Bütün yollar insana çıkar

29 Ağustos 2025 - 09:00

Buket Uzuner… Kuzey Sahra Afrikası, Kuzey Amerika ve Avrupa’da uzun tren yolculukları yapan “uyumsuz” bir kadın. Kitapları on dile çevrilmiş bir roman, öykü ve gezi yazarı. Elli yıldır yazmakta ısrar ve inat ediyor! Kendisi için farklı anlamlar içerse de, okuru olarak söyleyebilirim ki, elli yıldır bazı soruların karşılığını aramak, belki de sadece sorular sormak için yazıyor. 

ODTÜ’deki araştırmacılığına, ders anlatımlarına devam etseydi mutlak gerçeğin peşinde olmaya devam edecekti. Yazmanın yaşam biçimine dönüşmesiyle, “mutlak” arayışının yerini onlarca, yüzlerce yaşam biçimine karışmaya bıraktığını düşünüyorum. Nitekim Everest Yayınları’nın geçtiğimiz günlerde yayınladığı, “50 Yılın Toplu Öyküleri” nde de bu durum belirgin olarak görülür. Yaşama (belki ölüme de) karşı tek yanıtı edebiyattır!  Elli yıllık edebiyat yolculuğunda, varacağı yerden çok, yolculuk serüvenini önemseyen bir yazar olur. Okurlarının da o yolculuk duraklarında görecekleri, anlayacakları, (belki de) geri dönecekleri anlar vardır, sadece gözlemlemekle yetinmezler. Bu yüzden adını Buket Uzuner kahramanlarından alan pek çok çocuk var: Ada, Tuna, Nilsu, Teo, Aras, Defne, Umay… Sanıyorum ki, bir yazarın başına gelebilecek en güzel şeylerden biri, “isim annesi” olduğu çocuklarla memleketin her bölgesinde karşılaşmaktır. Uzuner’de bütün yollar insana çıkar.

Henüz yolun başındayken ilk öykülerini ve kitaplarını yayımlandığında, kendi kurallarını yarattığı dilden dolayı eleştirilir. Yazarın dile dair arayışı, anadile saygısızla karıştırılır. Bu durum Uzuner’in edebiyatına içinde yaşadığı düzene, o düzenin karar vericilerine karşı koyarak yansır. Elli yılın birikimini, ilk öyküden son öyküye kadar okurken karşılaşılan canlı, yaşayan, bir kalıp içine hapsolmamış dil, bunun sonucudur. Üslubu, “yaşanan” ı evrensel kılmaya yardım eder. Anadili Türkçe, son yıllarda onu başka serüvenlere davet eder. Türkçe’nin izini sürerek Orta Asya/Sibirya mitolojisinden, Anadolu’daki Hitit, Yunan, Arap, Kürt, Ermeni, Süryani söylencelerine uzanan bir örgüyle, günümüzdeki insanların hikâyelerini anlatır. Tabiat Dörtlemesi olarak başlayan, “Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları”na başladığında, “antroposen çağı”, “iklim kurgu”, “şamanlık/ kam gelenekleri” henüz edebiyatımızda pek görünen kavramlar değildir. Dünya klasiklerinde Tolstoy, Stendhal, Flaubert, D.H.Lawrence; Türk klasiklerinde Halid Ziya, Peyami Safa gibi yazarların “uyumsuz” kadın kahramanları, sonunda erkekler ya da toplum tarafından cezalandırılır. Uzuner’in kadın kahramanları ise, “uyumsuz” luğunu tutarlı biçimde sürdürür. Erkeklerin yapabildiği her şeyi kadınlar da başarır. Kadınların, sırf cinsiyetleri yüzünden karşı karşıya kaldıkları baskı, işkence ve zulümlere rağmen zihinlerinde hiç sönmeyen ateş, tabiatın onlara verdiği “her koşulda hayatı yeniden kurma enerjisi”dir ki Buket Uzuner buna “ kız neşesi gücü” der. (Ülkemizin adeta yazılı olmayan kuralı hâline gelen) kadın yazarların varlığını sağlayan kadın okurlarını içtenlikle selamlar. 

Buket Uzuner, otuz beş yıldır uluslararası edebiyat festivallerine ülkemizi -bir anlamda- temsil ederek katılıyor. Romanları on dile çevrilmiş, edebiyatta elli yılı geride bırakmış bir yazar olarak hâlâ Batı yayıncılığının dayattığı “Ortadoğulu Müslüman Kadın” kalıbını yıkmaya çalışıyor. Çokkültürlülüğü, yine ülkemize ait olan Avrupa, Akdeniz, Balkan, Kafkas öğelerini sahiplenerek, özgün sesini duyurmak için mücadele ediyor.  Kendini “yazar” yapan, başka yazarları, düşünürleri, şairleri, sanatçıları anmaktan kaçınmıyor. Dünya bir süredir daha hızlı dönüyor. Dil gibi kültürün de canlı, yenilenen ve gelişen bir olgu olduğu düşüncesinden hareketle, yeni ve genç yazarları takip ediyor. Bedelini ödediği bir özgürlüğün içinden yazıyor. Nice yıllara Buket Uzuner!

Yazarın Diğer Yazıları

Suriçi’nde zaman

Hagop Baronyan, “İstanbul Mahallerinde Bir Gezinti” adlı kitabında “Samatyalılar kırmızıyı yalnız Paskalya yumurtasında görmek isterler” diyerek bizi uyarsa da fazla dikkate almayın. Kaldırımları, caddeleri, sokakları allar kuşanıp gezseniz bile, kendi hâlinde olmayı sanat haline getirmeyi başarabilmiş Samatyalılar size dönüp bakmayacaktır. İstanbu ...

Zargana Enver Sandalı

Bu vakitlerde değil de sonbaharın ilk günleri,  Eylül ikindileri, palamutların yeni yeni çıktığı, manav tezgahlarının yemyeşil taze otlarla donandığı zaman Ada mevsimi başlar. İyot, çivit ve tuzdan ibaret Ada evlerinin beklenmeyen konuğuysanız, o tuzdan bir parça yakanıza siner, bir daha da çıkmaz. Yazdan kalma son sıcaklarda kurumuş otlar, bir dal ...

Moda’daki “O Ev”

Kent mekânı toplumsal/politik aidiyetlere, farklı yaşamlara, kültürel çoğulculuğa cevap verir. Kentlilik duygusu, kimi zaman duygusal bir bağlılık üzerinden yükselir. Bu evde olma hissinin yaratılmasında, o kentte yaşayan insanların geçmişini bilmek önemli rol oynar. Öznenin yaşadığı mekânla ilişki kurması, mekâna anlamlar yükler, yeni kimlikler ol ...

Kadıköy’den Amida’ya selam!

İki bayram arası likörden söz açmanın tam sırası. Kristal kadehler ve havanlar elden geçirilsin, tozları alınsın, yaşamın diyalektiği kabul edilerek yan yana konsun. Baharat havanı nereden çıktı demeyelim, ihtiyacımız olacak. Kavalyesiz de bırakmayalım, kahve havanını hazırlayalım. Öyle ya, eski bir tariften söz açmak bunu gerektirir. Üç kuşaklık t ...

Liz Behmoaras için…

Liz Behmoaras’lı anıları çok yakın şeyler gibi hatırlıyorum, çok uzak şeyler gibi bazen… Senede iki, en fazla üç kere Moda’ya gelir, muhakkak arar, “eğer uygunsam” Moda Caddesi’nde buluşurduk. O vakitler Moda İskelesi’nin büyük, beyaz ferforje kapısından geçip, artık kullanılmayan, bu boş iskeleyi ziyaret etmeyi âdet edinmiştik. Buraya varmadan bir ...

Refik Halid Karay için…

Refik Halid Karay, dünyayı İstanbul’dan adımlamaya başladı. O, İstanbul’u, yaşayan, olağanüstü bir varlık gibi hayal ederdi. Soluk alan, sürekli korunup gözetilmesi, özenilmesi gereken kutsal bir varlık. Boğaziçi’nde kendi halinde, ağaçların arasında dinlenen evler, tepelere doğru birer anı gibi ilerleyen sessiz sokaklar, hayattan sarsıcı insanlık ...

Mutfak defterlerinden

Sayısız sanatçıya ilham veren İstanbul, geçmişinin çok eskilere dayanması ve çok kültürlü bir kent olması açısından ilginç özellikler taşır. Her ne kadar çok kültürlülük özelliğinin gittikçe aşındığı gözlemlense de en azından anı kitaplarında canlılığını koruyan bir dinamiktir. Bu özellik en çok yeme-içme kültürüne yansır. Gün görmüş, eyyam sürmüş ...

Kentinin ve kendinin sürgünü: Silahtar Bahçeleri

İstanbul’u hiçbir zaman insanlığın evrensel serüveninden ayrı düşünmedim. Kentimizi hep o büyük serüvendeki insanlık hâllerine benzetirim. Tıpkı onun gibi yıkık, korkak, cesur, bocalayan, yalpalayan… Diğer yandan mağrur ve görkemli. Bana her zaman yeryüzü oradan adımlanmaya başlanır gibi geldi. Mekân olmanın ötesinde, toplumsal/politik aidiyetlere, ...

ARŞİV