“Ben en çok senin gülüşünü sevdim
En güzel zamanlarımı sana verdim
Şimdi Fatoş’un Meyhanesi’ne
Sen mi gidersin yoksa ben mi?
Fotoğraflarını hala silmedim
Sokağa çıkıp birkaç adım bile yürümedim
Bundan sonra Moda Sahili’ne
Sen mi gidersin yoksa ben mi?”
Kadıköy’den Ayrılırken/Açık Seçik Aşk Bandosu
Emindi ayrıldıklarına, bunun geri dönüşü olmadığına. Dönecek diye bir beklentisi yoktu, dönse zaten o da istemezdi. Öyle tv dizilerindeki gibi vurdulu kırdılı, küfür kıyamet kapı çarpmalı bir ayrılık değildi zaten onlarınki. Bitmişti. O da gitmişti. Karşılıklı anlaşarak, “modern” insanlar gibi, birbirlerine olan saygılarını koruyarak, artık her ne demekse…
Ama işte bilmiyordu, insan bir ayrılıktan sonra ne yapardı ki? Bunca yıldan, bunca yaşanmışlıktan sonra hayatı ayırmak nasıl olacaktı? Kütüphanedeki kitapları ayırır gibi, dostları da mı ayıracaklardı, o senin, bu benim diye! Ya beraber gittikleri yerler? Mesela Moda Sahili kimin olacaktı, Bahariye’ye çıksa rastlamayacak mıydı, sekiz on beş vapuruna kim binecekti, vapurda üst kat kimin olacaktı, alt kat kimin? Modern olduğu için güvertenin en ucunda oturmaktan da vazgeçip ona mı verecekti martıları, köpükleri, dalgaları?
“Ulan hayat!” deyip televizyonda mozaiklenecek bir içecek koydu kendine. Bir yudum alıp onun instagram’ını açtı, eski fotoğraflara baktı sonra. Ne çok sevmişti onun gülüşünü, ne çok, ne çok… Birden içi cız etti. Ne çok olmuştu ona bu fotoğraflardaki gibi gülümsemeyeli. Nasıl yavaş, nasıl zamanla, acıtmadan, incitmeden ama özenmeden, sıkı sıkı tutmadan, savrula savrula bitmişti her şey…
Eskiler fotoğrafları yırtardı, fotoğraf yırtmanın da bir haysiyeti vardı. Yırtmak afiliydi, delikanlı gibi tartışır, kapını çarpar, fotoğrafları yırtardın, sonra da yoluna bakardın. Şimdi tartışma yok, kapı çarpmak yok, fotoğraflar ise siliniyor, tek tuşla, hiç yaşanmamış gibi… Hiç olmamış, hiç aynı battaniyenin altına girmemiş, hiç beraber uyumamış, beraber aynı sabaha uyanmamış, hiç yokmuş, hiçmiş gibi… Tek tuşla, sessizce…
Biliyordu, o da silecekti, bugün değilse yarın, yarın değilse öbür gün, illa ki… O yüzden “kurtarayım bari” dedi şu fotoğrafları. En geriye gitti, ilk buluşmalarının anısı olsun diye meyhanede çektirdikleri fotoğrafı buldu. Üzerinde yeşil kazağı, saçları seyrelmemiş daha, yandan yandan bakmış kameraya, ay ne gençlermiş, ne zalimmiş zaman…
Sonra modern bir ayrılığa en yakışmayacak şey oldu. Fotoğrafın görüntüsünü alacağım derken yanlış yere basınca şak diye kırmızı kalp çıkıverdi. Paniğe kapıldı önce, taaa bilmem kaç yıl önceki fotoğrafı beğendiğini görünce kim bilir ne düşünecekti? Neler kuracak, kendi kendine havaya girip nasıl şişinecekti? Durduk yere halel getirmişti medeni ayrılıklarına. Geri alsam mı diye düşündü. O da sinmedi içine. Ya gördüyse… Ki görmüştür zaten. “Hale bak” dedi, çocuk gibi, cep telefonunun ilk çıktığı yıllardaki çaldır kapatlar gibi…Rezalet!
Bir yudum daha aldı mozaikli içeceğinden. “Eeeeh” dedi kendi kendine, “Haysiyetimizle bir
nostalji yapamayacaksak ne diye yaşadık onca yıl beraber, ne derse desin, ne düşünürse düşünsün!” Sonra sırayla bütün fotoğrafların kaydını aldı, tek tuşla silinmeden önce kurtardı hepsini tek tek. Bak şu fotoğraf mezuniyette çekilmişti misal, bu işe girdiği gün, şu beraber tatildeyken, diğeri eve çıktıkları ilk gün, bu pandemide, şu annesinin kedisini eve getirdiğinde, yılbaşında, bayramda, sonunda vize alabilip ilk kez beraber yurtdışına çıktıklarında… Her anı bir daha canlandırdı ve kendi kendine vedalaştı bir zamanlar çok sevdiği sevgilisiyle.
Günün akşama döndüğünü fark ettiğinde telefonu bırakıp kalktı kanepeden. Kaç gündür evdeydi, yeterdi. Askıdan ceketini alırken, onun nasılsa unuttuğu kaşkoluyla göz göze geldi. Arayıp söylesem mi diye düşündü, vazgeçti. Bunca yılın hatırına kalsındı o kaşkol. Takmazdı ama saklardı, hatta çok özlerse belki koklardı.
Kapıyı çekerken “Ulan hayat! dedi yine kendi kendine.
Apartmandan sokağa çıkınca Kadıköy çarptı yüzüne. O an karar verdi, kitapları vermişti de Kadıköy’ü ona verecek değildi. Kadıköy ikisine de yeterdi.
“Zaman nasıl da geçmiş Küçük kızım büyümüş Geçmişe biraz kırılmış da O her şeyi unutmuş Havasına suyuna aldırmadan Yaşadığım şehre taşınmış Ev iş aynen devammış ama Şimdi biraz daha rahatmış Bakkala diye çıkıp sana gelesim var Hemen bugün olmasa da seni Acilen göresim var Biraz kalabalıkmış otobüs Cam kenarına oturmuş Aklına gelm ...
Geçmem bir daha Kadıköy’den “Bir akşam masası, iki kişiyiz, sen ve ben Gidiyorsun hiçbir şey söylemeden, birden Kadıköy'de bir yağmurlu bahçeden Yıllar külleniyor, izi kalıyor aşkın Yüreğim kurtulsa da yangından, alevden Yana yana kül olayım, unutup yine sevdalanayım Geçmem bir daha Kadıköy'den Sen uzaklarda ülkem, ben gurbette bir göçm ...