Buradan Uzaklara

09 Mayıs 2025 - 09:00

Buradan Uzaklara
“Ne testler çözdük biz
Ne yanlışlar bulduk
Ne özetler okuduk da
Ne çoktan seçildik
Bu yalnızlar liginde
Her sene üst üste
Şampiyon olmuşuz da
Kupalara doymuşuz da
Üstelik tanışmışız da
Bir Kadıköy akşamında
Gidebilir miyiz dersin
Buradan uzaklara” 

Cenk Taner/ Buradan Uzaklara

“Çalışan kazanır, elması kızarır” derdi annem, ömrüm bu sözü duyarak geçti, kaç sınava girdim, kaç soru çözdüm bilmiyorum. Ama hep başardım, artık başarı ne demekse! Hayatım test çözerek, üç yanlışın bir doğruyu götürdüğünü bilip yanlış yapmamaya çalışarak, ne çoklardan seçilerek, ne heveslerden vazgeçerek, gelecek uğruna gündelikleri hep erteleyerek geçti. 

Çünkü bize, bana da, anneme de, dedeme de böyle öğretildi. Çalışan kazanır! Ne ekersen onu biçersin! Emek olmadan yemek olmaz! Zahmetsiz rahmet olmaz! Yazın başı pişenin, kışın aşı pişer!

Öyle değilmiş meğer!

Şimdi onca sınavdan, onca mecburi stajdan, onca uykusuz geceden, yarım kalan hayalden, kursak denen o yerde biriktirdiklerimden yutkunamaz hale geldikten sonra öğrendim bunu.  

Bir sevdiğim var, o da benim gibi, yüzdelik dilimlerin zirvesinden biliriz birbirimizi. Biz, orta gelirli ailelerin bin türlü fedakarlıkla okutulmuş, okuyunca hayatının kurtulacağına inandırılmış, zeki ama saf, akıllı ama masum, başarılı ama züğürt çocukları…

Bir Kadıköy akşamında tanıştım onunla, Kadıköy çocuğuyuz biz, denizlere çıkar bizim sokaklarımız. İşte o sokaklardan birinde gördüm onu. Sırt çantasından el sallayan T cetvelini görünce anladım mimarlık öğrencisi olduğunu. Ne güzel işte, bir mimar, bir mühendis adayı durağa beraber yürüdük, o bir kaldırımda, ben karşısında. Aynı otobüsün kuyruğunda, o önde, ben hemen arkasında beklerken nasıl etsem de tanışsam diye geçirdim içimden. Şansım yaver gitti, hayat boyu duyduğum hiçbir ses beni onun kartından gelen “Yetersiz Bakiye” kadar mutlu etmedi. 

Sonra tanıştık işte. Yıllar geçti beraber, ama bizim bakiye hep yetersizdi. Onun bursunu benim bursuma, benim harçlığımı onun harçlığına ekleyip, gidilememiş konserler, kapısından geçilememiş festivaller, hayallerde kalınan tatillerle okulu bitirdik. Sanıyorduk ki okul bitince, kollarını açmış bizi bekliyor olacaktı holdingler, şirketler, resmi daireler. Çünkü çalışan kazanırdı. Çünkü onca emekten sonra sıra yemekteydi. Çünkü onca zahmetten sonra artık rahmet zamanıydı. Çünkü ekmiştik, artık biçme vaktiydi!

Ama öyle olmadı, bizim çok inandığımız ülkemiz bize inanmadı. Ya “tecrübeniz yok” dediler, ya karın tokluğunu reva gördüler, ya “hamili kart yakinimdir” istediler. Biz yine aynen devam, yine ucuz kahveciler, yine yetersiz bakiyeler, yine anne baba evindeki çocukluk odamızda hurçlara sıkış tıkış doldurulup gardırop tepelerine kaldırılmış düşler, yine güzel günler göreceğiz çocuklar…

İçimi en çok acıtan da ne biliyor musunuz? Annemin gözündeki hayal kırıklığı. Oysa o, benden çok inanmıştı aydınlık yarınlara. Onun düşlerini doldurduğu hurç, benimkinden kalabalıktı, benimkinden ağır… O yüzden yarası da ağır oldu. Biliyorum, bana demese de, hiç belli etmemeye çalışsa da içinden beni suçladı bazen. Ben de çok mu idealisttim canım, iş mi beğenmiyordum yoksa, belki de tutuktum, azıcık gülsem, espri filan yapsam etkilenmez miydi görüşme yapan kadın, ne bileyim biraz girişken mi olsaydım acaba, ellerini yeterince kuvvetli sıkmıyor muydum, internette ‘iş görüşmesine gidenler kırmızı kravat taksın’ yazıyordu, kırmızı kravat mı takmıyordum, çok mu bilmiş duruyordum, ne için mühendislik yapacağım diye tutturmuştum ki, yoksa çok mu ince eleyip sık dokuyordum?

Ne yaptıysam olmadı. İş bulamadım. Sevdiğim de bulamadı. Şimdi yol gözüktü bize, buradan uzaklara…

Dün son kez oturduk sahilde martılara karşı. Son kez batırdık güneşi. Beraber gidiyoruz. Hiç kolay değilmiş gitmek, memleketi bunca severken.  Kadıköy çocuğuyuz biz, denizlere çıkar bizim sokaklarımız… Denizsiz yapabilir miyiz oralarda bilmiyoruz. Alışabilir miyiz soğuğa, karanlığa, uzağa, başka bir dile bilmiyoruz. Ama gidiyoruz. Annem diyor ki, oralarda tecrübe kazanırsak buralarda kapışılırmışız. Azıcık dişimizi sıkarsak karşılığını alırmışız. Sabrın sonu selametmiş. 

Bilmiyoruz. Atasözlerine inancımızı yitireli çok oldu ama bir umut gidiyoruz. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ankara'dan abim gelmiş

Kadıköy'den İstanbul'a İlk avare akşamlar Alnımda ergenlikler İlk aşkı müjdelermiş Annem babam beni çok severmiş Bir sinemanın önündeyim Siyah beyaz bir film varmış Annem babam beni çok severmiş Ankara'dan abim gelmiş Evde bir bayram havası Annem babam beni çok severmiş Ankara’dan abim geldi/ Grup Gündoğarken Ankara’dan ağabeyimin ...

Kadıköy’den Ayrılırken

“Ben en çok senin gülüşünü sevdim En güzel zamanlarımı sana verdim Şimdi Fatoş’un Meyhanesi’ne  Sen mi gidersin yoksa ben mi? Fotoğraflarını hala silmedim Sokağa çıkıp birkaç adım bile yürümedim Bundan sonra Moda Sahili’ne Sen mi gidersin yoksa ben mi?” Kadıköy’den Ayrılırken/Açık Seçik Aşk Bandosu Emindi ayrıldıklarına, ...

Bakkala diye çıkıp

“Zaman nasıl da geçmiş Küçük kızım büyümüş Geçmişe biraz kırılmış da O her şeyi unutmuş Havasına suyuna aldırmadan Yaşadığım şehre taşınmış Ev iş aynen devammış ama Şimdi biraz daha rahatmış Bakkala diye çıkıp sana gelesim var Hemen bugün olmasa da seni Acilen göresim var Biraz kalabalıkmış otobüs Cam kenarına oturmuş Aklına gelm ...

Kadıköy Şarkılarına Yazılmış Kadıköy Öyküleri

Geçmem bir daha Kadıköy’den “Bir akşam masası, iki kişiyiz, sen ve ben Gidiyorsun hiçbir şey söylemeden, birden Kadıköy'de bir yağmurlu bahçeden Yıllar külleniyor, izi kalıyor aşkın Yüreğim kurtulsa da yangından, alevden Yana yana kül olayım, unutup yine sevdalanayım Geçmem bir daha Kadıköy'den Sen uzaklarda ülkem, ben gurbette bir göçm ...

ARŞİV