Geçmem bir daha Kadıköy’den
“Bir akşam masası, iki kişiyiz, sen ve ben
Gidiyorsun hiçbir şey söylemeden, birden
Kadıköy'de bir yağmurlu bahçeden
Yıllar külleniyor, izi kalıyor aşkın
Yüreğim kurtulsa da yangından, alevden
Yana yana kül olayım, unutup yine sevdalanayım
Geçmem bir daha Kadıköy'den
Sen uzaklarda ülkem, ben gurbette bir göçmen
Zamanı durdurabilsem, ne ben kalsam ne sen gitsen
Yana yana kül olayım, unutup yine sevdalanayım
Geçmem bir daha Kadıköy'den
Ey akşam vapuru, sana mı kalır dünya?
Ben o yağmurlu iskeleye inmem, inmem”
*Ezginin Günlüğü /Kadıköy
Bazı yağmurlar toprağa karışır, bazısı içinde kalır, taşlaşır. Öyle oldu o gün. O günden beri taşa döndü bir yanım. Hiç unutmuyorum, ip gibi yağan yağmurun altında bekledim seni, o zamanlar sinema olan Süreyya’nın önünde. Sen pek gecikmedin aslında, ben heyecandan erkenciydim. Hep ya yağarsa diye çantanda taşıdığın mor şemsiyenden seçtim seni, telaşlı kalabalığa inat sakin adımlarla yağmurun tadını çıkarmandan… Öyleydin sen, tadını çıkarırdın her anın, yağmurun, güneşin, aşık olunmanın…
Geldin, bana baktın, sırılsıklamdım. Sonra sığındım senin şemsiyenin altına. Şimdi sorsalar hayatının en güzel anı ne diye, hiç düşünmeden o mor şemsiyenin altında beraber yürüdüğümüz anı derim, adımlarımı sana uydurmaya çalıştığım, yüzüme değen kıvırcık saçlarının burnumu gıdıkladığı, paçalarımdan su sızan o anı…
Sonra o küçük meyhaneye girdik, Müzeyyen çalıyordu derinden, sen sanki daha önce bin kez gelmiş gibi oturdun, bense iliştim masaya. Biliyor musun yanında hep az hissettim ben, hep eksik, hep sana layık değil, hep ilişmiş bir kenara… Aynı okulda olsak da sen Kadıköy kızıydın, ben gurbette öğrenci yurdunda, sekiz kişilik odada. Sen toprağındaydın, ben yabanda.
Aşık olmak zordu zaten, ama sana aşık olmak daha zordu. Keşke kime aşık olacağını seçebilse insan. Aslında daha doğrusu kimin sana aşık olabileceğini de seçebilse keşke… Ama öyle olmuyor işte, aşk dediğin şey atılmış zar, ne çıkarsa bahtına! Onu da senle öğrendim.
Dedim ya, senin yanında eksiktim ben, güzel kızın yanındaki kavruk çocuk. O yüzden az konuştum hep, az söyledim sana, eksik sandığım yanlarımı gizlemek için rol kestim hep. Festival filmlerinde gördüğüm adamlar gibi davrandım hep, kısa cümleler, esrarengiz olmaya çalışan haller… Şimdi, üzerinden otuz yıl geçmişken düşünüyorum da, ne salaklık! Ama o gün, belki ısınayım diye hızlı hızlı içtiğim rakıdan, belki yan masadaki yakışıklı oğlanın çapkın bakışlarından fazla açık ettim kendimi galiba. Ne diye süslüyorum ki kelimelerimi, bunca yıl sonra gerçeği eğip bükmenin ne faydası var, düpedüz kıskandım işte, kıskançlıktan olmayacak şeyler söyledim, estim gürledim.
Sense kalktın gittin. Bence emindin peşinden geleceğimden. Kalkmadım yerimden, yiğitlikten! Filmlerdeki adamlar da kalkmazdı. Oysa sonra kaç kere keşke dedim bir bilsen, keşke demeseydim öyle, keşke kalksaydım, keşke koşsaydım, keşke…Çıkmadan son kez dönüp baktın, hala aklımda o bakış. Filmimiz olsa afişe o bakışı koyardım. Altına da kocaman kırmızı harflerle filmin adını yazardım; “keşke”
Sen gittin. Ben yağmurun altında iskeleye yürüdüm. O zamanlar vapurda sigara içiliyordu hala. Ne tuhaf, nasıl değişti her şey. Oysa her şey dün gibi bir yandan. Vapurdan Kadıköy’e baktım, bir demli çay, bir sigara ile ikinizle de vedalaştım. Geçmem dedim Kadıköy’den, geçmem bir daha!
Sonra yıllar geçti üzerinden. Başka gemilere bindim, daha uzakların yabanı oldum, başka hayatlarda ilişmiş kaldım, başka roller kestim, başka dillerde okudum yazdım, sarışınlar ülkesinde iyice kavruk kaldım, başka ayaklara uydurayım dedim adımlarımı, yine uyduramadım. Sonunda kendime şemsiye aldım. Yana yana kül olmadım ama unutamadım da. Bir tuhaf boşluk işte, nereye gitsem gurbette kaldım.
Yeni döndüm İstanbul’a. Kalmak için değil, bulmak için değil, aramak için, inanır mısın? O gün o masada kalan yanımı aramak için. Nasıl değişmiş her şey ve nasıl değişmemiş hiçbir şey. O akşam bindiğim vapurun üstünde bir şehidin ismi vardı, yine bir şehidin ismi olan vapurla yanaştım Kadıköy’e. Vapurda çay içmek istedim, karton bardakla verdiler, sigara da yasak, martılar aynı ama, inadına!
Ben inerken bir kadın gördüm binmeyi bekleyenler arasında, kıvırcık saçlarını enseden bağlamış, boncuklu bir askıyla yakın gözlüğünü sarkıtmış göğsüne, yağmur yoktu ama elinde mor bir şemsiye, ya yağarsa…
Bir an içimden geçti, yoksa o sen miydin? Peşinden gelsem affeder miydin?