Masanın bir tarafında yediği tavuk kanadına övgüler düzen ve övgülerini ağzını şapırdatarak taçlandıran bir erkek var. Diğer taraftaysa, tavuk kanadı övgülerini dev şapırtılar arasında anlamsız sesler olarak algılamaya başlayan öfkeli bir kadın yer alıyor. Tavuk kanatlarına ses veren bu adam, karısının patlamak üzere olduğunun henüz farkında değil. Farkında olsaydı, “Ortaya bir porsiyon daha alalım mı?” diye sormazdı.
Bu mekân boşuna ünlenmemiş. Tavuk kanatları hem iyi pişirilmiş hem de suyunu kaybetmemiş. Bora, her bir parçayı eline alıp dişlemeye başladığında bu muhteşem lezzeti kafasını sallayarak onaylıyor. Kanadı çepeçevre dişledikten sonra, iki kemiğin arasında kalaneti parmağıyla ittirerek açığa çıkarıyor, görünürde et kalmayınca kemikleri ağzına sokarak emiyor. Tavuk kanadının tertemiz bir kemiğe dönüşmesi yaklaşık 15 saniye sürüyor. Görüntü, kimilerince “tavuk kanadı böyle yenir” başlıklı bir ders olarak algılanabileceği gibi, kimilerince de “adamın yiyişinden tiksindim” türü yorumlara yolaçabilir. Bora aldığı haz yüzünden kanatlara konsantre olmuşken, Sanem kanatlara değil Bora’ya bakıyor. Kocasının vahşi görüntüsüne eşlik eden bu şapırtı terörüne artık dayanamıyor. Ses gittikçe yükseliyor. Bu evlilikte, Bora’nın ağız şapırtısı yüzünden yaşanacak en büyük kavga geliyor.
Evliliklerinin ilk yıllarında sorun bu denli büyük değildi. İlk başlarda, “Şapırdatma!”, “Şapırdatmıyorum!”çerçevesinde sınırlı kalan bu durum, zamanla gittikçe uzayan tartışmalara dönüşmeye başladı. Bora, zevkle yediği yemeklerden kafasını kaldırdığında kendisini izleyen karısının memnuniyetsiz yüz ifadesiyle sık sık karşılaşıyordu. Aslında bu tür sesler başlı başına kavga sebebi olabilecek kadar güçlü değildir, ama eskimeye başlamış ilişkilerde dile getirilemeyen sorunların sesi olmaya başlayabilir. Şapırdatma, ilerleyen yıllarda çorba hörpletme, her kaşık sonrası oh çekme, diş aralarından hava çekme gibi gittikçegenişleyen bir portföyün habercisi olabilir.
Bora çıkardığı seslerin bu kadar büyük bir infiale dönüşmesine inanamıyordu. Şapırtı, yediğinden haz alan bir beynin ağzı gereğinden fazla çalıştırması ve coşan
dilin damağa sevinçle vurarak memnuniyetini belirtmesidir. Görgü dışı olabilir, ama bir evlilikte kavgalara yol açacak kadar da önemli değildir. Şapırtı konusunda ilk büyük kavga çerez yüzünden çıkmıştı. Çerez yerken Sanem’in kulaklarını tıkadığını görünce aniden öfkelenmiş ve “Oha be! Çerez bile yenemeyen ev!” diye bağırmıştı. Bora. Sanem’in o sırada cevap vermemiş olması Bora’yı daha da öfkelendirmiş ve şapırtısını inadına artırarak çerez yemeye devam etmişti. İşte, Şapırdatma Tarihi’nin en ilginç tepkisi de o dakikalarda yaşanmıştı. Sessizliğini koruyan Sanem, ayağa kalkıp kocasının üzerine yürümüş ve parmaklarıyla Bora’nın dudaklarını tutmuştu.
Bora, şapırdatma faaliyetine son veren bu hareket karşısında büyük bir şaşkınlıkyaşamıştı. Böyle bir tepkiyi kaldırmak kolay değildir. Beş yaşındaki çocuğa yapılmaz bu hareket! Sanem, dudakları bıraktığında şaşkınlıktan ne yapacağını bilemeyen Bora öfkesine yön vermekte güçlük çekmişti. Gözlerini belertip Sanem’e baktıktan sonra, işaret parmağını kaldırarak, “Bunu bir daha sakın yapma!” diye bağırmıştı. Ne diyeceğini bilemeyenlerin klasik tehdididir “Bunu bir daha sakın yapma!”. Tehdidin ne gibi sonuçlara yol açacağını tehdit sahibi de bilmez. Güçlüymüş görüntüsü altında titreyen bu tehdide verilecek cevap ise tektir: “Yaparsam ne olur?” Bora, herhangi somut bir cevabı olmadığından formülü tamamlamak zorunda kalmıştı: “Yap da gör!”
Yaptı Sanem. Hem de yaklaşık bir ay sonra. Dudak skandalının ardından çiftimiz her büyük kavganın sonunda yaşanan sulh dönemine girmişti. Bora, her ne kadar ağız şapırtısının bu kadar büyük bir soruna dönüşmüş olmasını kabul edemese dedikkat etmeye başlamıştı, Sanem de buna karşılık ufak şapırtıları hoş görmeye ve kendini engellemeye çalışıyordu. Fakat kanatçıda işler yeniden kontrolden çıktı.
Dudaklarının tutulduğu günden beri ağzı kapalı yemeye dikkat eden Bora, leziz tavuk kanatları karşısında heyecanlanınca maalesef kendini kaybetti. Şapırtı konusunda anlayışlı davranmaya çalışan Sanem, aniden bastıran sesler karşısında biraz dirense de kocasının eskisinden bile şiddetli şapırtıları karşısında sabrını yitirdi. Bora’nın ilave porsiyon istemesi, dayanmaya çalışan Sanem için sonun başlangıcı oldu. Bir porsiyon daha şapırtıya dayanacak gücü kalmamıştı. Üstelik Bora, şiddetini iyice artıran şapırtılarına birasından yudum aldıkça “oh” sesi de ekleyerek tam bir ses bombasına dönüşmüştü. Sanem, en sonunda bir mekânda olduklarını önemsemeden uzanıp Bora’nın dudaklarını tuttu. Kısa bir süre bakıştılar. Bora’nın gözleri “milletin içinde ne yapıyorsun?” anlamında sağa sola dönüyordu, ama durum Sanem’in umurunda değildi. Yüzüne garip bir sırıtış oturan Sanem, bu defa tutmakla yetinmeyip çekmeye başladı dudakları. Dudaklar, mekândaki diğer müşterilerin bakışları arasında uzarken, Bora’nın şaşkınlıkla açılan gözleri belermenin sınırlarına ulaşıyordu.
Masaya doğru yaklaşan garson bu sahneyi görünce donup kaldı. Bir kadının, karşısında oturan adamın dudaklarını tutup çektiği bir masaya kanat servis etmek ne derece doğru olur, kestiremiyordu. Kocaman gözler ve uzamış dudaklarla insanlıktan çıktı Bora. Hızla kafasını geri çekip dudaklarını kurtardı. O an için bağırması gerekiyordu, ama dudakları ebediyen mühürlenmiş gibi ağzını açamadı. Öfke dolu gözlerle birbirlerine bakıyorlardı.
Garson “İlave kanatlarınız...” diyerek tam ortalarına tabağı bıraktı. Bora, “Hesabı alabilir miyiz?” diye karşılık verdi. İki dakika sonra mekânı terk ederlerken bütün müşteriler arkalarından konuşuyordu. Masada, sipariş edilmesine rağmen hiç dokunulmamış bir tabak nefis kanat duruyordu.
Düşüyorum. Keyifli bir yürüyüş için ceplerime soktuğum ellerimin yokluğunda düşüyorum. Oysa şimdi ellerim serbest olsa, avuçlarımla zemini karşılar, bu işi bir iki sıyrıkla atlatırdım. Olmuyor. Ellerimi cebimden kurtaramıyorum. Bozuk para çıkarırken bile ellerimi bırakmayan dar kotum, bu en dar zamanımda da salıvermiyor ellerimi. Beni kurtarmak kon ...
Bilim çok açık. Bilim, akvaryum balıklarının ortalama 26 derecede rahat edeceğini, tavukların 27 derecenin üzerinde strese gireceğini söylüyor. Tavuğun stres derecesini dahi ölçen bilim, bir insan yavrusunun kaç derecede uyuması gerektiğini bilmez mi? Bilir. Cihan, çocuğunun kaç derecede uyuması gerektiğiyle ilgili karısı Zeynep’le günlerdir süren ...
“Sen ne yiyorsun?” dedi. İşaret parmağı, soruyu sorduğu kişinin yüzünü gösteriyordu. Belli ki bu parmak cevabı alıncaya kadar gerginliğini koruyacaktı. Parmak sabırsızdı, vakit geçiyordu, cevap bir türlü gelmiyordu. Gergin parmak, “Evet!” diyerek acele etmesini istedi. “İskender” dedi tehdit altındaki çocuk. Parmak, şeklini bozmadan yatay olarak ka ...
Granyöz, kısa bir süre önce huzur içinde ölmüş gibi parlak parlak bakıyor. Palamut,kendi mevsimi olduğunu ispat etmek istercesine yay gibi geriniyor. Çipuralar, çiftlik işine giren ilk tür olmanın gönenciyle sayı üstünlüklerini koruyor. Jumbo karidesler, mutfaklara kalite getirme iddiasıyla vizyon sahibi insanları bekliyor. Çiftlik olmadığını iddia ...
Sahil beldelerinde online erişimin bir şekilde tıkandığı, yazlıkçının bizzat merkezdeki bir kurum binasına gitmek zorunda kaldığı durumlara hâlâ rastlanabiliyor. Kışın su saatleri yanlış mı okunmuş, şimdi fahiş bir rakam mı çıkmış, yan komşu gidip itiraz edince düzeltme mi yapmışlar, “bu resmen eşkıyalık” karşısında bizler de gidip itiraz mı edecek ...
Akşamüstü Philip Roth’un “İnsan Lekesi” isimli romanını okuduğum terasımda, gece yarısından sonra “Hap Koydum” şarkısıyla kalça tokuşturacağımı tahmin etmiyordum. “Tüm apartmanın sahibi” mertebesinden, yıllar içinde daireleri sata sata “apartman yöneticiliği” sıfatına kadar düşmüş İsmail Tapan tarafından “yüksek ses” ve “münasebetsizlik” suç ...
“Suluğun nerde? Suluğunu kayıp mı ettin? Nerde suluk?” Çocuktan cevap gelmiyor ama anne hızla sormaya devam ediyor: “Okulda mı unuttun suluğu? Oğlum cevap versene, okulda mı unuttun yeni aldığımız kırmızı suluğu?” Hayatımda hiç bu kadar art arda “suluk” dendiğini duymadım. Çocuk bu hastalıklı sorguyla ilgilenmeyince, anne bu defa yanındaki y ...
Terk ettiğim zamanı yeniden kazanmak ve kişisel evrenime büyülü nağmeler katmak için kulaklık kullanmaya karar verdim. Kırk yaşımı çoktan devirmeme rağmen, hayata yeniden başlamanın kendim için yeni bir şeyler satın almaktan geçtiğini sanabiliyorum. Hayatım, kendi dizaynımı yaratmak yerine başkalarınınkini taklit etmekle geçtiğinden orijinal bir ka ...
Ürgüp-Göreme-Safranbolu gibi yerler için henüz yaşımızın erken olduğunu, fazla yöreselliğin ve aşırı doz bakraçta ayranın bize ağır geleceğini anlatmaya çalıştıysam da dinletemedim. Yapacağı geziler öncesi yörenin ümüğünü internetten sıkan bir arkadaş, “Abi Safranbolu Unesco tarafından ‘Dünya Miras Listesi’ne alındı,” diyerek planlanan otantik gezi ...
Nice insan, ağrılar ve öleceğine dair kaygılar içinde acile gitmiş, gerekli tetkiklerin ardından o gün ölmeyeceği ima edilerek eve geri gönderilmiştir. Gerçekten de eve gönderilen insanların büyük bir çoğunluğunun ölmediği ve üstelik ertesi sabah işe gittiği görülmüştür. Tıp bazen bir ima bilimidir, insana olan saygısı dolayısıyla, kalkıp gece yarı ...
Loş ışıkta yüzü asla görünmeyen, fakat dev bir cüsseye sahip olduğu anlaşılan adam sürekli kahkahalar atıyor. Sol elinde yalnızca kadim sırları bilenlerin tanıyacağı armalı bir yüzük var. Yüzüklü elinde tuttuğu purodan dış mihraklara özgü yoğun dumanlar yükseliyor. Sağ elinin altındaysa sürekli okşadığı bir kedi yatıyor. Kedinin adı Opus. Yıllardır ...
“Tünel’deyim kahvemi içip ayılmayı bekliyorum,” dedi telefondakine. Artık duymaya alıştığımız standart bir başlangıç bu. Son yıllarda kahvesini içmeden kendine gelemeyen insan popülasyonuna her gün yenileri ekleniyor. Sanki kahvelerini içmezlerse o gün ayılamayarak ertesi güne devredeceklermiş gibi davranıyorlar. Çağdaş dünya için kahvenin tılsımı ...