Geçen yine akşamüstü yürüyüşüne çıkıyorum. Tam apartman kapısından çıkıp kulaklığımı kulağıma yerleşirtiriyordum, giriş katındaki komşumuz selam verdi. Eşiyle beraber balkona kurulmuş kibar kibar uzo içiyorlar. Afiyet olsun. Komşum dedi ki; eşinizin komşularla ilgili yazısını üstümüze alındık. Dedim; sizin alınacak bir şeyiniz yok. Apartmanda yedi hafta tadilat yaptırıp, bizi yaşamın çeşitli anlarından bezdiren yeni taşınan komşu alınsın… Gülüştük.
Sonra düşündüm, zemin kat da evi satıyor. Yerine taşınan illa ki yine tadilat kıskacında yüreklerimize ve kulak zarlarımıza kâbus gibi çökecek. Çünkü niye çökmesin? Adam Pasifik’te orta boy ada ya da fakir bir Avrupa ülkesinden vatandaşlık alabileceği fiyata, Moda Burnu’ndan ev almış. Evin içi kırık dökük mü otursun? 40 yıllık parkeye, cam çerçeveye fakir gibi tamah mı etsin? Ayrıca komşu dedikodusu yapmak ne kadar da nahoş bir hareket… İşte bu düşünceler eşliğinde yürüyüşümü gerçekleştirirken, akılma zamanın ruhuna ayna tutan şu cümle geldi:
Günümüzde, mahallemiz Caferağa’yı tanımlayan 3 sihirli sözcük var. “Tadilat, inşaat ve latte.”
Tadilatları zaten biliyorsunuz. Moda’nın hatta Kadıköy’ün simgesi kedici yaşlı teyzelerin zamanı yavaş yavaş geçiyor. Semt olarak sanki uzun hipster gecesine, yahut uzun bir Cihangirleşme sürecine hazırlanıyoruz. Yaşlı hanımlarımızın mukadderat nedeniyle boşalttığı evlere yerleşenler de, üstte belirttiğim gibi, evleri gönüllerine göre yaptırırken bize bolca dübel ve matkap ve sistre sesi vaat ediyorlar. Ben şahsen mahallede uzaktan da olsa bir matkap sesi duyamadığımda tedirgin oluyor, derin ve buruk bir yalnızlık hissine gömülüyorum.
Tadilatın yanı sıra elbette bir de inşaatlarımız var. Bağdat Caddesi’nden Kadıköy Rıhtım’a, kensel dönüşümle imtihan edilmeyen sokak yok gibi. Her sokak eskisinden en az bir metre dar olacak şekilde yeniden yapılanırken, evlerin önlerindeki minik bahçelerin, balkon genişliklerinin filan da tarihe karıştığını gözlemliyoruz. Yeni yapılan evlerin mimarisine girmeyi ise hiç istemiyorum. “Laz Noveau” adı verilebilecek yepyeni bir mimari anlayışın doğuşuna an be an, gözlerimizle şahit oluyoruz adeta.
E tabi her yer inşaat olunca, sokaklarımızın bir vazgeçilmezi de harfiyat kamyonları oluyor. Kadıköy’de şu sıralar harfiyat kamyonunun tadına doyulmuyor gerçekten. İnsan harfiyat kamyonları ile ilgili naif, iyi dileklerde bulunurken buluyor kendisini. Harfiyat kamyonları su gibi gelsin, su gibi gitsin, inşaat lütfen biran önce bitsin gibi hislerle cebelleşiyor. Kendi bünyesini, hayatını hep inşaatın varlığına göre ayarlıyor. Misal şu an sizlere bu satırları yan sokaktan gelen çekiç seslerinin ritimleriyle yazıyorum. Dileyen bu ritimde sporunu da yapabilir. Öyle de muazzam bir olanak. Yeter ki kıymetini bilelim.
Semtin üç numaralı sihirli sözcüğüne gelecek olursak, “latte” kelimesi bir noktada Kadıköy’ün başına sonuna bir yerine eklenmeli gibi geliyor bana. Çünkü anladığım kadarıyla tüm muhitin en büyük ihtiyacı, biraz daha kahveymiş. Muhitte bir tane terzi, berber, camcı, manav vb. kalmadı gerçi ama bu bir iki lattenin ya da cold brew’in geçiremeyeceği bir sıkıntı değil neticede. Eski pantolanları daraltıracağız da ne olacak? Ha ne olacak? Al yeni bi pantolon ayağına, otur kahveni iç! Ya da evinde 1 TL’ye maal edebileceğin Adaçayı’na 8 lira ver de, kendini bi zengin hisset. Bi hovardalık yap. Bi daha mı gelicez kız dünyaya? Ha şöyle…
Zaten Caferağa kelimesinin ilk dört harfine dikkatlice baktığımızda, mahallenin kaderinin daha en başından alnına yazılı olduğunu anlamamız uzun sürmüyor. Evet, doğru okudunuz. Bariz bir biçimde “cafe” yazıyor Caferağa’nın başında. Sanki atalarımız 100 yıl öncesinden olacakları bilmiş ve bizi bu kutlu geleceğe hazırlamışlar gibi…
Bence günün sonunda Caferağa’nın tamamını dev, tek bir kafe altında birleştirebiliriz. Tek devlet, tek millet, tek kafe, ideolojik olarak da eminim hükümetimizin bile hoşuna gidecek bir gelişme olur. Balıkçılar Çarşısı’nın oraya dev bir latte sebili de yapılabilir. Hem turistik bir değer taşıması açısından, hem de mahallenin ruhunu yansıtması açısından çok hoş olacağı kanaatindeyim.
Elbette bu dev, tek kafe’nin inşaası için muhitte bolca inşaat ve tadilat yapmak gerekecektir. E bunlar da zaten, muhitçe hep müptelası olduğumuz şeyler. Şanslıyız yani. Çok şanslıyız.
Yıl dediğimiz şey, dünyanın güneşin etrafını tam tur pırlanta gibi dolanmasından başka bir mevzu değil. Günümüzden yaklaşık 2000 yıl önce, Brütüs’e sitemiyle ve salatasıyla tanıdığımız Jules Ceasar, kabineyi toplayıp, “Hadi kankalar, bundan gayrı şu 12 aylı güneş takvimini kullanıyoruz.” demiş. Gerçi insanoğlu sonraları Gregoryen takvime geçmiş lak ...
O sabah mahallenin eczanesi, berberi ve nalburu uyandıklarında, kendilerini devcileyin birer kafe, pizzacı ve gurme hamburgerciye dönüşmüş buldular. Üstelik bu apansız değişime hayıflanacak vakitleri de olmadı hiç. Zira henüz kepenklerini açmadan, kapılarında onları tüketmek isteyen kalabalık bir kuyruk oluşmuştu. Moda’nın 15 senelik Memoli Erke ...
Geçen hafta aynı gün içinde iki tane devlet dairesine gittim. İnanır mısınız, başıma trajikomik hiçbir şey gelmedi. Dedim: “Siz şaka mısınız yahu? Artık devlet dairelerinde de macera yaşayamayacaksak, biz mizahçılar olarak malzememizi nereden bulacağız? Ekmeğimizi nereden çıkartacağız?” Hayır, insan sevabına oraya inanılmaz bir sıra, uzun bir bekle ...
Oturduğum sokakla gurur duyuyorum. Çünkü kendisi hepimizden ünlü; adeta bir rock yıldızı, adeta ekranların aranan yüzü... Moda Deniz Kulübü’nün bir arka sokağı desem, Kadıköylülerin zihninde hemen canlanacağından eminim. Sokağımızı memleketin geri kalanına anlatmak içinse, bizzat rol aldığı sayısız reklam filmi ve diziden, hatta bir adet de kamu sp ...
Biz henüz tatile gidemedik. Zaten bayramda tatile gitmeyişlerimiz ailecek meşhurdur. Yollarda yapılabilecek kaza, sahillerde müdahil olunabilecek şezlong izdihamlarından kaçınmak maksadıyla, bayramda sokağa burnumuzu dahi uzatmayız. Bunun üzerine geç başlayan sezon, aniden bastıran sıcak, eve bakıma gelen yaralı kedi derken, henüz suya ayak sokmuşl ...
Geçen sabah tam gün doğmadan önceki o mahsun aydınlığa uyanınca, balkona çıktım. Ayıptır söylemesi bizim balkon epey güzel. Ortanca henüz açmadı lakin kıştan kalma sefaletinden epey arındı. Sarmaşıklar zaten son kar yedikleri günden bu güne, çılgınca coşmaya, tüm balkonu donatmaya yeminli... Petunya mor, avokado fidanı dibinde coşan Kapadokya’dan t ...
Yıllar önce Beşikta’ta oturur ve ‘Kim Lan Bu Hayatımın Erkeği’ bloguna yazarken, Kadıköy’ün gece hayatında gözlemlediğim erkekleri Avrupa yakasından daha yakışıklı ve centilmen, kızları ise daha iyi giyimli diye övmüştüm. 10 yıl olmuş bunu yazalı. Bana sorarsanız, kızlar hala İstanbul’un diğer ilçelerini kıskandırıyor. Erkeklere gelince, centilmenl ...
Nihayet bahar geldi, ben de bisiklet sezonunu açmaya karar verdim. Kadıköy’ün en çok sevdiğim özelliklerinden biri de bisiklet yolları; lakin bu hususu daha sonra konuşuruz. İki gün önce sırtıma yoga matımı yükleyip, Moda’dan Kalamış Yat Limanı’a vurdum pedalı... Tam limanın içinde, benden duymuş olmayın ama pek az kişinin kullandığı genişçe bir çi ...
97 senesinde elimde pembe bez çantam, Kadıköy rıhtımına indiğimde, Kadıköy’ün sedasının olsa olsa martı çığlığı ve vapur düdüğü olabileceği fikrine kapılmıştım. Tabi o vakit gençten de öte, çocuk irisiydim ve o zamanlar ne tüm şarkılarını ezbere bildiğim Kargo’nun, ne birkaç ay içinde Kemancı’da tanışacağım Kesmeşeker’in, ne de o yıl müptelası olac ...
“Hayatı ve kadınları öğrendiğimiz Kadıköy Sokakları” derdi Kaan Çaydamlı, biz de inandık. Kadıköy Sokları’nda yaşam denen tuhaflığı ve kadın denen kendimizi anlarız sandık. Bu yüzdendir ki, senelerdir bu sokaklarda yürüyor, yürürken kimi kedilerle selamlaşıp, kimi tanıdıkların gönlünü okşuyoruz. Ve müsadenizle sizlere bu yazıda Kadıköy’de en sevdiğ ...
Sizlerle 6 yıldır paylaşmaktan son derece mes’ut olduğum bu semt, benim için maalesef İstanbul’da kalan son kale, son sığınak... Artık çoğunu gönlümce kullanamadığım, sokaklarında gece kendimi rahat hissedemediğim, zaten güzel bir yerine gitmek istesem de, trafikten oraya bir türlü ulaşamadığım İstanbul’un, yaşanabilir yegane yeri... İş bu sebepten ...
Bütün bir yıl bekledim. Çünkü Kadıköy tiyatroları hakkında bir yazı kaleme alacaksam, en azından her ay bir oyun izler, yazımı öyle hazırlarım diye düşündüm. Sonra bu konuyu masaya yatırdım, hatta çeşit çeşit oyun broşürleri topladım, çantamda uzun zaman gezdirdim. Lakin günün sonunda yine bir hayaller hayatlar klasiği yaşandı ve ben koca bir yıl b ...