Ankara'dan abim gelmiş

11 Nisan 2025 - 09:00

Kadıköy'den İstanbul'a
İlk avare akşamlar
Alnımda ergenlikler
İlk aşkı müjdelermiş
Annem babam beni çok severmiş
Bir sinemanın önündeyim
Siyah beyaz bir film varmış
Annem babam beni çok severmiş

Ankara'dan abim gelmiş
Evde bir bayram havası
Annem babam beni çok severmiş

Ankara’dan abim geldi/ Grup Gündoğarken

Ankara’dan ağabeyimin geldiği güne gitmek istiyorum ben. Ben bugünü sevmiyorum. Eskiye aitim ben, eskide kalmak, eskiyi yaşamak istiyorum. 

Oysa sadece eskiyorum.

Yaş oldu bilmem kaç, söylerken bile utanıyorum, yalan yok! Karşımdakiler nezaketen “hiç göstermiyorsunuz” dediğinde genç kız gibi kırıtıyorum. Bal gibi de gösteriyorum. Göstermiyorsunuz diyenlere mal gibi de inanıyorum. 

Zaman yüzüme tırnaklarını geçire geçire geçiyor. Keşke şimdi o günlere dönsem, yine on altı yaşında olsam. Annem babam sağ olsa, ah keşke, hiç değilse bir güncük. Akşam yemeğinde bir araya gelsek yine. Annem patates oturtma yapmış olsa bol kıymalı, yanında da cacık, radyodan ajans haberlerinin sesi gelse kulağıma. Babam bir yandan söylense yemek yerken, dese ki “Bunlar ülkeyi batıracak” Ah babacığım, çok şükür iyi ki görmedi, bu ülkeyi sonra kimler nasıl batıracak! 

Yemekten sonra ben izin istesem, İstanbul’a gitmek için. Annem “Burası da İstanbul değil mi ayol, suyu mu çıktı Kadıköyü’nün? dese. Ay keşke Kadıköy’e hâlâ Kadıköyü dense. Ben yalvarsam, yakarsam, izni koparsam… Alnımda pıtrak gibi kabaran ergenlikleri saçlarımla örtebilmek için aynanın karşısında her yolu denesem. Sonra “Amaaan boş ver” deyip vazgeçsem alnımı kapamaya çalışmaktan, kırk yılın başı izin almışım zaten deyip sivilcelerimi unutsam.  Annemden aşırdığım rujla dudaklarımı belli belirsiz boyasam, annem kapıda fark edip silmesin diye bin türlü numara yapsam. 

İnsem Kadıköyü’ne, vapoorla geçsem İstanbul’a, avare bir akşama… Vapurda karşımda oturan çocuğa oracıkta aşık olsam, vapur kıyıya yanaşana kadar ah ne büyük aşk yaşasam onunla adını hiç bilmeden, gözlerimizle konuşsak, mahcup mahcup bakışsak, Karaköy’e gelince de severek ayrılsak… “Çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili” desem yokuşu çıkarken kendi kendime. Ismarlama büyük aşkımla, ısmarlama aşk acısına gark olsam. Role girsem, öyle hemen çıkamasam. Kendi yazdığım büyük aşk hikayesine daha çok inanmak için içimi acıtsam biraz bile bile. 

Ama Beyoğlu’na gelir gelmez uzatmasam, unutsam. Kaybolsam Beyoğlu’nun rengarenk vitrinlerinde, bir ona baksam, bir buna. Sonra sinemaya girip siyah beyaz bir filmdeki aşka kaptırıp kendimi avutsam. 

Eve döndüğümde annem pencerede beklese, “Babanı zor zaptettim, nerede kaldın” dese. Uyumadan önce gözümün önüne izlediğim film gelse, esas kızı ben, esas oğlanı vapurdaki çocuk olsa. O çocuğu bir daha görebilmek için dua ede ede uyuyakalsam. 

Sabah erkenden çalan zille uyansak, bir de görsem ki Ankara’dan abim gelmiş, evde bir bayram havası… Annem “bilsem sarma yapardım” diye eksiklense, ne pişireceğini bilemeyip dört dönse telaşla, babam “İyi ki geldin, sen geldin de karnımız doyacak” dese hınzırlığına, annem “aşk olsun bey” deyip süzülse biraz. Ben sığınsam ağabeyimin delikanlı gölgesine. Gözüm çantasında, kalbim küt küt, sesimi çıkarmadan beklesem getirdiğinden emin olduğum hediyemi vermesini. Kahvaltıda babam abime laf arasında “Şşşşt söyle bakayım konuştuğun kız var mı?” diye sorsa, benim daha o yaştan görümceliğim tutsa. Kıskansam abimi, o kızdan, her kızdan, tanımadığım herkesten. Ah biz o masada biraz daha kalsak. Biz dördümüz yeniden aile olsak. 

Karışsa mesafeler, bir kapı açılsa zamandan. Keşke yine gelse abim Ankara’dan. Ben böyle bu zamanın yabancısı kalmasam, artık yaşlanmasam…

ARŞİV