fırsatlarda. Mezbahaya dönmüş bir şehrin sokaklarında, silueti yağmalanmış bir rant piyasasında palazlanan sözcüklerde. O sözcüklerde yağmalanan duygularda, o duyguları kendine kılıf edinmiş vasatlıkta, o vasatlığı taçlandıran kötücüllük virüsünün hemen her noktaya sirayet etme hızında.

Tam bu hallerdeyken o arkadaşımın sözleri karşısında ürperiveriyorum. Onun eleştirisi, son yaşadıklarımıza istinaden, tipik bir kabile toplumu olduğumuz yönünde. Böyle derken aslında beni de bir yerde o topluluğun içerisine tıkıştırma heveslisi olduğunu içlenerek seziyorum. Ve içten içe kızıyorum ona. Aynı Kadıköy sokaklarında, denize açılan o çarşı içinde taze kahve kokusuyla birlikte büyüdüğümüz bu oğlanın ne zamandır bu cümleye asılı bir hayat geçirdiğini anlamaya çalışıyorum. Uzun zamandır Atlantik Okyanusu’nun kıyılarında gezinirken, neyi ne zaman unuttuğunu fark etmemse biraz zaman alıyor. 

Kızgınlığıma bir yirmidört saat ekliyorum çıkarıyorum. Ona ülkede yaşanan cendereyi, örneğin tarihi yanıltıp durarak aldığı reklâmlarla bire bin katan bir dizideki cümlenin hepimizi nasıl zehirleyebileceğini, bunun türlü türlü nedenlere dayalı olduğunu, ancak matruşkalar gibi ardı arkasının kesilmediğini, kolay kolay da kesilemeyeceğini... Söylemek, söylemek istiyorum. Sonra içimdeki ayazın eşliğinde birden anlıyorum!

Neyi mi?

Başta sözünü ettiğim yetimliği ve kimsesizliği elbette! 

İster içerde ister dışarda olalım, merceklerimizin buğulanmasına neden olan kimsesizliğimizin reçetesi ne ait olmamak ne de dışlamaktan geçiyor. 

Bir reçete aranacaksa, o reçete olsa olsa yüzleşmektir diyesim var. Yetimliğimiz ve topyekûn kimsesizliğimizle yüzleşmek. Hep beraber, ayrım gütmeksizin. Babalar ve oğullar, babalar ve kızlar, babalar, anneler, yetimler, öksüzler, metinler, diziler, kısaca biz, kısaca, her nereden geldiysek gelelim ve her nereye gidiyor ve gidecek olursak olalım, şu tarihsel kimsesizliğimizle yüzleşmek.

Yazarın Diğer Yazıları

Yıl Sonu

Son iki haftamı masallara ayırdım. İlki Judith Liberman’ın okul öncesi çocuklar için yazdığı kitabı ‘Önce Hayal’ sonrasında ise Gülsevin Kıral’ın ‘Sarımsaklanır mı Kedi’si. Her iki yazarın da masallara ve yaşama dair söylediklerini burada anmak isterim. Dünyanın her neresinde olursak olalım, cinsimiz, rengimiz ne olursa olsun, bizi bize yakınlaş ...

Z Kuşağı

‘Anlamak gideni ve gelmekte olanı’ Nazım Hikmet Kadıköy Çarşısı benim malum yol güzergâhım, bir nevi toprağım, kalbimin hemhal olduğu durağım. Oradan ne zaman geçsem, Türkiye’nin gelecekteki halini ‘işte böyle olsun’ diye kurgulamaya çalışıyorum zihnimde. Geçmiş, şimdi ve geleceğin, kısacası epey yaşlı, yaşlı, orta yaşlı, genç ve en genç ekib ...

Kadınlar vardır!

25 Kasım’ı (Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü) geride bırakırken, son iki yılda yitirdiğimiz kadınların sayısı karşısındaki çaresizliğimiz, çaresizlik olarak kalmaya devam ediyor. Karşımıza çıkan ve duvarlardan bize seslenmeye devam eden 6284 ‘daveti’ ise yaşadığımız cendereye geç kalmış bir farkındalık misali, hayata geçmeyi ...

Kasımpatları

Sonra dedi. Sonrası gelmedi. Kaç yıldır tanışıyorduk? Yirmi yılın içinde geniş tembelliklerdeki bir kedi gibi kıvrılan samimiyetin kenarında dolanırdı merhabalarımız. Ne zaman birbirimizi görsek onun kocaman, gevrek, ev sıcaklığındaki elleri arasında kalıverirdi kansız, soğuk ellerim. Nasılsın Abla? Daha çok kasımpatları için giderdim o ...

Masalda her şey olur

Kadıköy’le ilgili genç arkadaşlarıma sordum… Boya yapıyorlar, yaptıkları boyalı dünyanın masalını da benden dinliyorlardı. Önlerinde bir ev ve evin dayandığı bir mahallenin eşliğindeydi masal ve vardığı yer de Kadıköy’dü… Başlarını bir anlığına kaldırıp, meraklı ve coşkulu biçimde yüzüme baktılar; kimi balıkçılar dedi, kimi kalabalık… Sıcak ve dar ...

Majuro’ya selam söyle!

Motorumuz Eminönü’nün en çilekeş rıhtımlarından biri ve aynı zamanda da tarihin göz kamaştırdığı o yerden demir aldı. Az önce çocukları için çöpten ekmek toplayıp, o ekmeklerin içlerini temizleyerek akşama öğün çıkarma derdindeki kadının yüzündeki çizgileri geride bırakırken ikindi çayları esiverdi motorun güvertesinde. Bir ara karşı kıyıya, Karakö ...

Sonbaharda Ada’ya gitmek

Kadıköy İskelesi’nden biniyorsun motora. Sonrası kendiliğinden geliyor. Ada’dasın, tamam. ‘Soğuk, gerçekten soğuk,’ diye sulara bıraktı kendini kadın. Soğuğun nadir yakıştığı zinde bedenlerdendi bedeni. Soğuğa sakince terk etti kendini. Su ve o; bir süre sonra birlikte bir dalga oldu, hatta ansızın bastıran ve kıyıyı önce usulca derken haylazca ...

Serap

Müdür Bey o gün, okulların açıldığı zaman bir konuşma yapmıştı. Beklenilenin ve umulanın tersine ‘herkesten bir şey öğreniriz’ diye yapılan bir konuşmaydı bu.‘Bugün’ demişti Müdür Bey, arabamdan içeri atılan bir sigara izmaritiyle ne kadar büyük bir yanlış yaptığımı anladım. Zira o izmarit bana aitti ve benim tarafımdan dışarı atılmıştı! Bazı şeyle ...

Meydanlar

Kurban Bayramı’ndan birkaç gün önce Kadıköy’ün sıcak meydanlı bir gününde oğlumla birlikte bir sokak pastanesinin sandalyelerine tüneyip limonata içtik. Onunla, son yıllarda, parça parça ama bir o kadar da nitelikli anılardan oluşmak durumunda kalan hayatımıza bir yenisini daha ekledim. Şöyle ki oturduğumuz yer, biz oraya tüner tünemez canlanıverdi ...

Karşı kıyı

Adalardan karşıya bakıyorum. Uzun uzun, belki saatlerce, belki günlerce. Zaman ayarım nicedir bozuk. Karşı, kara dediğimiz o yer, karasevdayı olur olmaz yerde yerin dibine batıran o duygunun adı oluyor bir kez daha: Utanç. Bu kadar güzel bir diyarı bu kadar çirkinleştirebilmek için özel bir yetenek gerekiyor. O sırada demirleyip zamana meydan ok ...

Sayılar

Çiğdem Aldatmaz’ın Sem adlı kitabında sayılarla ilgili güzel bir öyküsü var. Öykünün adı da ilginç: Karşıdan Karşıya Geçerken Önce Sola Sonra İçinize Bakınız... Harbiye’de şehrin en uzun ışığının önünde tam altmış saniye boyunca bir insanın neler düşünebileceğini anlatan bu öyküyü okur okumaz ömrümüzün ne kadarının bu trafik ışıklarının önünde, kır ...

Peri Kızı Buradan Yak!

Her zamanki Kadıköy’de, denizin dibinde-mutlaka bir öyküde anlatacağım ironik mekânlı bir çayhanedeydim. Hem Kadıköy hem de değil duygusuyla birlikte elimdeki kitabın kapağına dalıp gitmiştim ki mekânın sevimli garsonlarından biri başıma dikildi. Serinleyen havadan, mevsimsiz sıcaklardan, değişen ruh hallerimizden bahsederken elimdeki kitabı işaret ...

Havuz

Geçen hafta Acıbadem ile Koşuyolu’nu birleştiren o geniş caddede, yani halamın bahçeli evinin tam karşısındaki arsayı ziyaret ettim! Arsa biraz değişmişti elbette. Bizim mahalle çocuklarının esamesi okunmuyordu. Anlaşılan sıcak bir ikindinin göz kapaklarına meydan okuduğu derin bir çocukluk uykusuna saklanmışlardı. Tüh! Arsa biraz değişmişti ...

Kadınlar ve bayramları

Afganlı gazeteci Mena Mangal’ın sokak ortasında öldürülmesinden bir gün önce onunla lafladık. Gündüz Hanım (adı buna yakın), Kadıköy’ün tarihi yarımdanın olduğu gibi gönlümüze dolmasına izin verdiği kıyısında, hemen yanıbaşımdaydı. Bir bankın üzerinde tesadüfen oturmuş ve sanki bunu anlatan işli bir bayramlık mendilin içinde ansızın bastıran yaz me ...

Bayram küsleri barıştırır

Bayram yazılarını oldum olası hep severim. Bu yüzden erken bir yazı olarak görünse de bu keyfi çıkarmaya niyetliyim... Şeker bayramlarının kıymeti, paha biçilmezlerimden ve esaslarımdandır. Neden derseniz, bu ‘manevi’ tınılı bayram yüzünden hiçbir hayvan, nebat şu bu ölmez, kan dökülmez. Ve daha da önemlisi küsler barışır. Şeker bayramı, hikmeti ...

Biraz bozulmak ya da Vita Activa!

Bu hafta Irmak Zileli ile yeni kitabı Bozuk Saat’i (ON8 Yayınları) konuşurken önemli bir hususa parmak bastı Irmak. Kitabında, kalabalık bir meydanda duran bozuk saatin ahvalini işaret ederek ‘birbirimizle iletişime girebilmemiz için biraz bozulmamız gerekiyor’ dedi. Öyle ya, herkesin ben haklıyım dediği bir toplumda, herkesin kendi haklılarıyla ya ...

Erdoğan Tahmiscioğlu için

Dünya, uzay ve maddenin çok kısa ömürlü kaynaşmalarından, uzay ve temel parçacıkların devasa bir yapbozundan ibaretse... biz neyiz? Fizik Üzerine Yedi Kısa Ders, Carlo Rovelli, *** Bugün yazacaklarım ‘biz neyiz?’ sorusuna aradığım bir cevapla ilgili. Bu soruyu bana sorduransa Erdoğan Hoca. Dünyanın koca bir kainatın bilinmezliği içerisinde ...

Kadıköy, Büyükşehir’le buluştuğunda

Yıllardırbaşımızda olan bir şey. Defalarca Kadıköy Belediyesi ya da CHP’li diğer ilçe belediyelerinin kültür etkinliklerine davet edilirken, sanki bu kentin ve ülkenin insanı değilmişiz gibi başta Büyükşehir olmak üzere İstanbul’un diğer belediyelerince sakıncalı bulunduk. Kültür ve sanatın nasıl bir buluşma dili olduğunu bilmemek mümkün olabilir m ...

Kadıköylü Kadın

Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde yaşanan olay, sayısız insanın katledilmesiyle sonuçlandı. Elli Müslümanın hayatını kaybettiği kanlı bir eylemdi bu. Başbakan Jacinda Ardern’in olay karşısında sergilediği ise dünyanın aradığı barış dilinin ta kendisiydi! Saldırının hemen ardından kurban yakınlarını ziyaret etti Ardern ve onlara tek tek sarıldı ...

8 Mart’ın gözleri ve sözcükler

‘Sözcüklerse, özellikle kitaplarda bulunan sözcükler ketumdur.’ Eskiden, yani epeyce eskiden, karşı yakanın (Avrupa) duvarlarını süsleyen bir kadın vardı. O kadını otobüsle önünden geçerken tanımıştım. Kadının tek yaptığı asıldığı duvarın önünde külotlu çorabını son derece seksi bir biçimde çekmesiydi. Hayatı boyunca kaç kadın külotlu çorabını ...

Yaşamın özgürlüğü

“Özgür Yaşa Ey Sislerin Çocuğu!” Henry David Thoreau Yaklaşık bir haftadır sise uyanıyoruz. Sis, büründüğümüz tutsaklığı hatırlatıyor. Hangi tutsaklık derseniz, daha bir geniş perspektiften bakarak söylemek gerekirse, yaşam tutsaklığı! Oysa biliyorum ki şu da var: Türkiye gerçeği. Türkiye, yaşamlarımızın bütün gerçeğini belirliyor. Coğrafy ...

Boynunun Etrafındaki Şey

O yaz, kendini gerçekleştirdiğin ilk yazdı. Müthiş bir kitabın sarsıcı bir öyküsünün arasında kaybolmuştum. Öykü, Nijeryalı bir yazar olan Chimamanda Ngozi Adichie’ye aitti. Zeki ve duyarlı bir kız çocuğunun erkek kardeşine tanınan imtiyazlarına bir noktadan sonra isyan etmesinin öyküsüydü bu. Nasıl diye soracak olursanız, sanırım cevabım ‘çok s ...

Tatil

Ocak ayının sonu. Yarıyıl karne zamanı... Karne nedir? İçindeki notlar, hal ve gidiş bölümünün yayılıp gittiği o dikdörtgen karton, çok değil bir yıl sonra pek bir şey ifade etmeyecek şuncacık bir kağıt parçası! Sonuçta diplomaların bile insan hayatındaki karşılığı budur. Bir süre sonra o diplomalar, gittiğiniz turistik bir yerin önünde çektirdi ...

Şimdi ne yazacağım?

Sevgili Kadıköy, İlk yazıma böyle başlamak istedim. Köşe yazılarına yabancı biri değilim. Yine de her okur kitlesi ayrı bir heyecan. O heyecana teyellenerek söylenecek cümle ise galiba net: Gazete Kadıköy’de yazmak ayrı bir bayramlık fistan... Geçerken uğradığım her hangi bir kahvehanede, çaycıda, orada burada tebessüm ederek sayfalarını k ...

ARŞİV