Neyim var benim?

25 Mart 2022 - 09:00

Nice insan, ağrılar ve öleceğine dair kaygılar içinde acile gitmiş, gerekli tetkiklerin ardından o gün ölmeyeceği ima edilerek eve geri gönderilmiştir. Gerçekten de eve gönderilen insanların büyük bir çoğunluğunun ölmediği ve üstelik ertesi sabah işe gittiği görülmüştür. Tıp bazen bir ima bilimidir, insana olan saygısı dolayısıyla, kalkıp gece yarıları acile kadar gelen bir insana, “Hiçbir şeyin yok, hadi eve git!” demez. İşte bu yüzden tıp, ret cevabını sözel değil kas gevşetici, ağrı kesici, gaz giderici türü formlarda verir. Mesela acillerde sabaha karşı yazılan “miyorelaksanlar”, Türkçeye tam anlamıyla, “aslında bir bok yok sende, ama şimdi sen ilgilenmediler dersin, en iyisi al şu kas gevşeticiyi sabah akşam iç… Tabi tabi tok karnına iç” olarak çevrilebilir. Ne olursa olsun hiçbir insan sabaha karşı gittiği acilden eli boş gönderilmeyi kabullenemez. Acillik insan, “kuruntu” değil “hastalık” damgası yemeyi bekler. Bu, bir tür varoluş sorunudur. Ölümcül ağrılar gaz kaynaklı bile olsa, tedavi gaz çıkarma yoluyla değil en azından bir spazm gidericiyle sağlanmalıdır. Modern insanın “yellenmeyi deneyin” tavsiyesi yerine, “günde iki defa spazm giderici” almaya hakkı vardır.

Kalp krizi geçirdiğime emindim. Göğsüme bir fil oturmuştu, ellerim ayaklarım uyuşuyordu, bayılmak üzere olduğumu hissediyordum. Ayağa kalkmaya korkuyordum. Ayağa kalkarsam daha hastaneye ulaşamadan öleceğimi düşünüyordum. Kalbimin ritmi telaşımı, telaşım kalbimin ritmini artırıyordu. Paradoks içinde ölecektim. Yattığım yerden torunlarıma son sözlerimi mırıldanamadan, gencecik yaşımda, tek başıma, öğlen sıcağında ölecektim. Fakat bir türlü olmadı, bunca sağlam belirtiye rağmen bir türlü ölemedim. Nihayet, kısmen rahatladığım bir anda ayaklanmayı başardım. Asansörü beklerken fil geri geldi, bu sefer arkadaşlarını da çağırmış gibiydi, kalbim sanki bedenimin dışındaymış gibi dakikada yaklaşık 400 kere atmaya başladı. Kurtulma ümidiyle ayaklanmıştım, ama maalesef asansör beklerken ölüyordum. Evde değil, hastane yollarında değil, ambulans görkemiyle değil, bir asansörde ölecektim. Beşinci kattan zemine doğru, dikey bir kabinde, kalbimin çırpınışına bakılırsa ikinci kat civarında ruhumu teslim edecektim. Zeminde kapı açıldığında, asansörü bekleyen bir kadının tepkisi ölümümden yeryüzüne  dağılan ilk çığlık olacaktı. “Yapacak bir şey kalmamış” diyeceklerdi, “sağlık görevlileri olay yerine vardığında çoktan ölmüş.” Normal ölenlerin aksine ruhu aşağıdan yukarıya değil, asansör yüzünden yukarıdan aşağı yolculuk etmiş. Ters bir insandı zaten rahmetli.

Yolum kısaydı. Apartmanın tam karşısında bir hastane olduğundan kendi kendimin ambulansı olma şansım vardı. Soğuk terler eşliğinde kalbimi tutarak girdim acilden içeri. Derdimi anlatamadan yığılıp kalırsam en azından elimle tuttuğum yerin doktorlara yol göstereceğini düşünüyordum. Karşılama görkemli oldu. Sağ olsunlar bütün profesyonelliklerine rağmen telaş etti çalışanlar, beni hayata bağlamak için seferber oldular.

Fakat şaşırtıcı bir biçimde bana gösterilen ilgi hızla azaldı. Tansiyonumu ölçüp ardından EKG’mi çeken hemşirenin yüzüne manalı bir tebessüm yayıldı. Ölmek üzere olduğum dakikalarda, “Biraz rahatlamaya çalışın, birazdan doktor gelecek” diyordu hemşire.“Birazdan” benim için çok geçti. Çünkü ben birazdan ölecektim. Hesaplarıma göre, doktor geldiğinde ben çoktan gitmiş olacaktım. Ah doktor! Birazdan elektroşok cihazını hazırlamaları için hemşirelere bağıracaksın. Şoku yiyen bedenim hayata geri dönmek arzusuyla bir umut zıplayacak. Kalbim geri dönmemekte ısrar ettikçe şiddeti artıracak, beni daha çok zıplatacaksın. Ben sana bir şey demiyorum doktor, sen yine ver şokunu, istediğin kadar zıplat şu zavallı kulunu, rutin meslek hayatında bir heyecandır bu, ama ne yazık ki olmayacak. Sen “Grey’s Anatomy” tadı yaşayacaksın, ama ben, düşük prodüksiyon eşliğinde ikindi namazını müteakip “Doktorlar” dizisinden ıskartaya ayrılacağım. EKG sonucuma bakan doktorun yüzüne de tıpkı hemşire gibi manalı bir tebessüm yayıldı. Ortam ölünemeyecek kadar rahattı. Doktor bir süre dinlenmemi salık vererek odadan ayrıldığında, buraya girerken yaşattığım telaştan eser kalmamıştı. Birkaç dakika sonra hemşire de odadan çıkınca ortalık iyice sakinleşti. Belki de huzur içinde ölmemi istiyorlardı.

Yaklaşık bir ay sonra, yeniden gittiğim acilde aynı aşamalardan geçtim. Bu sefer yüze yayılan tebessümler daha belirgindi. Hatta neredeyse, “Hah geldi yine!” gibi bir tavırla karşılaştığımı söyleyebilirim. Tıp emekçileri, psikolojik temelli de olsa fiziksel bulguları ciddiye almak zorunda olduklarından her defasında tansiyon ölçmeye, EKG çekmeye devam ederler, ama çıkacak sonuçtan neredeyse emin olduklarından yüzlerine yayılan sırıtışı da engelleyemezler. Fakat bana kalırsa bu sefer haddinden fazla sırıttılar. Ayıp ediyorlardı.Aslında aynı acile gelmekle hata yapan ve “Hah geldi yine!” teşhisini koyduran bendim. Bir kere daha ölecek olursam başka hastaneye gitmeye karar verdim.

Yazarın Diğer Yazıları

Düşüyorum

Düşüyorum. Keyifli bir yürüyüş için ceplerime soktuğum ellerimin yokluğunda düşüyorum. Oysa şimdi ellerim serbest olsa, avuçlarımla zemini karşılar, bu işi bir iki sıyrıkla atlatırdım. Olmuyor. Ellerimi cebimden kurtaramıyorum. Bozuk para çıkarırken bile ellerimi bırakmayan dar kotum, bu en dar zamanımda da salıvermiyor ellerimi. Beni kurtarmak kon ...

Bu çocuğun yarısı benim

Bilim çok açık. Bilim, akvaryum balıklarının ortalama 26 derecede rahat edeceğini, tavukların 27 derecenin üzerinde strese gireceğini söylüyor. Tavuğun stres derecesini dahi ölçen bilim, bir insan yavrusunun kaç derecede uyuması gerektiğini bilmez mi? Bilir. Cihan, çocuğunun kaç derecede uyuması gerektiğiyle ilgili karısı Zeynep’le günlerdir süren ...

Misophonia

Masanın bir tarafında yediği tavuk kanadına övgüler düzen ve övgülerini ağzını şapırdatarak taçlandıran bir erkek var. Diğer taraftaysa, tavuk kanadı övgülerini dev şapırtılar arasında anlamsız sesler olarak algılamaya başlayan öfkeli bir kadın yer alıyor. Tavuk kanatlarına ses veren bu adam, karısının patlamak üzere olduğunun henüz farkında değil. ...

Baba parmağı

“Sen ne yiyorsun?” dedi. İşaret parmağı, soruyu sorduğu kişinin yüzünü gösteriyordu. Belli ki bu parmak cevabı alıncaya kadar gerginliğini koruyacaktı. Parmak sabırsızdı, vakit geçiyordu, cevap bir türlü gelmiyordu. Gergin parmak, “Evet!” diyerek acele etmesini istedi. “İskender” dedi tehdit altındaki çocuk. Parmak, şeklini bozmadan yatay olarak ka ...

Hamsi otorite ister

Granyöz, kısa bir süre önce huzur içinde ölmüş gibi parlak parlak bakıyor. Palamut,kendi mevsimi olduğunu ispat etmek istercesine yay gibi geriniyor. Çipuralar, çiftlik işine giren ilk tür olmanın gönenciyle sayı üstünlüklerini koruyor. Jumbo karidesler, mutfaklara kalite getirme iddiasıyla vizyon sahibi insanları bekliyor. Çiftlik olmadığını iddia ...

ASKİ

Sahil beldelerinde online erişimin bir şekilde tıkandığı, yazlıkçının bizzat merkezdeki bir kurum binasına gitmek zorunda kaldığı durumlara hâlâ rastlanabiliyor. Kışın su saatleri yanlış mı okunmuş, şimdi fahiş bir rakam mı çıkmış, yan komşu gidip itiraz edince düzeltme mi yapmışlar, “bu resmen eşkıyalık” karşısında bizler de gidip itiraz mı edecek ...

İnsan lekesi

       Akşamüstü Philip Roth’un “İnsan Lekesi” isimli romanını okuduğum terasımda, gece yarısından sonra “Hap Koydum” şarkısıyla kalça tokuşturacağımı tahmin etmiyordum. “Tüm apartmanın sahibi” mertebesinden, yıllar içinde daireleri sata sata “apartman yöneticiliği” sıfatına kadar düşmüş İsmail Tapan tarafından “yüksek ses” ve “münasebetsizlik” suç ...

Susadın mı Emre?

       “Suluğun nerde? Suluğunu kayıp mı ettin? Nerde suluk?” Çocuktan cevap gelmiyor ama anne hızla sormaya devam ediyor: “Okulda mı unuttun suluğu? Oğlum cevap versene, okulda mı unuttun yeni aldığımız kırmızı suluğu?” Hayatımda hiç bu kadar art arda “suluk” dendiğini duymadım. Çocuk bu hastalıklı sorguyla ilgilenmeyince, anne bu defa yanındaki y ...

İçime ata ata

Terk ettiğim zamanı yeniden kazanmak ve kişisel evrenime büyülü nağmeler katmak için kulaklık kullanmaya karar verdim. Kırk yaşımı çoktan devirmeme rağmen, hayata yeniden başlamanın kendim için yeni bir şeyler satın almaktan geçtiğini sanabiliyorum. Hayatım, kendi dizaynımı yaratmak yerine başkalarınınkini taklit etmekle geçtiğinden orijinal bir ka ...

Yazınımızda konak edebiyatı

Ürgüp-Göreme-Safranbolu gibi yerler için henüz yaşımızın erken olduğunu, fazla yöreselliğin ve aşırı doz bakraçta ayranın bize ağır geleceğini anlatmaya çalıştıysam da dinletemedim. Yapacağı geziler öncesi yörenin ümüğünü internetten sıkan bir arkadaş, “Abi Safranbolu Unesco tarafından ‘Dünya Miras Listesi’ne alındı,” diyerek planlanan otantik gezi ...

Biri bize gülüyor

Loş ışıkta yüzü asla görünmeyen, fakat dev bir cüsseye sahip olduğu anlaşılan adam sürekli kahkahalar atıyor. Sol elinde yalnızca kadim sırları bilenlerin tanıyacağı armalı bir yüzük var. Yüzüklü elinde tuttuğu purodan dış mihraklara özgü yoğun dumanlar yükseliyor. Sağ elinin altındaysa sürekli okşadığı bir kedi yatıyor. Kedinin adı Opus. Yıllardır ...

Bütün dünya ayılmamı bekliyor

“Tünel’deyim kahvemi içip ayılmayı bekliyorum,” dedi telefondakine. Artık duymaya alıştığımız standart bir başlangıç bu. Son yıllarda kahvesini içmeden kendine gelemeyen insan popülasyonuna her gün yenileri ekleniyor. Sanki kahvelerini içmezlerse o gün ayılamayarak ertesi güne devredeceklermiş gibi davranıyorlar. Çağdaş dünya için kahvenin tılsımı ...

ARŞİV