Barsegh Kanachyan, Tekirdağlı (Rodosto) bir kunduracının oğluydu. Gedikpaşa’daki Mesropyan Okulu’nda eğitim gördü. 1910’da Gomidas ile karşılaştı. Gomidas’ın üç yüz öğrencisinden biri oldu. Gomidas Vartabed, zamanla bu sayıyı on altıya indirdi. Sonra beşe… O beş kişinin en yeteneklisi Kanachyan’dı. Ermenistan millî marşı Mer Hayrenik (Մեր Հայրենիք/ Anavatanımız) bestesi de kendisine ait. Şimdilerde Kanachyan’ın yaşamında çok önemli bir yere sahip olan Gedikpaşa’da hummalı bir çalışma var. Üstelik bu çalışma, yüz yıl sonra Kanachyan için! Zvartnots Korosu, Kanachyan’ın ustalık eseri “Nanor” için biraraya geliyor. Nanor, aslında bir zamanlar Muş’un Surp Garabet Manastırı’na adanmış upuzun bir şarkı. On üç dakika sürüyor. O Surp Garabet ki…1915’te, yağmalandı, yakıldı, yıkıldı…4.yüzyıldan kalmaydı! Şarkı, “Muş’un Sultanı Surp Garabet” diye başlıyor. (Muş’un Sultanı Surp Garabet/cevap verirsin atlılara/muradını verirsin yürüyenlere) Altı bölümden oluşuyor: Adak (Hac Yolculuğu)- Konaklama- Tekrar Adak Yolculuğu Başlar- Kiliseye Varış- Kilisenin İçinde- Adak Kutlama Şenliği. Herkesin kendi duasını ettiği bir bölüm de var. Bu bölümde de, “kalbimin sevdiğini, istediğini bana ver”i duyacaksınız.
Kanachyan’a da Zvartnots Korusu yakışırdı! Gedikpaşa’da günümüzde de mevcudiyetini devam ettiren kurumlar arasında olan Gedikpaşa Surp Hovhannes Kilisesi Tıbrats Tas, 1881 yılında kuruldu. İstanbul’daki ayinlerin çoksesli olarak seslendirilmesinin yaygınlaşması üzerine “Gedikpaşa Tıbrats Tas” da kendi bünyesinde 1936 yılında Zvartnots Korusu’nu oluşturma kararı aldı. Semtin tarihinde anlamlı, derin bir yere sahip olan Koro’nun adı, dönemin baş mugannîsi Dr. Karekin Şahnazar’ın önerisi ile “Zvartnots” oldu. Zvartnots, yani “Kutsal Melekler”… Tıpkı koro gibi, semtin bir diğer önemli kurumu da Kanachyan’ın okuduğu Mesropyan Okulu. İki kurum da Gedikpaşa’nın geçirdiği toplumsal ve mimari tahribatın ötesinde, semtin esas kimliğinin ana unsurları arasında yer alıyor. O yıllarda çocuk Barsegh Kanachyan, Mesropyan Okulu’nda neler yapardı? Bilmiyoruz... Kendinden sonra gelenler, Azak Yokuşu’ndaki Kırtasiyeci Hagop’un dükkanına uğrar, harçlıklarını Bakkal Şnork’ta harcarlardı. Hagop Baronyan, ‘İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti’ adlı kitabında dediği gibi, “Bu mahallenin ahalisi birbirlerinin sözünü anlamaz, dilleri karışmıştır”. Evet, Gedikpaşa gibi tarihsel bir geçmişe sahip bir semtte farklı kültür ve kimlik katmanları üst üste birikmişti. Bu çok katmanlı dokudan günümüzde pek iz kalmasa da Kanachyan, dua ettiği kilisede bir asır sonra kendi eseri için yapılan provalarla Gedikpaşa’da yaşamaya devam ediyor. Dilerim ki, bir diğer eseri “Sosin” de ilerleyen zamanlarda yeniden ele alınır. Öyle ki, 1951 yılında bestelenen Sosin, 1954-1955 yıllarında Lübnan’daki Surp Nişan Okulu’nun salonunda seslendirildiğinde büyük bir “olay” yaratmış, her kesimden dinleyicinin beğenisini kazanmıştı.
Surp Garabet’in sesi sustu! Gomidas da “sustu”. Dilerim ki Kanachyan’ın sesi dünya durdukça yankılanır. Yakında duyuracağım Zvartnots Korosu konserinde görüşmek dileğiyle…
Baylan Pastanesi’nin sahibi Bay Harry Lenas’ı tanıma fırsatı bulmuştum. Bu nedenle yitip gitmiş bir duyarlılığı, yaşama biçimini ucundan kıyısından yakalamayı başarmış şanslı bir insan olduğumu düşünüyorum. Bay Harry, hemen hemen her gün Kadıköy Baylan’a gelirdi. İlerlemiş yaşına rağmen, son güne kadar işinin başındaydı. Her zaman şıktı, özenliydi ...
Yemek kültürü ve şarap uzmanı Levon Bağış’ın Agos Gazetesi’ndeki “Obur” başlıklı köşesinde 2013-2020 yılları arasında kaleme aldığı yazılardan oluşan bir seçki “Obur Yazılar” adıyla geçtiğimiz haftalarda Aras Yayıncılık tarafından yayınlandı. Bu kitap sadece Türkiye’nin yeme-içme kültüründeki dönüşümü değil, aynı zamanda bu kültürün ardındaki insan ...
Buket Uzuner… Kuzey Sahra Afrikası, Kuzey Amerika ve Avrupa’da uzun tren yolculukları yapan “uyumsuz” bir kadın. Kitapları on dile çevrilmiş bir roman, öykü ve gezi yazarı. Elli yıldır yazmakta ısrar ve inat ediyor! Kendisi için farklı anlamlar içerse de, okuru olarak söyleyebilirim ki, elli yıldır bazı soruların karşılığını aramak, belki de sadece ...
Hagop Baronyan, “İstanbul Mahallerinde Bir Gezinti” adlı kitabında “Samatyalılar kırmızıyı yalnız Paskalya yumurtasında görmek isterler” diyerek bizi uyarsa da fazla dikkate almayın. Kaldırımları, caddeleri, sokakları allar kuşanıp gezseniz bile, kendi hâlinde olmayı sanat haline getirmeyi başarabilmiş Samatyalılar size dönüp bakmayacaktır. İstanbu ...
Bu vakitlerde değil de sonbaharın ilk günleri, Eylül ikindileri, palamutların yeni yeni çıktığı, manav tezgahlarının yemyeşil taze otlarla donandığı zaman Ada mevsimi başlar. İyot, çivit ve tuzdan ibaret Ada evlerinin beklenmeyen konuğuysanız, o tuzdan bir parça yakanıza siner, bir daha da çıkmaz. Yazdan kalma son sıcaklarda kurumuş otlar, bir dal ...
Kent mekânı toplumsal/politik aidiyetlere, farklı yaşamlara, kültürel çoğulculuğa cevap verir. Kentlilik duygusu, kimi zaman duygusal bir bağlılık üzerinden yükselir. Bu evde olma hissinin yaratılmasında, o kentte yaşayan insanların geçmişini bilmek önemli rol oynar. Öznenin yaşadığı mekânla ilişki kurması, mekâna anlamlar yükler, yeni kimlikler ol ...
İki bayram arası likörden söz açmanın tam sırası. Kristal kadehler ve havanlar elden geçirilsin, tozları alınsın, yaşamın diyalektiği kabul edilerek yan yana konsun. Baharat havanı nereden çıktı demeyelim, ihtiyacımız olacak. Kavalyesiz de bırakmayalım, kahve havanını hazırlayalım. Öyle ya, eski bir tariften söz açmak bunu gerektirir. Üç kuşaklık t ...
Liz Behmoaras’lı anıları çok yakın şeyler gibi hatırlıyorum, çok uzak şeyler gibi bazen… Senede iki, en fazla üç kere Moda’ya gelir, muhakkak arar, “eğer uygunsam” Moda Caddesi’nde buluşurduk. O vakitler Moda İskelesi’nin büyük, beyaz ferforje kapısından geçip, artık kullanılmayan, bu boş iskeleyi ziyaret etmeyi âdet edinmiştik. Buraya varmadan bir ...
Refik Halid Karay, dünyayı İstanbul’dan adımlamaya başladı. O, İstanbul’u, yaşayan, olağanüstü bir varlık gibi hayal ederdi. Soluk alan, sürekli korunup gözetilmesi, özenilmesi gereken kutsal bir varlık. Boğaziçi’nde kendi halinde, ağaçların arasında dinlenen evler, tepelere doğru birer anı gibi ilerleyen sessiz sokaklar, hayattan sarsıcı insanlık ...
Sayısız sanatçıya ilham veren İstanbul, geçmişinin çok eskilere dayanması ve çok kültürlü bir kent olması açısından ilginç özellikler taşır. Her ne kadar çok kültürlülük özelliğinin gittikçe aşındığı gözlemlense de en azından anı kitaplarında canlılığını koruyan bir dinamiktir. Bu özellik en çok yeme-içme kültürüne yansır. Gün görmüş, eyyam sürmüş ...
İstanbul’u hiçbir zaman insanlığın evrensel serüveninden ayrı düşünmedim. Kentimizi hep o büyük serüvendeki insanlık hâllerine benzetirim. Tıpkı onun gibi yıkık, korkak, cesur, bocalayan, yalpalayan… Diğer yandan mağrur ve görkemli. Bana her zaman yeryüzü oradan adımlanmaya başlanır gibi geldi. Mekân olmanın ötesinde, toplumsal/politik aidiyetlere, ...