Bilim çok açık. Bilim, akvaryum balıklarının ortalama 26 derecede rahat edeceğini, tavukların 27 derecenin üzerinde strese gireceğini söylüyor. Tavuğun stres derecesini dahi ölçen bilim, bir insan yavrusunun kaç derecede uyuması gerektiğini bilmez mi? Bilir. Cihan, çocuğunun kaç derecede uyuması gerektiğiyle ilgili karısı Zeynep’le günlerdir süren tartışmaları yüzünden, Google’a “tavuk sıcaklık”, “balık derece”, “çocuk oda sıcaklığı” kelimelerini yazacak ve oradan edindiği bilgileri kavga esnasında kullanacak hale gelmişti. Cihan, Google biliminin çocuklar için uygun gördüğü 22 derecede ısrarlıydı. Zeynep’in 27-28 dereceyi bulan odada çocuğun üstünü sıkı sıkı örtmesi onu delirtiyordu. Bu delirme nöbetlerinden birinde, öfkesinin içine Google’ı da sokunca, incecik duvarları olan bu apartmanda yan komşu şöyle bir ses duydu: “Bu ne ya! Ya kızım, tavuklar bile 27 derecede strese giriyor!” Yan komşu, önü ve arkası anlaşılmayan bu cümleyi duyduğunda, kendi kendine “Tavuklar mı?” diye mırıldandı. Allah’tan önünde bilgisayar açıktı da, Google’a “tavuklar 27 derece” yazarak biraz olsun merakını giderebildi. Ama bir adamın karısına neden tavuk besiciliği konusunda bağırdığını anlayamadı.
Gece saat 12 civarı yattıklarında Cihan’ın öfkesi hâlâ geçmemişti. Bilimin ışığında çocuk büyütmek varken, karısının batıl geleneklere göre davranmasını hazmedemiyordu. Demir Ege’yi bir Avrupalı gibi, az giysi ve çıplak ayak gezdirmek istediğinde, “Hasta ediceksiniz çocuğu” diyerek duruma müdahale eden kayınvalidesi geldi aklına. Böyle günlerde, çıplaklığıyla Avrupai bir hava yayan evladı, ayağa çorap, sırta hırka derken gözlerinin önünde yavaş yavaş giydiriliyor ve kucağına folklorik bir Anadolu bebeği olarak geri veriliyordu. Kış aylarında işler daha da zorlaşıyordu. Dışarı çıkacaklarında Zeynep ve kayınvalidesi Demir Ege’yi 4 koldan kat kat giydirmeye başlıyor, artık çocuk ne kadar alırsa yüklemeye devam ediyorlardı. En son paltoyu zorla giydirdiklerinde, dolan koltuk altları yüzünden kapanmayan kollarıyla garip bir kütleye dönüşüyordu Demir Ege. İçinde çocuk olmasa da ayakta durabilecek bir kütleydi bu. Cihan, özünde çocuk olan bu dev kütleyi kucakladığında, Demir Ege’nin içerde olduğunu ancak derinlerden gelen astronot tipi soluma seslerinden anlayabiliyordu. Başlarda bu giydirme seanslarını izlerken, “Lütfen bekleyin, çocuk yükleniyor” gibi basit esprilerle durumu idare etse de, kayınvalide ve karısının yükleme yaparken takındıkları hastalıklı ciddiyet zamanla canını sıkmaya başlamıştı. Dış dünyayla burnu ve gözleri dışında tamamen bağlantısı kesilen Demir Ege’yi dışarı çıkarıyorlar ve kayınvalidesinin, “Çocuk üşüyecek hadi artık!” uyarısıyla kısa sürede eve geri dönüyorlardı. Döndüklerinde çekirdekteki Demir Ege’ye ulaşmak için kütle katman katman soyuluyor ve vuslat vakti kayınvalidesinin o titrek sesi duyuluyordu: “Şuna bak! Nası üşümüş yavrum!” Cihan, bu sesi her duyduğunda, çocuğun içerden yeni çıkmış sıcacık ellerini, ayaklarını tutuyor ve kayınvalidesine aynı soruyu iade etmek zorunda kalıyordu: “Nası üşümüş ya?” Cihan, uykuya dalmak üzereyken, çıplak evlatlarını buzlu suya sokan kuzey halklarının Youtube videolarını düşündü. Sonra kendisini Demir Ege’yle birlikte buzlu suya girerken hayal etti. Hayalinde, “Delirdin mi sen?” diye bağırarak kendilerine doğru koşan kayınvalidesi buzda düşerek yanlarından kayıp gidiyordu. Cihan, kucağındaki Demir Ege’nin elini havaya kaldırıp uzaklaşan kayınvalidesine doğru sallıyordu: “Bay bay de anneanneye, güle güle anneanne.”
Gece saat 1 civarı Zeynep kalkıp yatak odasından çıktığında, kapanmak üzere olan gözleri aniden açıldı. Zeynep’in, üzeri sıkı sıkı örtüldüğü için terden sırılsıklam olmuş Demir Ege’nin giysilerini değiştirmeye gittiğini biliyordu. Öfkeyle yatağı yumrukladı. Bir çocuk değil, üzeri örtüldüğü için terleyen, terlediği için giysileri değiştirilip tekrar üzeri örtülerek yeniden terletilen bir paradoks büyütüyorlardı. Cihan, üstü değiştirilen Demir Ege’den çıkan yakınma seslerini duyunca öfkeyle karısının peşinden gitti. Odaya girdiğinde, Zeynep’i giysi değişiminin ardından çocuğu boğazına kadar örterken buldu. Kararlı hareketlerle gidip Demir Ege’nin üzerini tamamen açtı. Zeynep, kısa bir şaşkınlığın ardından örtüyü tekrar boğaza çekti. Cihan yine açtı. Çocuğun uyanmasını göze alamadıklarından, örtmek ve açmak eylemleri sessiz bir biçimde birbirini takip etti. İnatlaşmanın şiddeti yüzünden bastırmaya çalıştıkları seslerini kontrol etmekte gittikçe zorlanıyorlardı. Çocuk uyandıran desibele (Google göre 80 dB) ulaştıklarında, kendi seslerine Demir Ege’nin ağlama sesi de eşlik etmeye başladı. Zeynep, çocuğu kucağına alıp teskin ettikten sonra yeniden yatırdı. Ve sanki az önce yaşanan olayları hiç sallamıyormuş gibi örtüyü bir kere daha boğaza çekti. Cihan, inatlaşmanın peşini bırakacak değildi, örtüyü çocuğun beline kadar açtı ve karısının yeniden hamle etmesine fırsat vermeden elini kaldırıp “Lütfen!” dedi. Zeynep’in, bel hizasını bir tür uzlaşma olarak kabul etmesini umut ediyordu. Zeynep, “Hasta olursa sorumlusu sensin” diye fısıldayarak odayı terk etti. Cihan, beline kadar örtülmüş çocuğuna baktı. Uzlaşmak için evlatlarını ikiye bölmüşlerdi. Demir Ege’nin alt yarısı karısının istediği gibi geleneklere uygun ve ter içinde büyüyecekti. Ama üst yarısı ona aitti ve bilime uygun büyüyecekti. Cihan, bir süre daha çocuğunu seyretti, sonra kazandığı yarım zaferin gururuyla yatmaya gitti.
Gece saat 01.30’a yaklaşırken Zeynep’in aklı hâlâ çocuğun üst yarısındaydı. Hasta olacak yavrum, diye düşünüyordu. Kendi üstünü boğazına kadar örtmüşken, çocuğunun yarısının açıkta olmasına gönlü razı olmuyordu. Dönüp uyuyan kocasına baktı. Cihan, kendi üstünü örtmemiş ve böylelikle evdeki üç bedenin yarısını açıkta bırakarak adeta bir denge kurmuştu. Zeynep, sessizce kalkıp çocuğun odasına gitti. Örtüyü boğaza kadar çekerek çocuğun kocasına ait üst yarısını ele geçirdi. Sonra yatak odasına dönüp kocasının tamamen açık bedenini örttü. Ve en son, kendini de boğazına kadar örterek evde açık beden bırakmamanın huzuruyla sıcacık bir uykuya daldı. Cihan, yavaş yavaş terlemeye başlarken, rüyasında kayınvalidesinin metrelerce uzunluğundaki bir atkıyı, “Sıcacık, oh sıcacık” diyerek boynuna doladığını görüyordu. Yan odada, Demir Ege, büyümek sanki ağır bir işmiş gibi terledikçe terliyordu.
Düşüyorum. Keyifli bir yürüyüş için ceplerime soktuğum ellerimin yokluğunda düşüyorum. Oysa şimdi ellerim serbest olsa, avuçlarımla zemini karşılar, bu işi bir iki sıyrıkla atlatırdım. Olmuyor. Ellerimi cebimden kurtaramıyorum. Bozuk para çıkarırken bile ellerimi bırakmayan dar kotum, bu en dar zamanımda da salıvermiyor ellerimi. Beni kurtarmak kon ...
Masanın bir tarafında yediği tavuk kanadına övgüler düzen ve övgülerini ağzını şapırdatarak taçlandıran bir erkek var. Diğer taraftaysa, tavuk kanadı övgülerini dev şapırtılar arasında anlamsız sesler olarak algılamaya başlayan öfkeli bir kadın yer alıyor. Tavuk kanatlarına ses veren bu adam, karısının patlamak üzere olduğunun henüz farkında değil. ...
“Sen ne yiyorsun?” dedi. İşaret parmağı, soruyu sorduğu kişinin yüzünü gösteriyordu. Belli ki bu parmak cevabı alıncaya kadar gerginliğini koruyacaktı. Parmak sabırsızdı, vakit geçiyordu, cevap bir türlü gelmiyordu. Gergin parmak, “Evet!” diyerek acele etmesini istedi. “İskender” dedi tehdit altındaki çocuk. Parmak, şeklini bozmadan yatay olarak ka ...
Granyöz, kısa bir süre önce huzur içinde ölmüş gibi parlak parlak bakıyor. Palamut,kendi mevsimi olduğunu ispat etmek istercesine yay gibi geriniyor. Çipuralar, çiftlik işine giren ilk tür olmanın gönenciyle sayı üstünlüklerini koruyor. Jumbo karidesler, mutfaklara kalite getirme iddiasıyla vizyon sahibi insanları bekliyor. Çiftlik olmadığını iddia ...
Sahil beldelerinde online erişimin bir şekilde tıkandığı, yazlıkçının bizzat merkezdeki bir kurum binasına gitmek zorunda kaldığı durumlara hâlâ rastlanabiliyor. Kışın su saatleri yanlış mı okunmuş, şimdi fahiş bir rakam mı çıkmış, yan komşu gidip itiraz edince düzeltme mi yapmışlar, “bu resmen eşkıyalık” karşısında bizler de gidip itiraz mı edecek ...
Akşamüstü Philip Roth’un “İnsan Lekesi” isimli romanını okuduğum terasımda, gece yarısından sonra “Hap Koydum” şarkısıyla kalça tokuşturacağımı tahmin etmiyordum. “Tüm apartmanın sahibi” mertebesinden, yıllar içinde daireleri sata sata “apartman yöneticiliği” sıfatına kadar düşmüş İsmail Tapan tarafından “yüksek ses” ve “münasebetsizlik” suç ...
“Suluğun nerde? Suluğunu kayıp mı ettin? Nerde suluk?” Çocuktan cevap gelmiyor ama anne hızla sormaya devam ediyor: “Okulda mı unuttun suluğu? Oğlum cevap versene, okulda mı unuttun yeni aldığımız kırmızı suluğu?” Hayatımda hiç bu kadar art arda “suluk” dendiğini duymadım. Çocuk bu hastalıklı sorguyla ilgilenmeyince, anne bu defa yanındaki y ...
Terk ettiğim zamanı yeniden kazanmak ve kişisel evrenime büyülü nağmeler katmak için kulaklık kullanmaya karar verdim. Kırk yaşımı çoktan devirmeme rağmen, hayata yeniden başlamanın kendim için yeni bir şeyler satın almaktan geçtiğini sanabiliyorum. Hayatım, kendi dizaynımı yaratmak yerine başkalarınınkini taklit etmekle geçtiğinden orijinal bir ka ...
Ürgüp-Göreme-Safranbolu gibi yerler için henüz yaşımızın erken olduğunu, fazla yöreselliğin ve aşırı doz bakraçta ayranın bize ağır geleceğini anlatmaya çalıştıysam da dinletemedim. Yapacağı geziler öncesi yörenin ümüğünü internetten sıkan bir arkadaş, “Abi Safranbolu Unesco tarafından ‘Dünya Miras Listesi’ne alındı,” diyerek planlanan otantik gezi ...
Nice insan, ağrılar ve öleceğine dair kaygılar içinde acile gitmiş, gerekli tetkiklerin ardından o gün ölmeyeceği ima edilerek eve geri gönderilmiştir. Gerçekten de eve gönderilen insanların büyük bir çoğunluğunun ölmediği ve üstelik ertesi sabah işe gittiği görülmüştür. Tıp bazen bir ima bilimidir, insana olan saygısı dolayısıyla, kalkıp gece yarı ...
Loş ışıkta yüzü asla görünmeyen, fakat dev bir cüsseye sahip olduğu anlaşılan adam sürekli kahkahalar atıyor. Sol elinde yalnızca kadim sırları bilenlerin tanıyacağı armalı bir yüzük var. Yüzüklü elinde tuttuğu purodan dış mihraklara özgü yoğun dumanlar yükseliyor. Sağ elinin altındaysa sürekli okşadığı bir kedi yatıyor. Kedinin adı Opus. Yıllardır ...
“Tünel’deyim kahvemi içip ayılmayı bekliyorum,” dedi telefondakine. Artık duymaya alıştığımız standart bir başlangıç bu. Son yıllarda kahvesini içmeden kendine gelemeyen insan popülasyonuna her gün yenileri ekleniyor. Sanki kahvelerini içmezlerse o gün ayılamayarak ertesi güne devredeceklermiş gibi davranıyorlar. Çağdaş dünya için kahvenin tılsımı ...