“Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?” Bu, kendini en çok bilen insan için bile zor bir sorudur. Bir ve birden çok “Ben” içinden en doğru “Ben’i”, doğru ifadelerle sunmak gerekir. Kimsin, kendini neler üzerinden tanımlarsın, nedir arzuların, nedir bu hayattan beklentilerin, yolculuğunda bu “Ben’e” neler şekil verdi, en sevdiğin renk bile yaşın geçtikçe değişmedi mi? Sorular, sorulara eşlik eden sorular... Ama bir başkasından bahsederken gayet hoyrat davranabiliriz. Onu nasıl ve ne şekilde kodladığımızı gayet öznel bir yerden olduğunu düşünmeden, çoğu zaman kendi yargılarımıza bağlı sınıflandırır, sıfatlandırırız. Güney Koreli yazar Cho Nam-joo, hem ülkesinde hem de tüm dünyada bir fenomen hâline gelen kitabı Kim Jiyeong, Doğum: 1982’ye (A7 Kitap, çev.: Betül Tınkılıç) şöyle başlar: “Kim Jiyeong 34 yaşında. Üç yıl önce evlendi ve geçtiğimiz yıl bir kız çocuk doğurdu.” Bu bize verilen yeterli bir bilgi midir Jiyeong’u tanımak için? Ama durun, bir kadının yaşı ve medeni durumu “bazı durum”larda hikâyenin tümüne işaret edebilir belki de. Daha sonra kitap Jiyeong’un başlayan tuhaf davranışlarından bahseder bize. Bu tuhaf davranışlar ise Jiyeong’un gün içinde sürekli tanıdığı başka kadınların (annesi, bir süre önce kaybettiği sunbae’si gibi) kimliklerine bürünerek davranmasıdır. Kitabın geneli Güney Koreli kadınların yaşadıklarına, toplum içindeki konumlarına örnek oluşturabilecek biricik hikâyelerle örülür. Jiyeong, bize Güney Kore’de kız çocuğu/kadın olmanın ne olduğunu ya da olmadığını anlatır aslında. Bir roman olan Kim Jiyeong, Doğum: 1982, Güney Kore aile yapısını, toplumsal cinsiyet rollerindeki çarpıklıkları, bir kadın olarak doğmanın “zorluk”larını resmi verilerle gösterir. Mesela Güney Kore’de hamile kadınların bebeklerinin cinsiyetini öğrendiklerinde eğer kız çocuksa hamileliklerini sonlandırabilme hakları olduğunu biliyor muydunuz? Gözümüzü hangi ülkeye, hangi coğrafyaya çevirirsek çevirelim “kadın”a biçilen rollerin, yüklenen sorumlulukların, kadınların bedenleri üzerindeki tahakkümün pek de değişmediğini görürüz. Bu yüzden de ne zaman ve nerede anlatılırsa anlatılsın “kadın”a dair her hikâye evrensel nitelik taşır. Mesela Suzy Storck ile tanıştınız mı? Ben tanıştım, idealleri, istekleri, paylaşabileceği bir sevgisi olan güzel bir insan. Ama hikâyesi pek böyle güzel tanımlara sahip değil. Suzy, ona ait olanların ona bırakılmadığı, derisinin üzerine önce mecbur bırakılan “kadın”lık görevlerinin giydirildiği, bir karar vermesi gerekirse onun için karar verecek hep bir başkasının olduğu bir kadın. Nedir bu görevler? Bildiğiniz/miz şeyler işte… İyi bir evlat olmak, genç kız olduğunda evlenmek, kocasını mutlu etmek, çocuk hatta çocuklar doğurmak, iyi bir anne olmak, ev içi işlerini dört dörtlük tamamlarken aile ekonomisine de katkıda bulunmak… bu liste uzayıp gidiyor. Ama böyle anlatınca siz de tanıdınız değil mi Suzy’yi?
Biz Suzy Storck ile bizzat Magali Mougel’in Reyhan Özdilek çevirisi, Kemal Aydoğan rejisiyle Aybanu Aykut, Reyhan Özdilek, Çağlar Yalçınkaya ve Mert Şişmanlar’ın oyunculuklarıyla Moda Sahnesi’nin bu sezon prömiyerini yapan yeni oyunu Suzy Storck sayesinde tanıştık. Bu oyun bir kadının hayatında hayal ettikleri ile başına gelenler arasında gidip gelirken vardığı o büyük trajediyi anlatıyor bize. “Umutsuz bir ev kadını”ndan bahsetmiyoruz burada ki böyle bir tanımın talihsiz olduğunu düşünürüm hep. Hayallerinin ve isteklerinin, mecbur olduğu rollerinin arasından tutulup bir kenara fırlatıldığı bir kadın Suzy. Ama dışarıdan içeriye baktığımızda kocası ve üç çocuğuyla küçük “tatlı” bir evde yaşıyor Suzy. Bu evde ve bu eve gelene kadarki yaşamında Suzy’nin hayatı ve bedeni sürekli müdahalelere uğruyor. Yeri geliyor kocası, yeri geliyor annesi, yeri geliyor çocukları tarafından. Kocasının “tüm fedakarlıklarına” rağmen, annesinin doğduğuna pişman edecek olmasına rağmen, bir noktada Suzy’nin sıkışmış varlığı çaresiz bir ses olup çıkıyor: “Bana rağmen örgütlenen şeyin ağırlığı altında eziliyorum.”
Oyun cinsiyet rolleri üzerinden klişeye kaçmayan bir damardan sunuyor bize meseleyi. Kendi varlığını terk edip, onu ailesine adaması gereken bir kadının zaman içinde nasıl tükendiğini, kendinden geçecek kadar nasıl kaybolduğunu tüm çatışmalarla, çevresinde gelişen baskılarla adım adım gösteriyor. Olaylar sona varırken aslında o sona kadar “toplum tarafından belirlenen” erkeğin rolleri bunlar, kadının rolleri bunlar diyor ve bu rollerin o sona nasıl şekil verdiğini de elinde bir ölçekle yavaş yavaş karıştıra karıştıra anlatıyor. Kapıyı kırarcasına çalan annenin bağırışları, sonun başlangıcına götürüyor bizi. Bu sona ise bizi Suzy’nin bu hayattaki en büyük suçu olan çamaşırları asarken bahçede güneşin altında unuttuğu puset içindeki bebeği taşıyor. Bu unutuş tüm vazgeçişlerin de sonucunu temsil ediyor. Saatler, günler doğrusal akışı delip geçerken biz sonunu başta duyduğumuz hikâyenin kanlı canlı kuruluşunu antik dönem kıyafetlerini anımsatan kostümüyle zamanın akışını bildiren karakterin yönlendirmesi eşliğinde, dijital bir sayaçla izliyoruz. Suzy’nin sebep olduğu trajik olayın ilk anda verilmesi olayın kendisinin keskinliği hatta yakıcılığıyla oyunu yüksek başlatıyor. Akış daha sonra temposunu ilk adıma çekerek yavaş yavaş yükselten ritmiyle ilgiyi kendinde tutup izlenebilir kılıyor. Oyunculukların, sahne tasarımının uyumlu ve bütünlüklü oluşu, özellikle Suzy Storck’a hayat veren Reyhan Özdilek’in (aynı zamanda oyunun çevirmeni de) karakterini pürüzsüz bir performans akışıyla sahneye taşıyor oluşu, oyunu sezonda izleyeceğimiz diğerleri arasında yukarılara çekiyor.
Başlı başına bir birey olmanın çok görüldüğü Suzy’nin “rağmen” hayatına tanık olmak ve onunla tanışmak isterseniz 2 ve 3 Ekim’de Suzy Storck’u Moda Sahnesi’nde izleyebilirsiniz.
Gelecek program…
Şehirdeki kültür sanat faaliyetlerinin yoğunluğunun, “yeni” anonslarının sıklığını siz de fark etmişsinizdir eminim. Tiyatroseverleri heyecanlandıran her yıl programının açıklanmasını beklediğimiz, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından Koç Holding Enerji Grubu Şirketleri Aygaz, Opet ve Tüpraş sponsorluğunda bu yıl 25’inci kez gerçekleşecek İstanbul Tiyatro Festivali programı açıklandı. “Bu Zamanda Tiyatro” sloganıyla hazırlanan festivalde 25 yerli ve yabancı yapım 22 Ekim – 20 Kasım tarihleri arasında hem fiziki hem de çevrim içi olarak izleyiciyle buluşacak. Seçim yapmak çok zor ama yapımlar arasında Toz, Oedipus, Birazdan Gideriz Şimdi Yağmur Yağıyor, Medea, Beni Sakın Yumruklardan, Paris Operası’ndan: Bugün Yaratmak, Boris ve Güneşin Çocukları benim en çok dikkatimi çekenler arasında. İKSV’nin internet sitesi ve sosyal medya hesaplarından programı inceleyebilir, izlemek istediğiniz oyunlara bilet satın alabilirsiniz.
Diğer güzel haberler de DasDas’tan geliyor. Metin Akpınar’ın süpervizörlüğünü üstlendiği, yönetmen koltuğunda Mert Fırat’ın oturduğu Alper Baytekin, Ayşegül Cengiz, Büşra Alnıtemiz, Cansu Boz, Didem Balçın, Erdi Güçlü, Hande Özkurt, Kadir Burak Baydar, Mert Fırat, Nila Fırat, Özgün Aydın, Tunahan Çilingir ve Volkan Yosunlu bir araya geldiği yeni oyun Deli Bayramı 1 Ekim’de başlayarak 2, 3, 18 ve 25 Ekim itibariyle sezon boyunca izleyiciyle buluşacak. Bir diğer yeni oyun ise William Shakespeare’in en ünlü eserlerinden Romeo ve Juliet olacak. Mert Fırat ile Nagihan Gürkan tarafından sahneye konulan oyunda Deniz Can Aktaş, Naz Çağla Irmak, Ayberk Aladar, Barış Gönenen, Başak Kıvılcım Ertanoğlu, Can Avcı, Ceren Boz, Erdem Akakçe, Ertuğrul Gümrükçüoğlu, Hülya Gülşen, Sinan Gülşen, Onur Tanyeri ve Ümit Erlim oynayacak. Oyun, 6, 17, 22, 23 Ekim ve sezon boyunca DasDas’ta sahnelenecek.
İstanbul’da doğmak, büyümek ve yaşamak -her geçen gün ağırlaşan koşullarıyla direnci zorlasa da- bana hep şanslı hissettirir. Ritmi bir an olsun düşmeyen, her köşesinde ayrı bir dünyanın saklı olduğu, sonsuz imkânlar şehri burası. İstanbul’a bir aşk mektubu yazmak isterdim ama sırası değil. Bu eylül ayı İstanbul’u ne kadar parlatabilirse o kadar pa ...
Kendimiz ve sevdiklerimiz için en temelde iki dileğimiz vardır: İyi bir hayat ve güzel bir son. Yaşadığımız zamanda gerçeklerin ağırlığı ve sertliği altında kalırken, gelecek gittikçe bulanıklaşırken bu dilekler anlamını pekiştiriyor doğrusu. Kendimiz için nasıl olacağını bilemesek de bir zamanlar yaşamış güzel insanlar için bir “Güzel Son” mümkün ...
“Hayvan, fazla derin olmayan bir anlaşmazlık uçurumu üzerinden inceler insanı. İnsan bu yüzden hayvanı şaşırtabilir. Ne var ki, hayvan da evcilleştirilmiş bile olsa insanı şaşırtabilir. Tam tamına aynı olmasa bile, insan da benzer bir anlaşmazlık uçurumunun üzerinden bakmaktadır… İnsan her zaman bilmeden ve korkuyla bakar. Bu yüzden, hayvan tarafın ...
Arşiv; kıymetli olanı kaybetmemek, geçmişte bir günde bir daha asla tekrarı olmayacak o anı kayıt altına alıp onu zamanın bir yerinde canlı tutmak, hafıza yaratmak için gerekli. Bunu yapmak belki çok zor ama mümkün. Bunun için her şeye rağmen çabalayanlar var. Duyan gözlere, amacı doğrudan tiyatromuza dair belleğin inşasını tartışmaya açmak olan bi ...
Bize ayrılan zaman içinde bu hayatı yaşarken birçok başlangıç yaparız. Bunların bazıları tamamen sıfırdan başlayan başlangıçlardır. Mevcut hikâye sürmez, tökezler, devam etsin istesen de o istemez. Buradan çıkış ya her şeyi geride bırakıp yeni bir başlangıç yapmakla ya da mevcuttakinin seyrini değiştirecek bir b planını uygulamaya koymak ile mümkün ...
İstanbul’da kültür sanat dünyası baharın gelişiyle hareket kabiliyetinin sınırlarını zorladığı zamanlar yaşıyor. Bu da önümüzdeki günlerde artarak devam edecek etkinlik dalgasının habercisi niteliğinde diyebiliriz. Doğrusu hiç de az olmadığı gibi nisanda festivallerle, sanat fuarlarıyla hacmi iyice genişledi. Sinemadan dansa, çağdaş sanattan konser ...
Chuck Palahniuk’in “…en büyük buhranımız; hayatlarımız” dediği yerden başlamak istiyorum. İnsan içinde karanlığı ve aydınlığı, iyi ve kötüyü bir arada tutan sentez varlığıyla yaptığı seçimlerle kendini ve bugününü var, geleceğini inşa ediyor. Bu seçimlerin bazen doğrudan içine düşerken çoğu zaman kendi iradesi söz sahibi oluyor. Bu özgür iradeye er ...
“… Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları Söyleşin benimle biraz, bir kere gelmiş bulundum.”* Kendini şiirin kollarında bitiren bir oyundan bahsetmeye ben de bir şairin, Edip Cansever’in dizeleriyle başlamak istedim. Bir kere gelmiş bulunduğumuz, hep bir mücadele içinde old ...
Bir sabah kalkarsınız, camı açarsınız ve yıllardır o camdan dışarı baktığınızda karşınızda gördüğünüz, on yıllardır orada yaşayan ağaçlar artık orada değillerdir. Talan edilmiştir yerleri, artık o camın ardında sizi mevsimine göre giyinmiş, yalancı bahara aldanmış tomurcuklanmış, yapraklarını sarartmış dökmeye hazır ağaçlar değil de inşaat makinele ...
Yeni yılın ilk sayısından merhaba! Bu yılın ilk gününün pazartesiye denk gelmiş olması her şeyin olmasa da birçok şeyin yolunda gideceğine dair bir umut aşıladı bana, bu iyi niyetli umudu paylaşarak başlamak isterim. Yılın ilk yazısında hem çok güçlü bir kadınla hem de hafızanızda ve kalbinizde yer edinecek hikâyelerle tanıştıran Tut! Bırak! adlı o ...
Şüphesiz yine pek çok açıdan kolay bir yıl geçirmedik. Hafızalarımızda iyi anılardan çok büyük felaketlerle, kayıplarla, savaşlarla, ekonomik sıkıntılarla, daima bir mücadeleyle geçen, çoğu günü “iyi olmayan” bir yıl olarak yer edecek 2023. Oysa her yeni yıla başlarken iyiliği, mutluluğu, bereketi, sağlığı, birlikte olmayı dilediğimiz gibi dilemişt ...
Her ayrıntısı incelikle düşünülerek, farklı disiplinlerden ihtiyacı kadar yararlanılarak yaratılan, özgün evreninin içine çeken sanatsal üretimlerin izleyiciye hissettirdiği doyum bir başkadır. Son zamanlarda bu doyumu hissettiğim bir oyundan bahsedeceğim: Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı. İsmini tam ve doğru ...
İstanbul’da sonbaharla birlikte başlayan kültür sanat etkinliklerindeki yoğunluk hızını kesmeden devam ediyor. Sadece ülkemizdeki üretimlerin değil dünyadan da önemli yapımların ağırlandığı bir sahne İstanbul -her şeye rağmen-. Bu noktada “rağmen”leri aşıp bu sahnenin ışıltısını söndürmeyen tüm kültür sanat çalışanlarına teşekkürlerimi buradan da i ...
Gökyüzünün yer yer kendini bulutlara teslim ettiği, zaman zaman metrekareye kilolarca yağmurun yağdığı, “üstüne bir şey al akşam serin oluyor”, “şemsiyeni unutma” uyarılarının konuşmalarda yer edindiği sonbahar her açıdan yoğun başladı. Günlük koşuşturmalar, şehrin kalabalığı bir yana kültür sanat alanında da müzikten sinemaya, çağdaş sanattan sahn ...
Yeni bir mevsimin başlangıcı, her mecradan yeni haberlerin geldiği, şehrin yeni bir hengameye hazırlandığı, üzerine düzinelerce romantik anlam yüklenen eylül ayından merhaba. Zor günlerin peşimizi bırakmadığı bu yılın sonbaharı yüzümüzü güldüren, bizlere bir arada mutlu olabilmeyi hatırlatan A Milli Kadın Voleybol Takımımızın Avrupa şampiyonluğu il ...
Bir hayat hikâyesini kitlelere anlatılabilir kılan unsurları düşündüğümde en büyük pay anlatıcının maharetine düşüyor. Sıradan bir hayatı ilgi çekici hâle getiren de muazzam bir hayatı sıradan hâle getiren de anlatıcının ta kendisi oluyor. Ne anlattığın değil nasıl anlattığın önemli, durumu yani. Buradan lafı kurgu ile gerçek arasındaki sınıra ve b ...
Yazcıların ve kışçıların hava durumuyla ilgili çatışmalarında iki tarafın mütemadiyen birbirlerine yönelttikleri “Mutlu musunuz bu sıcaktan/soğuktan?” sorusuna kesin bir cevabın verilemediği dengesizlikte geçen bir yaz mevsimi yaşıyoruz. Güneş gözlüğü ile şemsiye yan yana, “üstüne ince bir şey al istersen” diyen bir yaz. Sohbetimize böyle hava duru ...
Günler üzerimizden öyle sert geçiyor ki bir girdabın içinde savrulurcasına yaşıyoruz. Çıkış yolu olacak mı? Bu mümkün mü? Bu yolu bulmak ne kadar sürecek? gibi gibi sorulara çarpıp dururken kaygı en temel duygu durumumuz. E peki yanında ne var? Hayatı kaçırmak var. Kısılıp kaldığımız karanlığın içinden çıkıp aydınlığa erişmeye, ışığı bulmaya ihtiya ...
Hayata gerçekçi bir pencereden bakma taraftarı olmak “Ben çok mu umutsuzum?” sorgulamasını beraberinde getiriyor. Hele bizim gibi gündemi mütemadiyen kaynayan bir ülkede romantik bir pencere bulmak bir hayli zor. Hayallerimizin, umutlarımızın kolu kanadı hep yara bere içinde. Bu tür serzenişlerde, bir klişedir ama haklı çıkandır, Ahmet Hamdi Tanpın ...
Geçtiğimiz günlerde sona eren 42. İstanbul Film Festivali kapsamında izlediğim, yönetmen Christian Petzold’un son filmi “Kızıl Gökyüzü”nün gösteriminin ardından başrol oyuncuları Thomas Schubert, Langston Uibel’in katılımıyla bir soru cevap etkinliği gerçekleştirildi. Bir izleyicinin “Film metaforlarla doluydu, peki ama sinek vızıldamaları ne anlam ...
“Bakım” kelimesinin anlamını ilişkiler açısından son zamanlarda daha çok düşünüyorum. İhmalin yıkıcılığını, telafi edilemezliğini belki bu kadar acı bir şekilde yaşayıp görmediğim içindir. Bakım; özen göstermeyi, önem vermeyi, umursamayı, iyileştirmeyi hatta tedaviyi anlam katmanları arasında taşır. İyileşmenin, iyileştirmenin, hayatta tutmanın ger ...
Toplumsal hafızamızın ne kadar zayıf olduğundan, yaşanılan hiçbir acıdan ders çıkartılmadığından ve her şeyin zamanla unutulduğundan yakınırız hep. Bu gerçekten böyle midir? Tartışılır. Yıllardır bilim insanlarının endişe duyduğu, uyardığı, olması beklenen, ülkemizin Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu, İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerini, 10 ilimizi der ...
“Çocukluk bazı açılardan yavaş yavaş solup gider, bazı açılardan da asla sona ermez. Yetişkinlik küçük, düzensiz taksitler hâlinde gelir, tabii gelecek olursa.” diyor Rebecca Solnit “Yokluğumdan Aklımda Kalanlar”* adlı kitabında. Solnit, geçmişine doğru yaptığı yolculukla dönüşümünün fiili olarak başladığı 19 yaşına, adım adım yazar oluşuna, kadın ...
Yılın sonuna yaklaştığımız bu günlerde âdettendir şöyle bir geriye dönüp “ne yıldı ama” dökümü çıkarılır. Bu bir yıldan elimizde neler kaldı? diye düşünmek bu kez pek içimden gelmedi. Pandemiyle geçen korku ve belirsizliklerle dolu iki dev yılın ardından gelen 2022’de hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının, hayal edemeyeceğimiz dehşetteki versiyonu ...
Geleceğe dair planlar yaparken, söylemek, yapmak istediklerimizi ertelerken, hayatımızı gelecek zaman kipiyle çekimlerken her şeyin yarım kalabileceğini çoğu zaman unuturuz. Geç kalmış ya da yarım kalmış ve bir daha tamamlanamayacak bir konuşmanın pişmanlığını ömrümüzde kaç kez yaşarız mesela? Gündelik hayatın yoğun akışında bu meseleler üzerine dü ...
Marc Augé; “Unutmak, toplum için olduğu kadar birey için de bir zorunluluktur. İçinde bulunulan zamanın, şu anın ve bekleyişin tadına varmak için unutmayı bilmek gerekir; ancak unutmak bellek için de bir ihtiyaçtır: Uzak geçmişe ulaşabilmek için yakın geçmişi unutmak gerekir.” diyor Unutma Biçimleri (çev.: Mehmet Sert, YKY, Mart 2022) kitabında. Un ...
Tesadüflere, evrenin sonsuz ihtimâlinde mümkün olan denk gelişlere hayranım. Şehirde birbiri ardına açılan onlarca sergiden, sahnelenen oyundan, düzenlenen festivalden birbirine göz kırpan işleri bulmak bu tesadüflerin en zevklisi. Hikâyeleri birbirine seslenen, Boğaziçi’nin iki yalısından yükselen iki ayrı hikâyeyle önce bir sergide, sonrasında is ...
“Kenarı kırık bir fincan olmakta sorun yok. Bir hikâyesi olanlar o fincanlardır.” Bu söz, yazar Matt Haig’in “Rahatlama Kitabı” (Domingo Yayınevi, çev.: Kıvanç Güney)’nda “Sorun Yok” başlıklı bölümde geçiyor. Gerçek anlamında düşünürsek aslında kenarı kırık bir fincanı daha çok çöpe atmaya meyilliyizdir, çünkü bize zarar verebilir, utanırız misafir ...
Uzatılan bayram tatili vesilesiyle İstanbul’dan ayrılanlarla azalan nüfus, geride kalanlara aynı cümleyi büyük bir zevkle kurdurdu: “İstanbul rahatladı, yollar bomboş”. Gitgide artan nüfus sokaklarda rahatça/özgürce yürümemizi engellediği, huzursuz ettiği için bu cümlenin geçici mutluluğunu tüm İstanbullularla paylaştığımı belirtmek isterim. -Aynıs ...
Geçtiğimiz yılın sonbaharına girerken açılmaların da belirsizliğiyle “Her şey nasıl olacak?” sorusu etrafında dolanıp duruyorduk. Uzun bir süre pandemiyle ilgili endişeler, neler olacaklar, öngörüler, gelecek kaygıları ile başlayan cümleler kurduk, bir de baktık ki olanlar oldu, adına “normal” dediğimiz durumun içinde bulduk yine kendimizi. Bulduğu ...
M.Ö. 5. yüzyıldan beri en tartışmalı, en karanlık ve hep karanlıktaki karakterlerden biri olan Medea’nın son yıllardaki güncel yorumları bu karaktere farklı perspektiflerden, kimi zaman güncel bir olaydan kimi zaman evrensel meselelerden yaklaşmamızı sağlıyor. İlk olarak Simon Stone tarafından gerçek bir olaydan yola çıkılarak güncel bir uyarlamayl ...
Tercih ettiğimiz en kısa ve bizi hedefe ulaştıracak, bildiğimiz yoldan gittiğimizde keşifle, tecrübeyle, deneyimle, yeni ile tanışmayla aramıza mesafe koyarız. Kendimizi konfor alanı içinde tutmaya çalışırken güvende hissettiğimiz bu alanda sıkışıp kalırız. Bu sıkışıklığın kendi döngüsünde yaşarken de mevcut sorunları görmek, başka bir yolun bize d ...
“Keder zalim bir eğitim. Yas tutmanın ne kadar kaba, ne kadar öfke dolu olabileceğini öğreniyorsunuz kederliyken.” diyor Chimamanda Ngozi Adichie, babasının ani kaybının ardından kaleme aldığı Keder Üzerine* adlı kitabında. Çağdaş dünya edebiyatının öne çıkan isimlerinden biri olan Chimamanda Ngozi Adichie, bu kitapta babasına hayran küçük bir kız ...
[email protected] Hayattaki ilk ve en şansa dâhil olduğumuz sosyal grup, içine doğduğumuz ailelerimizdir. O kadar şansadır ki doğal yollarla atandığımız bu grupta mutlu bir aile fotoğrafı için poz verirken de aynı objektife bakamayacak mutsuzluktaki kişilerden biriyken de bulabiliriz kendimizi. Bu yapıyla kurduğumuz kontrolümüz dışı organik b ...
Apartmanın sahne olduğu her hikâye memleketin bir kopyasını çıkartır bizde. Görevlisinden daire sakinlerine, yönetiminden düzen arayışına küçük bir model oluşturur. Her apartman kendi içinde heterojen sosyal bir grup barındırır. Bu grubun uyumluluğunda ciddi sorunlar yaşanabileceği için kimi söylenen kimi söylenmeden bilinen kurallarla uyumda ve sü ...
[email protected] Yılın son günlerinde tatlı tatlı yüklenen yeni yıl heyecanıydı, beklentisiydi, dileğiydi bu yıl rutinden düştü. Her şeyin çok hızlı değiştiği ama değişimin bizim lehimize -ya da büyük bir çoğunluğun lehine diyelim- olmadığı bir anlar birliğiyle vardığımız yıl sonu maalesef yeni yıla dair hiçbir iyi beklentimizin kalmamasıyla ...
[email protected] Yaşamaya, yaşıyorum demeye, yaşamın anlamına dair sayısız metin dökülür önümüze. “Kişinin yaşamının anlamı zayıftır, kırılgandır; dökülüp gitmeye hazırdır: kişi onu, sürekli beslemezse, korumazsa, bütünlüklü tutmazsa, kayıp gidiverir parmaklarının arasından.” der Oruç Aruoba,olmayalı(Metis Yayınları, 6. Basım, 2020) kitabınd ...
[email protected] Kendisinden bir miktar umutlu olduğumuz 2021’i tüketmemize yaklaşık iki ay kaldı. Bitmeyen pandemisiyle, üzerimize çöken ekonomisiyle,yüksek frekanstaki değişiminden ötürü her an yeni bir haber bildirimi düşüren gündemiyleher birimizin çetin birer mücadeleci olduğu şu yılı da bitirsek bir şekilde… Ancak her şeye rağmen üretm ...
Değişen mevsimin önümüze düşen yapraklarla kendini belli etmeye başladığı, görüntüye ince bir kahverengi ton çekilerek romantik sözler sarf edildiği, omuzlara ince bir ceket attırarak yazın uçarılığını artık geride bırakmamız gerektiğini sezdiren, “yeni” ya da “yeniden” bir şeylere başlandığı hissini veren, övmelere doyamadığımız güzide ayımız eylü ...
Yayın akışımız yine tek bir an bile iyi hissetmeye imkân vermiyor. Ülkemizin her noktasından takibi ve idraki güç felaket haberleri birbiri üstüne biniyor. Yaşananlar karşısında yapılan açıklamalar ve reva görülen uygulamalarla da her günü ayrı güçlükte bir sabır testiyle geçiyoruz. Açık, berrak bir zihinle düşünmek mümkün değil, anlam vermek mümkü ...
Yazın gelişiyle bünyeye yüklenen, mevsimsel ve dürtüsel açıdan hafifleyip rahatlama hâli; kısıtlamalardaki çözülmelerle birlikte, açık hava imkânlarımızı arttırdı. Bu imkânlar dâhilinde sosyal hayatımızı da bir nebze olsun doyurmaya başlayacağımız günlerin yakınlığını hissettiren gelişmeler yaşanıyor. Geçtiğimiz pazartesi akşamı Kadıköy Emek Tiyatr ...
Yazın gelişiyle beraber yayınlarda İstanbul’un eski plajlarının nostaljisi yapılır. Hepimiz İstanbul’un eski yaz günlerine, artık olmayan bu yerlere hüzünle bakarız. Bizden birkaç on yıl önce doğmuş kişilerin, yaşadığımız bu semtin plajlarında denize girdiği günlere dair anıları vardır, ah’lar eşliğinde anlatırlar. O günlerden bugünlere, içinde ter ...
Sıkıştık! Her yanı sorunlu bir çarkın içinde sıkıştık! Çıkamıyoruz, çıkabilecek miyiz bilmiyoruz. Her gün birbirinin aynı, sabit kaygılara ansızın bir yenisi ekleniyor, “yaşa göre tahminen aşı sırası bize ne zaman gelir?” hesaplamaları tutmuyor, sıkça güncellenen kapa-aç uygulamalarına akıl sır erdirilemiyor, her an bir yakınımız daha virüs tarafın ...
Geçtiğimiz hafta umudun yüzünün karardığı, oldukça buruk bir 27 Mart Dünya Tiyatro Günü kutlandı bu ülkede. Tiyatrolar, tam bir yıldır kapalı. Tiyatro emekçileri işsiz. Tiyatrolar, salonlarını tıklım tıklım dolduramıyor, kapıları tamamen kapanmasın diye direniyor; dişe dokunmayan desteklerle değil türlü çareler arayarak devam etmeye çalışıyor, zor ...
Haberlerini korku dolu gözlerle takip ederek başladığımız ve bu uzun misafirliğiyle bizleri fazlasıyla usandıran pandemimiz ülkemizde görülüp, manen ve maddeten bir buhrana sürükleyişinin birinci yılını tamamlamak üzere. Yaşanmış günlerin kıymetini iyice bildiğimiz şu süreç, tüm yaşanmamışlığına rağmen bir zahmet geçip gitse, yenisiyle, revizesiyle ...
Wilhelm Schmid, “mutluluk diktatörlüğü” altındaki insanın, mutsuzluğu da kucaklamasından yana tavır alır “Mutsuz Olmak”* kitabında. Sistem tarafından bize zorunlu kılınan ve hatta pazarlanan mutluluğa fazlaca anlam yüklendiğini söyler. Mutluluk önemlidir ama insan hayatında başarısızlık ve mutsuzluk da vardır. Mesela aynı günün şartlarında hayata t ...
Kış ortasında bitmeyen bir bahar havası eşliğinde bize kapısını açan 2021 ile ilgili umutlarımız hâlâ mevcutken, “gelenin gideni aratmadığı” bir yıl dileklerinin üzerinde dumanı tüterken, olayın yıllarla değil bizlerle alakalı olduğu gerçeği güpegündüz ortadayken, kaldığımız yerden herkese merhaba! Geçen yılın muhasebesini yaptık; yeni yıl dilek ...
Yılın kapsamlı raporlarının çıkarıldığı, “bu yılın en”lerinin konuşulduğu, doya doya yaşayamadığımız günlerin hatrının kaldığı, “ay koca sene nasıl da geçti” “bit artık 2020” seslerinin yükseldiği yılın son günleri de geldi nihayet. Ama ne seneydi değil mi? Oldukça zorluydu. “Bize göre normal”in çoğu parçasını kaybettik, geri dönsünler istedik, onl ...
“Nasılsın?” sorusuna uzunca bir zamandır gerçeği yansıtmayan “iyiyim” cevabını vermek yerine “iyi diyelim, iyi olsun” ya da “iyi değilim ama iyi olma gayretindeyim” cevabını vermeyi tercih ediyorum ki karşımdakinden de aynı minvalde cevaplar alıyorum. Çünkü ağzımızın tadı bozulalı sahiden çok zaman oldu ve yerine de getirecek pek bir şey başımıza g ...
Hayatı çok bölümlü bir oyun gibi düşünürsek şu an geçmekte epey bizi zorlayan bir bölüme denk geldik. Bu bölüm bizim tratejilerimizden ve deneyimlerimizden daha kuvvetli. Nihayetinde oyunun kurallarına da boyun eğdik. Öyle ki rutinlerimizden mahrum kalmayı kanıksadık, normalimize yeni şekiller verdik. Özgürce yollarda yürümeyi, seyahat etmeyi, en s ...
Bir araya gelmek artık içinde birtakım tedirginlikler barındırıyor. Oysa ki yalnızlıklarımız bile ne kadar kalabalıkmış düşünsenize. Sistemin yok saydığı, işgal ettiği özel alanlarımız bize kalınca onunla ne yapacağımızı şaşırdık. Birbirimize ne kadar yakın olduğumuzu bundan mahrum kalınca gördük. Kalabalığın bir parçası olmanın normal zamanlarda d ...
[email protected] Hayata kaldığı yerden, endişe, şüphe, ekstra hijyen ve maske ekleyerek devam etmeye çalışıyoruz. Her şeye rağmen 2020’yi geri kalan birkaç ayının paçasından tutarak da hayata döndürme gayretimiz var, bu yılı eksik ve kırık göndermeyeceğimize inancımız tam görünüyor. Şöyle ki karantina günlerinin sona ermesiyle “kademeli kade ...
[email protected] Bir düşünelim! Kültür sanat kurumlarının birbirine komşu olduğu caddeleri, bir tiyatronun açıldığı mahalleye kattığı değeri, insanları bir araya getirme gücünü... Bugün İstanbul’da kaç tane alışveriş merkezleri içine hapsolmayan, kapısı sokağa açılan bağımsız sinemamız kaldı, kaç tane tiyatro sahnemiz var böyle, peki ya kons ...
[email protected] Geçirdiğimiz günleri, hangi duygularla ifade edersiniz? Endişe, çaresizlik, can sıkıntısı, bekleyiş, belirsizlik benim ilk aklıma gelenler. Hele ki belirsizlik bugün “yeni normal” adı verilen hayata hızlı dönüş harekâtı ile daha da perçinlenmiş vaziyette. Vaka sayılarının ilk günlerden daha çok olduğu bugün, hayat –zaman zam ...
[email protected] Kaybedilen zaman algısı, sıkışılan mekân içindeki sancılar, normale dönme isteği, belirsiz bir gelecek… Kaygılar, başladığı ve bittiği yer belli olmayan günler geçerken, baharı yavaştan uğurlayıp yaza tedirgin bir giriş yaptığımız bu süreçte varoluşsal kıvranmaların sebebi. İki ay önceye kadar belli amaçlarla parçalara bölün ...
Günlük yaşamımıza övgüler düzdüğümüz günlerden geçiyoruz. Dünya tarihinde defalarca karşı karşıya kalınan salgınlardan sonra, 2020 yılında böylesi bir salgının da bize denk geleceğini tahmin edemezdik - her ne kadar sayısız badireye şahit olmuş olsak da-. Şimdilerimiz endişeli bir bekleyiş içinde akıp giderken, evde kalmak ve virüsten korunmaya ...
Hayatınızda çok önemli bir yere sahip olan, çok sevdiğiniz biri, özellikle de hayatı paylaştığınız kişi artık yaşamak istemediğini söylese ne hissederdiniz, nasıl karşılardınız bunu? Eminim sağduyuyu, metaneti bir kenara bırakır çılgına dönerdiniz. Çünkü bu karar her ne kadar kişisel bir karar olsa da etkileyeceği başka hayatlar da vardır. Sevdiğin ...
Begüm Kakı [email protected] İstanbul; imparatorlukların gelip geçerken zenginlikleriyle süslediği, büyüsüne sayfalarca metinlerin yazıldığı, yolu geçenlerin aklını ve gönlünü bıraktığı, her sokağında farklı bir hikâye saklayan efsunlu şehrimiz. Tabii ki şöyle de diyebiliriz: İstanbul; üzerinde yaşayanların kıymetini bilmediği, her gün dah ...
[email protected] Anda kalmak, anı yaşamak günümüz dünyasında artık ne kadar emek isteyen bir eylem değil mi? Zaman hızla akıp geçiyor, durup biraz dinlenmeye bile fırsat kalmıyor. Günler, haftalar, aylar göz açıp kapayana kadar geçmiş oluyor. 2010’ları geride bıraktığımız 2020’lerin içine doğru adımladığımız günlerdeyiz; geriye dönüp baktığı ...