Granyöz, kısa bir süre önce huzur içinde ölmüş gibi parlak parlak bakıyor. Palamut,kendi mevsimi olduğunu ispat etmek istercesine yay gibi geriniyor. Çipuralar, çiftlik işine giren ilk tür olmanın gönenciyle sayı üstünlüklerini koruyor. Jumbo karidesler, mutfaklara kalite getirme iddiasıyla vizyon sahibi insanları bekliyor. Çiftlik olmadığını iddia eden levrekler, yıllardır korudukları asaletlerini bir kere daha gözler önüne seriyor.
Çimçim karidesler, tereyağ eritilmiş tavaya kısa bir temasın ardından üzerlerine banılacak ekmekleri bekliyor. Norveç’ten beri pembeliklerini muhafaza eden somonlar, koku istemeyen mutfaklara fırınlama avantajıyla pratik çözümler sunuyor. Fakat ne yazık ki, bütün bu şenliğe rağmen bu ürünlerin hiçbirini alamıyorum. Çünkü bugün sevgilim hamsi yemek istiyor. Başka küçük balık da olmaz! Çünkü “Tekirler falan bazen çamur kokuyor.”
Büyük bir marketin balık reyonundayım.“Hamsileri temizleyebilir misiniz?” diye soruyorum satıcıya. “Hafta sonları temizlemiyoruz,” diyor. Kısa bir suskunluk yaşanıyor aramızda. “Ne demek temizleyemiyorsunuz!” diyebilirim aslında, “Hafta sonuyla ne ilgisi var hamsi temizlemenin?” diye devam ederek minik bir sürtüşme başlatabilirim, ama bu çıkışın sonuç vereceğine inanmadığımdan, “Ha öyle mi?” diyerek durumu kabulleniyorum. “Maalesef...” diyor. Beraber hamsilere bakıyoruz. Ölmüşler, öylece yatıyorlar. Evden balık beklendiğinden bir türlü ayrılamıyorum tezgahtan. “Büyük balık alırsanız temizleriz,” diyor. Bir an granyözle göz göze geliyorum.
Gerçekten parlak gözleri var, ama evde hamsi bekleyen sevgilimin gözleri düşünüldüğünde granyöz büyük bir risk. Bugün risk değil hamsi almam lazım. “Yok, sağ ol” diyerek ayrılıyorum. “Hamsilerin hafta sonları temizlenmemesi” gibi değişik bir durumla karşı karşıyayım. Küçük balık almak isteyen kitleyi, büyük seçim yapmaya yönlendiren kapitalist bir oyun bu. Büyük şirketler, sürümden istifadeyle satış sonrası hizmeti müşteriye yükleyebiliyor. Bu oyunu, ter içinde montaj yaparken küfürler savurduğumuz İkea‘dan biliyoruz. Market, talebin çoğaldığı hafta sonları, benim gibi küçük balık hayaline kapılan insanlara temiz hamsi vermeme kararı almış. “Hafta sonu rakı-balık keyfi” kitlesinin eve balıksız dönme ihtimali zayıf olduğundan, “Hafta sonları hamsiyi sen temizleyeceksin” geleneğini oturtabileceğini düşünüyor. Açıkça, “Az parayla küçük balık alabilirsin, ama vaktimi alamazsın” diyor. Markette dolanırken beni zor durumda bırakan hamsi sorununu nasıl aşacağımı düşünüyorum. Sevgilime, “Temizletemedim, içleri pis getirmek de istemedim,” gibi bir açıklama yapmam çok şık olmaz. Temizlenmemiş halleriyle almak da mümkün, ama onlarca hamsiyi tek başıma, beceriksiz hareketlerle temizlemeyi hiç istemiyorum. Peki, temizlemeden kızartmak? “Kızım bu asıl böyle yenir!” iddialarıyla bir akşam yemeğini piç etmek? Allah korusun! Peki, eve balıksız gitmek? Bir cumartesi akşamı iki günlük taze fasulye yemek? Rakı-taze fasulye keyfi? Allah yazdıysa bozsun! Markette diğer ihtiyaçları tamamladığım süre boyunca balıkla ilgili bir çıkış bulamayınca, küfrede küfrede hamsi temizleyen yakın geleceğime razı oluyorum. Balık reyonuna döndüğümde (hâlâ hafta sonunda olmamıza rağmen) balıkçıyı hamsi temizlerken buluyorum. “Yalnız onları çift torbaya koyalım” diyen adama, “Siz hiç merak etmeyin efendim” demek için başını kaldırdığında beni görüyor. Sorunun, “Hafta sonu hamsi temizlemiyoruz” kuralı değil, benim kolayca egale edilebilir davranış biçimim olduğunu o an anlıyorum.
Normalde, bu tip durumlarda yaşanan psikolojiyi kaldıramadığımdan derhal ortamdan uzaklaşırım, ama ne yazık ki evde benden balık bekleyen kararlı bir insan var. Bekliyorum. Çift torba emrini veren adam, içi temiz hamsileri alıp gidiyor. İşte şimdi biz bizeyiz: Balıkçı, ben ve içi pis hamsiler. Ben daha bir şey demeden, “E hadi size de temizleyelim” diyor. Sesinde hatasını affettirmek isteyenin ezikliği değil, acıdığı birine lütuf sunarmış gibi davranmanın gevşekliği var.
“Ayıptır ya!” diye başlayan minik bir sürtüşme yaratmam için durum çok müsait aslında, ama sürtüşmenin kavgaya dönüşmesi ve haklı davamın beni balıksız bırakmasından çekiniyorum. Bana had bildirmek değil, temiz hamsi lazım. “Temizle bakalım” demekle yetinip eve hamsi götürmeyi sağlama alıyorum. Balıkları temizlerken, “Aslında hafta sonu kesinlikle yasak da, abi çok ısrar etti, yapmamak lazım da bazen müşteriyi kıramıyorsun...” gibi şeyler söylüyor. Sus, diyorum içimden, granyözün önünde tartışmayalım. Neler olduğunu çok iyi biliyorum ben.
Abi ısrar falan etmedi, sadece benim gibi rica etmek yerine direkt emir verdi. Sınıf farkını belirginleştiren buyurgan sesiyle seni içerden çökertti. Soru ekiyle biten ricaları, işine geldiği için büyük bir zevkle reddederken, umursamaz ve buyurgan bir ses duyunca kurumun yasaklı kapılarını sonuna kadar açtın. Hamsi ölçeğinde bir tür Stockholm Sendromu yaşadın. Emir verene yaranmaktan memnun oldun, emir verene tertemiz hamsiler sunarken rica edeni eli boş yollamaktan çekinmedin. Benim de tıpkı senin gibi (eve temiz hamsiler götürmekle ve onları pişirmekle yükümlü) bir emir kulu olduğumu bilemedin. Aşk olsun! Temizlik boyunca konuşmaya devam ediyor. Hiç cevap vermiyorum. Sadece, temizliğin sonuna doğru, buyurgan abinin yarattığı emir-komuta zincirine minik bir halka da ben ilave ediyorum: “Yalnız onları çift torbaya koyalım.”
Düşüyorum. Keyifli bir yürüyüş için ceplerime soktuğum ellerimin yokluğunda düşüyorum. Oysa şimdi ellerim serbest olsa, avuçlarımla zemini karşılar, bu işi bir iki sıyrıkla atlatırdım. Olmuyor. Ellerimi cebimden kurtaramıyorum. Bozuk para çıkarırken bile ellerimi bırakmayan dar kotum, bu en dar zamanımda da salıvermiyor ellerimi. Beni kurtarmak kon ...
Bilim çok açık. Bilim, akvaryum balıklarının ortalama 26 derecede rahat edeceğini, tavukların 27 derecenin üzerinde strese gireceğini söylüyor. Tavuğun stres derecesini dahi ölçen bilim, bir insan yavrusunun kaç derecede uyuması gerektiğini bilmez mi? Bilir. Cihan, çocuğunun kaç derecede uyuması gerektiğiyle ilgili karısı Zeynep’le günlerdir süren ...
Masanın bir tarafında yediği tavuk kanadına övgüler düzen ve övgülerini ağzını şapırdatarak taçlandıran bir erkek var. Diğer taraftaysa, tavuk kanadı övgülerini dev şapırtılar arasında anlamsız sesler olarak algılamaya başlayan öfkeli bir kadın yer alıyor. Tavuk kanatlarına ses veren bu adam, karısının patlamak üzere olduğunun henüz farkında değil. ...
“Sen ne yiyorsun?” dedi. İşaret parmağı, soruyu sorduğu kişinin yüzünü gösteriyordu. Belli ki bu parmak cevabı alıncaya kadar gerginliğini koruyacaktı. Parmak sabırsızdı, vakit geçiyordu, cevap bir türlü gelmiyordu. Gergin parmak, “Evet!” diyerek acele etmesini istedi. “İskender” dedi tehdit altındaki çocuk. Parmak, şeklini bozmadan yatay olarak ka ...
Sahil beldelerinde online erişimin bir şekilde tıkandığı, yazlıkçının bizzat merkezdeki bir kurum binasına gitmek zorunda kaldığı durumlara hâlâ rastlanabiliyor. Kışın su saatleri yanlış mı okunmuş, şimdi fahiş bir rakam mı çıkmış, yan komşu gidip itiraz edince düzeltme mi yapmışlar, “bu resmen eşkıyalık” karşısında bizler de gidip itiraz mı edecek ...
Akşamüstü Philip Roth’un “İnsan Lekesi” isimli romanını okuduğum terasımda, gece yarısından sonra “Hap Koydum” şarkısıyla kalça tokuşturacağımı tahmin etmiyordum. “Tüm apartmanın sahibi” mertebesinden, yıllar içinde daireleri sata sata “apartman yöneticiliği” sıfatına kadar düşmüş İsmail Tapan tarafından “yüksek ses” ve “münasebetsizlik” suç ...
“Suluğun nerde? Suluğunu kayıp mı ettin? Nerde suluk?” Çocuktan cevap gelmiyor ama anne hızla sormaya devam ediyor: “Okulda mı unuttun suluğu? Oğlum cevap versene, okulda mı unuttun yeni aldığımız kırmızı suluğu?” Hayatımda hiç bu kadar art arda “suluk” dendiğini duymadım. Çocuk bu hastalıklı sorguyla ilgilenmeyince, anne bu defa yanındaki y ...
Terk ettiğim zamanı yeniden kazanmak ve kişisel evrenime büyülü nağmeler katmak için kulaklık kullanmaya karar verdim. Kırk yaşımı çoktan devirmeme rağmen, hayata yeniden başlamanın kendim için yeni bir şeyler satın almaktan geçtiğini sanabiliyorum. Hayatım, kendi dizaynımı yaratmak yerine başkalarınınkini taklit etmekle geçtiğinden orijinal bir ka ...
Ürgüp-Göreme-Safranbolu gibi yerler için henüz yaşımızın erken olduğunu, fazla yöreselliğin ve aşırı doz bakraçta ayranın bize ağır geleceğini anlatmaya çalıştıysam da dinletemedim. Yapacağı geziler öncesi yörenin ümüğünü internetten sıkan bir arkadaş, “Abi Safranbolu Unesco tarafından ‘Dünya Miras Listesi’ne alındı,” diyerek planlanan otantik gezi ...
Nice insan, ağrılar ve öleceğine dair kaygılar içinde acile gitmiş, gerekli tetkiklerin ardından o gün ölmeyeceği ima edilerek eve geri gönderilmiştir. Gerçekten de eve gönderilen insanların büyük bir çoğunluğunun ölmediği ve üstelik ertesi sabah işe gittiği görülmüştür. Tıp bazen bir ima bilimidir, insana olan saygısı dolayısıyla, kalkıp gece yarı ...
Loş ışıkta yüzü asla görünmeyen, fakat dev bir cüsseye sahip olduğu anlaşılan adam sürekli kahkahalar atıyor. Sol elinde yalnızca kadim sırları bilenlerin tanıyacağı armalı bir yüzük var. Yüzüklü elinde tuttuğu purodan dış mihraklara özgü yoğun dumanlar yükseliyor. Sağ elinin altındaysa sürekli okşadığı bir kedi yatıyor. Kedinin adı Opus. Yıllardır ...
“Tünel’deyim kahvemi içip ayılmayı bekliyorum,” dedi telefondakine. Artık duymaya alıştığımız standart bir başlangıç bu. Son yıllarda kahvesini içmeden kendine gelemeyen insan popülasyonuna her gün yenileri ekleniyor. Sanki kahvelerini içmezlerse o gün ayılamayarak ertesi güne devredeceklermiş gibi davranıyorlar. Çağdaş dünya için kahvenin tılsımı ...