Dillere dolanan ilk şarkılardan biridir “Vakit Yok Gemi Kalkıyor Artık”. Duyduğunuz anda sizi etkisi altına alır, sarar, sarmalar ve hayatınız boyunca size eşlik eder. Durup dururken kendinizi “O gemide ah ben de olsaydım / Açık denizlere yol alsaydım” derken bulmanız işten bile değil. Yaratıcısı, geçtiğimiz günlerde 83 yaşında hayatını kaybeden Metin Ersoy. Nam-ı diğer Kalipso Kralı. Mahallenin “kıdemli abi”si. Zaman zaman pek de hoş olmayan sebeplerle gündeme gelmişliği var lakin konu müzik, oradan ilerleyeyim.
Mahalleli dediğime bakmayın, Metin Ersoy aslen Vefalı. 1934 yılında Sultanahmet’te doğmuş, Fatih’te büyümüş. Babası saat tamircisi. Ondan aldığı Vefa sevgisi, Vefa Lisesi’nde pekişmiş, yeşil – beyaz renklerin etkisi altına girmiş. Yıllar sonra, Vefa için bir marş yazacak, ne kadar vefalı (ve nasıl da koyu bir Vefalı) olduğunu gösterecek ama oraya daha çok var…
“Sanat hayatı”ndaki ilk durak noktası sinema: Lisedeki müzik öğretmeni Hamdi Bey’in kızı, Ayşecik namıyla maruf Zeynep Değirmencioğlu, ilk rol arkadaşı. 1956 yapımı “Papatya”nın çingenelerinden biri olarak perdeye yansıdığında henüz 21 yaşında. Bir yandan konservatuvarda şan eğitimi alıyor ama aklı, çocukluğunda gönlünü düşürdüğü (radyo emisyonlarından tanıdığı) büyük orkestralarda: Onların önünde şarkı söylediğini hayal ediyor, bunun için çalışıyor. İkinci filmi, Metin Erksan şahanesi “Gecelerin Ötesi”. Çekimler sırasında askerliğini yapmak üzere Kore’ye gidiyor ve hayatı değiştiriyor. Orada duyduğu kalipso, Vefa’dan sonra ikinci tutkusu. Dans, tarzın ayrılmaz bir parçası ve Metin Ersoy, onu da iyi kıvırıyor. O kadar ki, askerlik dönüşü, konservatuvar harçlığını çıkartabilmek için geceleri dans dersleri veriyor.
Metin Ersoy’un kalipsoyla tanışma hikâyesi enteresan ama ona geçmeden, havada kalan cümleyi tamamlayayım: Metin Ersoy, Kore’den döndükten sonra “Gecelerin Ötesi”ni bitiriyor ve film büyük başarı kazanıyor. Sonrasında başka filmlerde de oynuyor ama kariyerini sinema perdesinde değil gece kulübü sahnelerinde perçinliyor. O dönemde elinden tutan isim, “Bak Bir Varmış Bir Yokmuş”la pop müziğin başlama vuruşunu yapan İlham Gencer. Pek çok sanatçı gibi Çatı tedrisatından geçmiş ve Gencer’in (Site Sineması üzerindeki) bu küçük kulübünde pişmiş. 1960 yılının ortalarına doğru kulübün solisti olmuş ama beklenmedik bir hadise, bunu sürdürmesini engellemiş: 27 Mayıs darbesi, aynı zamanda kariyerine vurulmuş bir darbe. Neyse ki boş durmamış ve o yazı Turizm Bankasının (o yıllarda Turban adını alan) tesislerinde şarkı söyleyerek geçirmiş. Sonrasında İlham Gencer’in yanında çalışmaya devam etmiş. Bir ara Galatasaray’da top koşturmuş ama müzik ağır basınca futbolla ilgilenmemiş. O günlerden kalan, tribünlerin kendisine yakıştırdığı bir unvan: Bolero Metin!
Kalipso hikâyesine döneyim… Askerliğini “tercüman teğmen” rütbesiyle yapmak üzere 1956 yılının sonlarına doğru Kore’ye hareket eden Metin Ersoy, NATO’nun Uzakdoğu Ordusu’na katılıyor. Kalipsoyla orada tanışıyor ve hızla oluşturduğu repertuvarı koltuğunun altına alarak memlekete dönüyor. Dönüş yolculuğu 1 ay sürüyor ve gemide Amerikalı arkadaşlarıyla geçirdiği bu zaman, onu yeni tarzının yıldızı yapmaya yetiyor. Geldiğinde, kalipsoyu her şeyiyle “kıvıran” bir genç olarak düşüyor sahnelere. En basit tanımıyla, Karayip Adaları’nda söylenen cıvıl cıvıl şarkılar bunlar. Denizin kıvraklığı, rüzgârın yumuşaklığı ve güneşin sıcaklığıyla birleşiyor; ortaya çıkan, insanın neşesine neşe katıyor. Ersoy, bu şarkıları memlekete getirirken, orijinali gibi kırık bir İngilizceyle söylemek uğruna dilini bozuyor.
Kore’de dinlediği Harry Belafonte, kahramanı. Sadece tarzını değil görüntüsünü de alıyor ve döndüğünde attığı adımlar, onu Türkiyeli Belafonte yapıyor. Sonrasında bu lakabın yerini Kalipso Kralı alıyor –ki hayatı boyunca severek taşıdığı bir “unvan” bu.
Metin Ersoy’un hayatı sahnelerde geçiyor. Hepi topu 7 tane 45’lik plağı var. “Yirminci Sanat Yılı”nda şarkılarını topladığı bir LP ve ‘80’li yılların başında yayımlanmış “Mavi Yolculuk” adlı kaseti de bunlara eklersek elimize çok az sayıda kaydının ulaştığını görürüz. Buna rağmen, memleketin en önemli müzisyenlerinden çünkü yaptığı taş plak [“Love Love Alone / Malaya”] erken dönem pop hareketlerinden. 1970 tarihli “Vakit Yok Gemi Kalkıyor Artık”, en bilinen şarkısı. Ali Öke’nin “Zaman Uçuyor” adlı şiirini almış, fıkır fıkır müziğe uyarlamış. Yazının başında “yaratıcısı” demem bundan.
Aynı dönemde yapmış olduğu “Her Şey Berbat”, altı çizilmesi gereken şarkılardan: The Ethiopians’a ait “Everything Crash”i Ali Öke’nin sözleriyle Türkçe söylemiş ve o dönem ortalığı saran, hayatı yavaşlatan grevleri mercek altına almış. Türkçe şarkılar arasında, belki de içinde grev sözü geçen ilk şarkı.
Türkan Şoray, Fatma Girik ve Prenses Süreya’nın hayatlarından yola çıkarak yazdığı “Mahzun Kraliçeler”, kardeşleri birbirine düşüren varlıklı babaya hitaben söylediği “Miras”, memleketine duyduğu sevgisini dile getirdiği “Türkiyem”, çok bilinen bir Nasrettin Hoca fıkrasından Talat Kurter’in uyarladığı “Filler” ve “zarif bir kalipso şarkısı” olarak nitelendirdiği “Yeşil Gözlü Esmer Güzeli”, diskografisinden seçtiğim şarkılar.
Mahalleye gelişi ilerleyen yıllarda… Şaşkınbakkal’daki evi, son nefesini verdiği yer. Müzik rotasını son yıllarda Karayipler’den Küba’ya çeviren Ersoy’un tamamlayamadığı bir projesi var: Che için yapılmış şarkıları Türkçe seslendirmek… Bunda, Latin müziği yapan oğlu Emir’in de büyük payı var elbette. Kim bilir, belki bir gün onlar da su yüzüne çıkar?
Metin Ersoy, “kıdemli” bir müzisyen. “Abi”liği oradan. Mahalle derseniz, şarkılarıyla çınlamaya devam edecek. Bitirmeden önce şu katkısını hatırlatayım: Vefa’nın marşını besteledi, Galatasaray’da top koşturdu ama yaptığı bir kaseti Fenerbahçe’ye armağan etti: “Şampiyon Kanaryalar / Viva Fenerbahçe!”
Yılın başında, Kadıköy’ün “şarkılı” tarihini anlatmaya soyunduğumda, bu işi kolaylıkla kotarabileceğimi zannediyordum. Olmadı. Yazdım, yazdıklarımdan ziyadesiyle memnunum ama zorlandım. İsim bulmakta değil, isimleri ayırmakta! Kadıköy, bir derya. Barış Manço’yla başlayan, Gaye Su Akyol’la biten bu küçük “dizi”de daha çok isim yer alabilirdi lakin s ...
Mahallenin ele avuca sığmaz kızlarından birini anlatacağım bu yazıda. Her an her köşede karşılaşabileceğiniz biri zira mahalleyi, sokakları ve mekânlarıyla seviyor hatta zaman zaman onlara müdahale ediyor. Arada uzaklara kaçsa da meskeni Kadıköy. Uzaklar dediğim, uzay: Bizi alıp götürdüğü yer. Onunla yolculuk yapmaktan duyduğumuz memnuniyet bir yan ...
Kadıköylü şarkıcılardan söz ederken Erol Evgin’i anmamak olmaz: Yürüyüşüne Moda’dan başlamıştır. Moda Deniz Kulübü’nde verdiği “amatör” konserler bir yana, ilk topluluklarından birine Moda 5 adını koymuştur. ‘70’li yılların tartışmasız “yıldız”ıdır; genç kızların evlenmek istediği, benim gibi çocukların büyüyünce olmak istediği isimdir. Büyüdüm, Er ...
2017 başından beri bu köşede Kadıköy’ün “şarkılı” tarihini yazıyorum. Başlamadan önce yaptığım ilk iş, mahalleden geçen müzisyenleri hatırlamaktı. Aklıma gelen ilk isimlerden biri, Bülent Ortaçgil oldu. Tefrikanın 4. nüshasında onu anlatmaya çalıştım. Bir diğer isim, hâlâ yazmadığım Gaye Su Akyol. Elbet yazacağım çünkü önemli kırılma noktalarından ...
Huysuzdu. Hep doğru bildiğini söyledi. Yolunda yürürken sürekli kulvar değiştirdi, tarzdan tarza yöneldi ama müziğini hiç bozmadı. Karabatak gibiydi: Bir an ortadan kayboluyor, aniden çıkıyordu. Kayboluşları “yeni” çalışmaların habercisiydi ve hiçbir zaman bizi hayal kırıklığına uğratmadı. Mahallenin “huysuz ihtiyar”ı Fikret Kızılok, bugün hayırla ...
Geçtiğimiz ay Kadıköy’den söz eden, yolu Kadıköy’den geçen şarkıları yazdım ancak adında mahalleye gönderme yapan o güzel albümden söz etmedim. Unuttuğumdan değil, bu ayki yazıya konu edeceğim için. Mevzubahis, 2016 tarihli son Pinhâni albümü “Kediköy”. Adıyla değil kapağıyla da kalbimizi kazanan, son zamanlarda yayımlanmış en güzel “iş”lerden biri ...
Şarkılı Kadıköy Tarihi’ne başlarkan Kadıköylü müzisyenleri ya da yolu Kadıköy’den geçmiş insanları yazma niyetindeydim. Şu ana kadar kişisel tarihimde iz bırakmış Kadıköylüleri yazdım: Barış Manço, Mavi Işıklar, Bülent Ortaçgil ve Kesmeşeker’in “kaptan”ı Cenk Taner… Böyle de devam edeceğim ama bu ay, dizinin ortasına yaklaşmışken portrelere küçük b ...
Ankara’da yaşadığım yıllarda İstanbul bana hep korkutucu gelirdi. O dönem garaj Topkapı’daydı ve ben orada iner, bildiğim iki yere giderdim: Taksim ve Beşiktaş. Arkadaşlarım ve sevdiğim mekanlar oradaydı çünkü. “Karşı” kıyı bana hep uzak gelirdi: Sanki başka bir coğrafya gibi, geçtiğimde kaybolacakmışım gibi, bir daha geri dönemeyecekmişim gibi… Na ...
Kadıköy denince akla gelenlerden biri Kadıköy Anadolu Lisesi yani Maarif Koleji. Ünlüsü bol: Nilgün Marmara’dan Seyhan Erözçelik’e şairler, Altan Erkekli gibi “artist”ler, Ufuk Uras gibi politikacılar, Hasret Gültekin’den Önder Focan’a, müziğin her alanından pek çok isim, oradan geçmiş. Kimi okumuş, mezun olmuş, kimi genç yaşta orayı terk ederek ha ...
Mahallenin eğlenceli ayağı Mavi Işıklar Şarkılı Kadıköy Tarihi’nin en eğlenceli hikâyelerinden birini anlatacağım şimdi… Mavi Işıklar’ın hikâyesi! Eğlence, grubun bizzat içinde. Şöyle bir konser düşünün: İzlemek için sahnenin karşısında yerinizi alıyorsunuz, sahnede beş tane yatak ve sessizlik… Konser vakti geliyor, beş yatağın başında bulun ...
Kadıköy’ün “şarkılı” tarihini anlatmaya, şüphesiz mahallenin en iyi hikâyecisiyle başlamak gerek. Barış Manço, bugün müze olarak kullanılan evinde yaşarken sadece semtinin değil bütün dünyanın hikâyelerini bize taşıdı. Şarkılarında anlattıklarıyla yetinmedi, televizyondan seslendi. Geçmişten beslendi ama anlattıkları bugüne dairdi. Dahası, onları d ...
Bilen bilir, Ankaracıyım. Üniversite okumak için gittiğim şehirde 21 yıl yaşadım. Şimdi İstanbul’dayım ama bir ayağım hâlâ orada ve bu hep böyle olacak. Ankara’da yaşadığım dönemlerde sıklıkla İstanbul’a gelirdim; bu ziyaretlerimde hep Kadıköy’de kalırdım. Bugün tersini yapıyorum: Selimiye’de yaşıyorum ve Ankara’yı ziyaret ediyorum. Gelişlerimde ...