Baylan Pastanesi’nin sahibi Bay Harry Lenas’ı tanıma fırsatı bulmuştum. Bu nedenle yitip gitmiş bir duyarlılığı, yaşama biçimini ucundan kıyısından yakalamayı başarmış şanslı bir insan olduğumu düşünüyorum. Bay Harry, hemen hemen her gün Kadıköy Baylan’a gelirdi. İlerlemiş yaşına rağmen, son güne kadar işinin başındaydı. Her zaman şıktı, özenliydi… Elbette 50’lerin Baylan’ınından eser kalmamıştı. Fakat yine de kendine özgü havasını koruyabilmeyi başarmıştı. Örneğin şöyle ayaküstü uğrasanız bile Ahmet Cemal’e ya da Önay Sözer’e rastlayabilirdiniz. Baylan’ın bu dokusunu koruyabilmesini sadece Bay Harry’nin efsanevi kişiliğiyle ya da entelektüel müşterileriyle açıklamak kanımca büyük haksızlık olur. Baylan’ın garsonlarını da anmadan geçemeyiz. Her müşterinin favori bir garsonu vardı. Ben Haydar Bey’i çok severdim. O Haydar Bey ki José Saramago okur, Yannis Ritsos şiirini iyi bilirdi. Onunla edebiyat konuşabilirdiniz. Bana bir seferinde Saramago’nun Körlük adlı kitabını hediye etmişti. Hâlâ saklarım. Tufan Bey ise, çok esprili, çok neşeliydi. Siparişinizin yanında muhakkak bir vişne likörlü çikolata ikram ederdi. “Eeeen güzelinden!” diyerek... Zamanında Erenköy’de şık bir pastanede çalışıyormuş. Çetin Altan, çok iyi müşterisiymiş. Onunla tanışıyor olmaktan dolayı çok gururlanırdı. Konu eski “Baylancılar”a gelirse, Tufan Bey’in kriteri belliydi; “Kimse Çetin Altan kadar asil olamaz.”dı! Süreç içinde önce Haydar Bey, sonra Tufan Bey Baylan’dan ayrıldı. Umarım oldukları yerde sağlıkları ve keyifleri yerindedir. Mösyö Ligor’u da unutmak olmaz! Neyse ki Baylan’ın demirbaşı, her zaman olduğu yerde. Girişteki ilk masa onundur. Çoğunlukla çikolataları paketlerken görürsünüz. Paskalya zamanları işi başından aşkındır. Kocaman tavşan çikolataları paketlemek onun görevidir. Bu vakitler biraz gergin olur. Bay Harry’nin ömrünün son yıllarında Baylan’da işte böylesi bir ortam vardı. Meşhur “kup griyesi” nden yemek için uğrasanız bile, bu havaya dahil oluverirdiniz. Laf aramızda, Harry Lenas, kup griyeyi pek beğenmezdi. İnsanların karameli bu kadar çok sevmesine anlam veremezdi. “Avrupa’dan dönünce baktım ki halkımız karamelayı çok seviyor, ben de 1954’de karamelli bir tatlı yaptım. Uluslararası tatlı literatürüne de girdi. Avrupa’da bazı pastanelerde de var. Avrupa’da Baylan Kup olarak geçiyor” diyerek övünmeyi ise ihmal etmezdi. Bay Harry vefat edince, İstanbul’da da bir dönem kapanmış oldu. Baylan’ın da eski tadı yok oldu. Hepimiz onu çok özlüyoruz.
Mahallemizin eczacısı ve şairi Melih Ziya Sezer’i de sevgiyle anıyorum. Vefatından kısa süre önce “VE” kitabı yeni çıkmıştı.
“ve akşamlar
her zamanki gibi düşmeye başladığında
hepinizin garipliğini
ben duyarım içimde”
şiirini başka severim. Üç kuşak eczacı Melih Ziya Sezer, aynı zamanda bir violonistti. 1945- 46 yıllarında Bahariye Caddesi’nde bir Halkevi olduğunu ve burada müzik dersleri verildiğini ondan dinlemiştim. Sohbetimiz ilerledikçe Melih Bey’in “VIP” saydığı insanlarını ağırladığı eczanenin arka tarafına, bol bol şarap içilen, iyi müzik dinlenen bölüme kabul edilmem çok uzun sürmemişti. O zamanlar sokaklarda sık sık Ahmet Cemal ile karşılaşırdım. Hızlıca selam verir, keyfi yerindeyse ayaküstü sohbet ederdik. Bu sohbetler o kadar kısa sürerdi ki, hep en güzel yerinde biterdi. Ahmet Cemal, randevusuna geç kalmış gibi eczanenin yolunu tutardı. Ben de onun peşinden… Her gün ilaç almayı bahane edemediğim için "Gül suyu almaya geldim" derdim. Bir gün içeriye gerginliği her halinden anlaşılan bir hanımefendi girdi. İzin almadan çektiği fotoğraflar yüzünden Melih Bey’i çok kızdırdı. Bu da yetmezmiş gibi, tam Ahmet Cemal’e bir şey söyleyecekken, hanımefendi araya girip, kendisi için nasıl bir cilt kremi istediğini anlatmaya başladı. Ben bir kenarda nefesimi tutmuş, olacakları bekliyordum. Tam o sırada, Eczacımız Melih Bey, hanımefendiye dönüp, “Size cilt krem yapamam. En iyisi gül suyu kullanın, bakın bu küçükhanım hep gül suyu kullanır. Cildi de çok güzel gördüğünüz gibi!" demesin mi! Gülemiyorum da! Gül suyunu sadece Ahmet Cemal’le sohbetinizi dinleyebilmek için alıyorum, diyemem ki! Semtte, kendi bahçemde dolaşır gibi dolaştığım yıllardı…
Zamanlar geçti. Kadıköy’de artık bambaşka bir hayat akıyor. Bu insanları hatırlayan “Kadıköylüler” in sokağından tramvaylar geçip gidiyor, Cem Sokak’taki Fransız Kilisesi’nin çanları, odayı dolduran klasik müziğin sesine karışıyor. Sade kahveye, kızılcık likörü eşlik ediyor. Herkesi özlemle anıyorum.
Yemek kültürü ve şarap uzmanı Levon Bağış’ın Agos Gazetesi’ndeki “Obur” başlıklı köşesinde 2013-2020 yılları arasında kaleme aldığı yazılardan oluşan bir seçki “Obur Yazılar” adıyla geçtiğimiz haftalarda Aras Yayıncılık tarafından yayınlandı. Bu kitap sadece Türkiye’nin yeme-içme kültüründeki dönüşümü değil, aynı zamanda bu kültürün ardındaki insan ...
Buket Uzuner… Kuzey Sahra Afrikası, Kuzey Amerika ve Avrupa’da uzun tren yolculukları yapan “uyumsuz” bir kadın. Kitapları on dile çevrilmiş bir roman, öykü ve gezi yazarı. Elli yıldır yazmakta ısrar ve inat ediyor! Kendisi için farklı anlamlar içerse de, okuru olarak söyleyebilirim ki, elli yıldır bazı soruların karşılığını aramak, belki de sadece ...
Hagop Baronyan, “İstanbul Mahallerinde Bir Gezinti” adlı kitabında “Samatyalılar kırmızıyı yalnız Paskalya yumurtasında görmek isterler” diyerek bizi uyarsa da fazla dikkate almayın. Kaldırımları, caddeleri, sokakları allar kuşanıp gezseniz bile, kendi hâlinde olmayı sanat haline getirmeyi başarabilmiş Samatyalılar size dönüp bakmayacaktır. İstanbu ...
Bu vakitlerde değil de sonbaharın ilk günleri, Eylül ikindileri, palamutların yeni yeni çıktığı, manav tezgahlarının yemyeşil taze otlarla donandığı zaman Ada mevsimi başlar. İyot, çivit ve tuzdan ibaret Ada evlerinin beklenmeyen konuğuysanız, o tuzdan bir parça yakanıza siner, bir daha da çıkmaz. Yazdan kalma son sıcaklarda kurumuş otlar, bir dal ...
Kent mekânı toplumsal/politik aidiyetlere, farklı yaşamlara, kültürel çoğulculuğa cevap verir. Kentlilik duygusu, kimi zaman duygusal bir bağlılık üzerinden yükselir. Bu evde olma hissinin yaratılmasında, o kentte yaşayan insanların geçmişini bilmek önemli rol oynar. Öznenin yaşadığı mekânla ilişki kurması, mekâna anlamlar yükler, yeni kimlikler ol ...
İki bayram arası likörden söz açmanın tam sırası. Kristal kadehler ve havanlar elden geçirilsin, tozları alınsın, yaşamın diyalektiği kabul edilerek yan yana konsun. Baharat havanı nereden çıktı demeyelim, ihtiyacımız olacak. Kavalyesiz de bırakmayalım, kahve havanını hazırlayalım. Öyle ya, eski bir tariften söz açmak bunu gerektirir. Üç kuşaklık t ...
Liz Behmoaras’lı anıları çok yakın şeyler gibi hatırlıyorum, çok uzak şeyler gibi bazen… Senede iki, en fazla üç kere Moda’ya gelir, muhakkak arar, “eğer uygunsam” Moda Caddesi’nde buluşurduk. O vakitler Moda İskelesi’nin büyük, beyaz ferforje kapısından geçip, artık kullanılmayan, bu boş iskeleyi ziyaret etmeyi âdet edinmiştik. Buraya varmadan bir ...
Refik Halid Karay, dünyayı İstanbul’dan adımlamaya başladı. O, İstanbul’u, yaşayan, olağanüstü bir varlık gibi hayal ederdi. Soluk alan, sürekli korunup gözetilmesi, özenilmesi gereken kutsal bir varlık. Boğaziçi’nde kendi halinde, ağaçların arasında dinlenen evler, tepelere doğru birer anı gibi ilerleyen sessiz sokaklar, hayattan sarsıcı insanlık ...
Sayısız sanatçıya ilham veren İstanbul, geçmişinin çok eskilere dayanması ve çok kültürlü bir kent olması açısından ilginç özellikler taşır. Her ne kadar çok kültürlülük özelliğinin gittikçe aşındığı gözlemlense de en azından anı kitaplarında canlılığını koruyan bir dinamiktir. Bu özellik en çok yeme-içme kültürüne yansır. Gün görmüş, eyyam sürmüş ...
İstanbul’u hiçbir zaman insanlığın evrensel serüveninden ayrı düşünmedim. Kentimizi hep o büyük serüvendeki insanlık hâllerine benzetirim. Tıpkı onun gibi yıkık, korkak, cesur, bocalayan, yalpalayan… Diğer yandan mağrur ve görkemli. Bana her zaman yeryüzü oradan adımlanmaya başlanır gibi geldi. Mekân olmanın ötesinde, toplumsal/politik aidiyetlere, ...