“Bereketzade’yi tek bir sözcükle özetleseydiniz hangisini seçerdiniz?”
Yukarıdaki sorunun sahibi Postane’nin etkinlik ve topluluk koordinatörü Elifsena Biroğlu’ydu. Bir Mahallede Kozmopolit Kenti Aramak: Bereketzade başlıklı podcast serisinin tanıtımı için 4 Ekim günü Galata’daki Postane Hol’de düzenlenen panelin, bazı ‘komşularımızla’ birlikte, konuşmacılarından biriydim.
Soruyu “Kimlik sözcüğüyle” diye yanıtlarken tereddüt etmedim. Gerçekten de doğduğum günden beri eski tip nüfus cüzdanımın “kayıtlı olduğu mahalle” hanesinde Bereketzade yazardı. Ta ki 1975 yılında doğma büyüme Modalı olan sevgilimle evlenip Kadıköy’e yerleşene kadar… O günden sonra Caferağalı oldum. Fakat öncesinde ne kadar Bereketzadeli’ydim ki?
Ailece İstanbul’un Beyoğlu ilçesinin Bereketzade Mahallesine kayıtlıydık. Ama bu mahallede hiç yaşamadım. Taksim semtinde doğmuşum, ardından hemen Kurtuluş’a taşınmışız, oradan da Teşvikiye’ye... Ancak nüfus cüzdanıma her baktığımda karşıma çıkan Bereketzade Mahallesine olan aidiyet duygumu hiç yitirmedim. Kaderin hoş bir armağanı olarak da 1998 yılında, Bereketzade’deki Terziler Sinagogu’nun bir sanat merkezine dönüşmesine öncülük ettim ve halen şimdiki adıyla “Schneidertempel Sanat Merkezi” olarak faaliyet gösteren bu kuruluşun yöneticiliğini yapmaktayım.
Binamız her ne kadar 130 yıllık eski bir sinagogsa da, 600 yıllık Ceneviz Surlarının yıkıntıları ve onlardan da eski olan Galata Kulesi başta olmak üzere çok sayıda değerli yapıyla çevrelenmiştir. Bunlardan biri de Postane binasıdır. Kırım Savaşından sonra İngilizler tarafından mimar Joseph Nadin’e tasarlattırılan bina, 15 Ekim 1859’da postane amacıyla açılmış, bir dönem İngiliz Erkek Okulu’na ev sahipliği yaptıktan sonra, 1982 yılına dek kadar alt girişi marangozhane, üstü mesken olan bir apartman işlevi görmüş. Tarihi eser olarak tescil edildikten sonra iki önemli restorasyon geçiren bina, nihayet 2021 yılında Postane adıyla çok amaçlı bir sosyal merkez olarak hizmet vermeye başladı.
Postane ile Schneidertempel Sanat Merkezi’nin benzeşmeleri ve komşuluk etmeleri dışında bir ortak misyonları var: Vaktiyle bu binaları var edenlerin duvarlar arasında birikmiş hikâyelerini, bugün onları ziyaret eden farklı insan gruplarına ve geleceğe yansıtmak, kısacası miraslarına sahip çıkmak.
Postane’nin kurucu direktörü Yaşar A. Adanalı, kendi yayınları olan “Postane / Bir Bina Arkeolojisi” kitabının tanıtım yazısında soruyor:
“Bir kentin hikâyesi salt anıtsal yapılar, büyük olaylar ve önemli kişilerin dışında; postane, okul, marangozhane, konut gibi hayatın içindeki mekânlar, gündelik yaşam pratikleri ve bu mekânlarda yaşamış sıradan insanların hayatları üzerinden anlatılsa acaba nasıl anekdotlar ile karşılaşılır, yaşadığımız yere dair merak ve heyecanlarımız artar mıydı?”
Yaşar A. Adanalı’nın bundan başka soruları da var tabii, fakat ben özellikle yukarıdakinin yanıtını ararken kendimi birden Kadıköy’de buluverdim. 2010 yılında İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olarak ilan edilmesi üzerine Heyamola Yayınları, 40 Semt 40 Kitap Kırk Yazar kitap dizisini çıkarmıştı. Gelecek için bir miras bırakmak amacıyla hayata geçen projenin ilk aşamasında kırk yazar yaşadıkları semtleri yazmışlar, dizi sonradan seksen kitaba çıkmıştı.
Bu proje çerçevesinde benden Moda semtini yazmam istenmişti. İlk anda itiraz etmiş, yazılarımda mizahçı gözüyle ‘insan’a odaklandığım için semt monografisi yazamayacağımı belirtmiştim. Heyamola Yayınları Yönetmeni Ömer Asan yeşil ışık yakınca da insana odaklı Moda Sevgilim doğmuştu.
Öykülerde elbette Sarıca Konağı’ından, Cemil Cem Evi’nden, Mahmut Muhtar Paşa Köşkü’nden, Saint Joseph Lisesi’nden, hatta zamanının efsanevi çocuk doktoru Şevket Salih Bey’in ahşap evinden söz ettim, fakat bu mekânlar kitabın içinde birer dekor olmaktan öteye geçmiyor. Asıl anlatılan, o binalarda yaşamış olan ünlü kişiler kadar, bir şekilde yolları o mekânlardan geçmiş olan sıradan insanların hikâyeleridir. Onları anlatabilmek için araştırmalar yaptıkça, söyleşiler gerçekleştirdikçe, tıpkı Yaşar Adanalı’nın dile getirdiği merak ve heyecanı bizzat yaşadım. Öte yandan, aradan onca zaman geçmesine karşın okurlardan hâlâ güzel ve yüreklendirici yorumlar almam, insanların geçmişteki yaşanmışlıkları öğrenme arzularını kanıtlıyor.
Gelgelelim binaların yaşatılmasına. Bereketzade Mahallesi, sınırları içinde barındırdığı onca değerli yapıya karşın, çeşitli nedenlerle yerleşik insanlarını yitirdi. Gün boyu binlerce kişinin arşınladığı sokaklara bakan meskenlerde yaşayanların sayısı, otel ve pansiyonlarda konaklayanları saymazsak, yok denecek kadar az. Hal böyle olunca da bir mahalleyi mahalle yapan esnaf ve zanaatkar kabuk değiştirdi. Manav, bakkal, kasap, sütçü, kunduracı, terzi gitti. Yerlerini büyük market zincirlerinin ‘mini’ şubeleriyle birlikte turistik eşya satan incik boncukçular, telefon aksesuarcıları, kebapçılarla ‘cafe-restaurant’lar doldurdu. Binaların korunup yaşatılmaları ancak işlevlerinin değiştirilmesiyle mümkün olabiliyor. ‘Terziler Sinagogu’ ile ‘Postane’ ise olumlu örnekler.
Halen oturduğum Caferağa Mahallesi’ne gelince, sanırım Bereketzade’den daha şanslı. Her ne kadar mahallemizin sakinleri barların ve cafelerin pıtrak gibi artmasından sitem ediyorlarsa da, Caferağa hâlâ yaşıyor. Fakat tehlike de geliyorum diyor! Moda’da kaç kitap-kırtasiye mağazası kaldı? Çarşıdaki manavların sayısı azaldı mı, yoksa bana mı öyle geliyor? Bir çarşıyı çarşı yapan çeşitliliktir; herkes incik-boncuk, turistik eşya satmaya başlarsa, halen mevcut olan kitapçılar ve plakçılar cafelere, hatta nargile cafelere dönüşürse, barlar çoğalırsa, korkarım Caferağa’nın da Bereketzade gibi ‘insanını’ yitirmesi kaçınılmaz olacaktır.
Bilindik bir fıkra ile başlayalım. Emekli olduktan sonra eşiyle birlikte Toronto’yu terk ederek Ontario bölgesinde, göl kenarındaki küçük bir eve yerleşen Kanadalı mühendis, kapısının önünde kışlık odun kesiyormuş. Bu esnada sırtında baltasıyla bir Kanada yerlisinin ormana doğru yürüdüğünü görmüş ve seslenmiş: “Hey arkadaş, kış nasıl olacak?” Yerli ...
Futbola ilgim ve sevgim küçük yaşlarımda başladı. Hatta o kadar küçüktüm ki, salondaki lambalı koskocaman radyodan yankılanan spikerin heyecanlı sesi, “top kale alanında” diye haykırdıkça, hayalimde Rumeli Hisarı’na benzer bir yapının karşısında konuşlanmış bir top arabasını canlandırırdım. Sıkı bir Fenerbahçe taraftarı olan babama inat, o günlerde ...
Boynumda eğreti duran bir kravat, üzerimde yazlık ceket, elimde renk renk kravatlarla dolu bir karton kutu, vestiyerin önünde dikilmiş, nişan davetimize icabet eden arkadaşlarımızı karşılıyordum. Yıllardan 1974, günlerden 28 Temmuz’du. Hava öylesine sıcaktı ki, astarsız olmasına rağmen “yüz kilo” çeken ceketimin içinde buram buram terliyordum. Arka ...
Tuhaf bir soru değil mi? Yanıtlamadan önce neden böyle bir başlığa gerek duyduğumu anlatayım. Takip edenler bilir, 2025 yılının başından beri bu köşedeki yazılarımın konuları Kadıköy semti ve tanış olduğum kimi Kadıköylüler hakkındaydı. Bu ay istisna yapmamın nedeniyse bir okur mektubu. Okurlardan gelen e-postaları genellikle özelden yanıtlarım, ...
“Semtin ikonik isimleri varmış. Peki, şimdi var mı öyle kişiler? Misal bundan 50 yıl sonra biri Moda’yı yazsa, bahsedecek isim bulabilir mi? Güzel bir soru! “Yok, azalıyor, kalmayacak” desem -ki muhtemelen beklenti o yönde- geçmişe özlem duyan, değişim karşıtı “dinozorlar” sınıfına hoşgeldiniz! “Var, Moda’nın semt kimliği köklüdür, sağlamdır, he ...
Siz hiç gökyüzünü mora boyadınız mı? Ya da denizleri papaya turuncusuna? Ağaçların yapraklarını burgonya bordosuna, insanların suratlarını çağla yeşiline? Küçükken öyle yapardım. Nedense ergenliğe ulaştığımda anlaşıldı renkleri ayırt edemediğim. Ama o zamana kadar resimlerimi kasten, sırf muzırlık olsun diye bozduğumu zanneden ilkokul öğretmenimden ...
Hani tv’deki durum komedilerinde (sitcom), aile içinde mutlaka muzip bir kardeş, enişte, kayınço ya da bacanak ön plana çıkar ya, her daim pozitif enerjiyle yüklü, bulunduğu ortamı neşelendirip hareketlendiren, herkes tarafından sevilen, müstesna bir kişilik… rahmetli bacanağım tam da böyleydi işte, çocuk tarafını canlı tutmayı başaranlardan! An ...
Bundan yıllar önce, ikinci ile üçüncü cemre arasındaki günlerden bir sabah, Yaren leyleğin atalarından biri, koordinatları iyi ayarlayamamış olmalı ki, su ile toprak sınırındaki bir yere bırakıvermiş beni! Balık burcunda doğanlar biraz böyledir işte, kâh suda, kâh karada. Bugünlerde herkes güzel umutlarla baharın gelişini gözlerken, ben heyecanl ...
Kadıköy yepyeni bir değer kazandı! Yılın ilk günlerinde Moda’da açılan Turhan Selçuk Kültür Evi’nden söz ediyorum. Bence Türk karikatür tarihinde üç önemli mihenk taşı vardır: Cemil Cem, Cemal Nadir ve Turhan Selçuk. Cemil Cem (1882 -1950), editoryal denilen modern gazete karikatürünün babasıdır. Cemal Nadir Güler (1902 - 1947) Türk karikatürün ...
Kim derdi ki günün birinde onun yazdığı gazetede, belki de onun köşesine kurulup Kadıköy yazıları yazacağımı? Moda çay bahçesinde buluştuğumuz günü hatırlıyorum. Bana yeni projesinden söz etmişti. Sıradan insanları izliyor, portrelerini hafızasına kazırken zihninde hikâyelerini kurguluyordu. Hatta bazen fotoğraflarını bile çekiyordu. Aslında kal ...