Herkesin bir öyküsü vardır

30 Mayıs 2025 - 09:00

“Semtin ikonik isimleri varmış. Peki, şimdi var mı öyle kişiler? Misal bundan 50 yıl sonra biri Moda’yı yazsa, bahsedecek isim bulabilir mi?

Güzel bir soru! “Yok, azalıyor, kalmayacak” desem -ki muhtemelen beklenti o yönde- geçmişe özlem duyan, değişim karşıtı “dinozorlar” sınıfına hoşgeldiniz! “Var, Moda’nın semt kimliği köklüdür, sağlamdır, her daim olacak” desem, bu kez de aşırı iyimser bir romantik ve hayalperest olarak etiketleneceğim! 

Sorunun sahibi, 2016 yılında çıkan “Moda Sevgilim - Yeniden” kitabım üzerine Gazete Kadıköy için söyleşi gerçekleştiren Gökçe Uygun idi. Ben ise kendimce politik bir cevap vererek olay yerinden uzaklaşmayı seçmiştim:

Belki kitapta bahsettiğim kişiler artık hayatta değil ama mesela emekli olan taksici-dolmuşçuların oğulları, akrabaları var şimdi de. O gelenek sürüyor yani. Çünkü Modalının esnafla kurduğu bir ilişki vardır, kolay kolay bozulamayan, hep canlı kalan. Şimdi de var elbette. Mesela Kadıköy Belediyesi’nin Bülent isminde bir temizlik görevlisi var. Ben hangi saatte Moda sahiline gidersem gideyim onu hep görevi başında görürüm. Her sabah sahili boydan boya gezer, çöpleri toplar. Hatta kargalar çöp poşetini delip, çöpleri ortalığa saçar. Bülent o çöpleri tekrar tekrar toplar. Onun hikayesi yazılmaz mı hiç?”

Bu cevapla durumu idare ettiğimi zannederken meğerse bambaşka bir hikayeye doğru yelken açmışım!

Bir semti köklü kılan unsurların başında elbette birbirlerini tanıyan, karşılaştıklarında selamlaşan mahallelilerle o semtin esnafı gelir. Geçtiğimiz günlerde yaşamını yitirerek yalnız kitap dostlarını değil, tüm Kadıköylüleri yasa boğan Sakallı Lütfü (sahaf Lütfü Seymen) semt kültürüne güzel bir örnektir. Fakat en az esnaf kadar, mahallenin postacısı, apartman görevlileri, temizlik işçileri, otopark görevlileri ve sokakta yaşayan bazı evsizler bile semtin yerleşik kültüründe önemli pay sahibidirler.

Sözünü ettiğim temizlik görevlisi için söylediklerim doğruydu, ismi hariç… Sabahın oldukça erken saatlerinde sahil yolunda yürüyüşümü yaparken görürdüm onu. Kış aylarının zifiri karanlık sabahlarında bile sahili İski tesislerden Moda Deniz Kulübü’nün otoparkına kadar enine boyuna arşınlar, yolunun üzerinde ne kadar plastik kap, kağıt, poşet, sigara izmariti varsa beline astığı naylon torbalara doldurur, dolan torbaları belirli yerlere bırakır, mıntıka temizliğini gayretle sürdürürdü. Öte yandan, ahşap bankların önünde kümelenmiş ayçiçeği kabuklarını süpürürken, kendisini merakla izleyen köpeklerle kargalara hemcinslerini şikayet ederdi.

Sabah yürüyüşü müdavimlerinin hemen hepsini tanıyordu. Bazıları onu görünce yavaşlar, üç beş kelam ederlerdi. Ben de bu gruba dahildim. Her nedense Fenerbahçe kulübüyle ilişkili olduğumu zannediyor olmalıydı ki arada bir, “Baba, bu hafta maç var mı?” diye sorardı. Başlarda bu merakını Fenerbahçe taraftarı olmasına bağlıyordum, oysa kazın ayağı başkaymış. Bir keresinde, “Maç var ama umut yok, takım iyi değil…” gibisinden bir cevap vermiştim. Yüzüme dik dik bakmış, “Bana ne takımdan! Adamlar doluşup buraları pislemesin!” diye söylenmişti. Gerçekten de maç günlerinde taraftarlar sahili o denli kirletiyordu ki, adamcağızın maç ertesinde fazla mesai yapması gerekiyordu.

Bizim sokağın evsizinin asıl adı neydi bilmiyorum ama mahalledeki lakabı Camgöz Ahmet idi. Ağrılıydı, söylentilere göre varlıklı bir ailenin çocuğuydu, ancak baba evindeki baskıya dayanamayıp kaçmıştı. Herkesi tanır, her şeyi bilirdi. Ürkünç görüntüsüne karşın yumuşak bir kalbi vardı. Gün boyu bira içip değnekçilik yapar, gece binalardan birinin girişine döşeğini serip sızardı, fakat asla dilenmezdi. 

Bir sabah yürüyüşümde Camgöz Ahmet’in sahildeki temizlik görevlisiyle konuştuğunu görmüştüm. Sonraki günlerden bir gün laf her nasılsa sokağımızın temizliğinden açılmış, Camgöz Ahmet de, “Bülent abi var ya, çok iyidir, herkesin yardımına koşar, buraların temizliği ondan sorulur” demişti. Bu tanım, sahildeki görevliyle zihnimde bütünleşmiş, adamın adı o andan itibaren Bülent olup çıkmıştı. Gazete Kadıköy’de çıkan söyleşide o yüzden Bülent’in öyküsü yazılmalı demiştim. 

Gazete yayımlandıktan kısa bir süre sonra Saint Joseph’ten okul arkadaşım, avukat arabulucu Tufan Uz’dan telefonuma fotoğraflı bir mesaj düştü. Fotoğrafta Tufan Uz kitabımı elinde tutarken, yanında oturan kişi Gazete Kadıköy’ü açmış gülümseyerek söz konusu röportajı gösteriyordu. Fotoğrafın altında şöyle bir not vardı: “Röportajda bahsettiğin Kadıköy Belediye’sindeki temizlik görevlisi Bülent bu mu? Şayet o ise öyküsü bende.”

Değildi maalesef! Fotoğraftaki kişiyle benim sözünü ettiğim temizlik görevlisi arasında en küçük bir benzerlik yoktu. Ertesi sabah sahilde ‘kendi temizlik görevlimi’ buldum. Her zamankinden daha neşeliydi. Hatırını sordum. Ağzı kulaklarında gülerek, “Eyidir baba, nihayet kadrolu olduk” dedi. Meğer uzun zamandır İstanbul Büyükşehir Belediye’sinde taşeron olarak çalışıyormuş, sonunda kadrolu olmuş, sevinci bundandı. Kendisini kutladım ve bunca zamandır adını sormama ayıbımı gizlemek amacıyla, “Ben senin adını hep Bülent diye biliyordum, öyle değil galiba?” dedim. Fenerli olmadığını söylediği günkü tepkinin aynısını gösterdi: “Ne Bülent’i! Bülent de kimmiş? Benim adım Hasan’dır!” diye gürledi.

Hasan’a pandemiden sonra bir daha rast gelmedim, belki görev yeri değişmiştir, belki de emekli olmuştur. 

Bizim sokağın temizlik görevlisi Bülent Öztürk ise yeni emekli oldu. Fakat hâlâ Kadıköylü. Hâlâ ihtiyaç duyanların yardımına koşuyor. Onun öyküsünü Tufan Uz aktardı. Oldukça uzun, bu yazıya sığmaz; devam edeceğiz…

Yazarın Diğer Yazıları

Gökyüzünü mora boyamak

Siz hiç gökyüzünü mora boyadınız mı? Ya da denizleri papaya turuncusuna? Ağaçların yapraklarını burgonya bordosuna, insanların suratlarını çağla yeşiline? Küçükken öyle yapardım. Nedense ergenliğe ulaştığımda anlaşıldı renkleri ayırt edemediğim. Ama o zamana kadar resimlerimi kasten, sırf muzırlık olsun diye bozduğumu zanneden ilkokul öğretmenimden ...

Müziğin kimyageri

Hani tv’deki durum komedilerinde (sitcom), aile içinde mutlaka muzip bir kardeş, enişte, kayınço ya da bacanak ön plana çıkar ya, her daim pozitif enerjiyle yüklü, bulunduğu ortamı neşelendirip hareketlendiren, herkes tarafından sevilen, müstesna bir kişilik… rahmetli bacanağım tam da böyleydi işte, çocuk tarafını canlı tutmayı başaranlardan! An ...

İyi ki doğdu günlerimiz

Bundan yıllar önce, ikinci ile üçüncü cemre arasındaki günlerden bir sabah, Yaren leyleğin atalarından biri, koordinatları iyi ayarlayamamış olmalı ki, su ile toprak sınırındaki bir yere bırakıvermiş beni! Balık burcunda doğanlar biraz böyledir işte, kâh suda, kâh karada. Bugünlerde herkes güzel umutlarla baharın gelişini gözlerken, ben heyecanl ...

Moda’mıza hoş geldin Usta!

Kadıköy yepyeni bir değer kazandı! Yılın ilk günlerinde Moda’da açılan Turhan Selçuk Kültür Evi’nden söz ediyorum.  Bence Türk karikatür tarihinde üç önemli mihenk taşı vardır: Cemil Cem, Cemal Nadir ve Turhan Selçuk. Cemil Cem (1882 -1950), editoryal denilen modern gazete karikatürünün babasıdır. Cemal Nadir Güler (1902 - 1947) Türk karikatürün ...

Bakarken görmenin ötesi

Kim derdi ki günün birinde onun yazdığı gazetede, belki de onun köşesine kurulup Kadıköy yazıları yazacağımı? Moda çay bahçesinde buluştuğumuz günü hatırlıyorum. Bana yeni projesinden söz etmişti. Sıradan insanları izliyor, portrelerini hafızasına kazırken zihninde hikâyelerini kurguluyordu. Hatta bazen fotoğraflarını bile çekiyordu. Aslında kal ...

ARŞİV