Boynumda eğreti duran bir kravat, üzerimde yazlık ceket, elimde renk renk kravatlarla dolu bir karton kutu, vestiyerin önünde dikilmiş, nişan davetimize icabet eden arkadaşlarımızı karşılıyordum. Yıllardan 1974, günlerden 28 Temmuz’du. Hava öylesine sıcaktı ki, astarsız olmasına rağmen “yüz kilo” çeken ceketimin içinde buram buram terliyordum. Arkadaşlarımızı ceketsiz gelmemeleri konusunda uyarmıştım, fakat kravat kuralını bilmiyordum. O yıllarda cep telefonu gibi bir nimete sahip olmadığımızdan son anda kimseyi uyaramamış, evde bulabildiğim bütün kravatlarla birlikte misafirlerimizi beklemeye koyulmuştum.
Çekingen yapım nedeniyle kalabalık toplantılardan pek hoşlanmamama rağmen, doğma büyüme Modalı olan müstakbel eşimin babasını kıramamış, Moda Deniz Kulübü’nde, aile yakınlarımızla arkadaşlarımızın bir araya gelecekleri mütevazı bir kutlamaya olur demiştim.
O güne dek, arkadaşlarımın büyük çoğunluğu gibi ben de Moda Deniz Kulübü’nü sadece dışından biliyordum. Ergenlik döneminde, sahildeki kayıkçılardan kiraladığımız sandallarla kulübün önüne kadar kürek çeker, sahnedeki orkestraları denizden dinlerdik. Moda İskelesinin korkuluklarına dayanarak, ciğerci dükkanına bakan kedi misali, kulübün pistinde dans edenleri gıptayla karışık hasetle izlediğim de çok olmuştu. Şimdiyse ilk kez içeri adımımı atıyordum.
O akşam sahnede Özdemir Erdoğan ve orkestrası vardı. Yemek faslı bitmeye yakın, tüm cesaretimi toplayarak ünlü müzisyenin yanına gittim ve kulağına fısıldayarak çiçeği burnunda nişanlımı dansa kaldırmak üzere repertuvarında olduğunu tahmin ettiğim bir şarkıyı rica ettim. İstek parçam Fransızcaydı. “Seni ne kadar sevdiğimi bir bilseydin” anlamına gelen, o yazın popüler parçası, Christian Adams’ın romantik şarkısıydı. Özdemir Erdoğan beni yukarıdan aşağıya şöyle bir süzdü ve dudaklarının kenarından “bakarız” gibisinden ıslıkımsı bir ses çıkararak programını sürdürdü. Utanmış, kendimce rezil olmuştum! Boynumu büküp ağır adımlarla masamıza döndüm. Bir süre sonra da davetlilerin alkışları eşliğinde nişanlımı dansa kaldırdım. Daha adımımızı piste henüz atmıştık ki müzik durdu. “Eyvah!” diye haykırdım içimden, “Adamı o kadar kızdırmış olmalıyım ki beni görür görmez şarkıyı kesti!” Elim sevgilimin belinde, ayakta dikilmiş öylece beklerken, ünlü müzisyenin gitarından “Si tu savais combien je t’aime” şarkısının ilk nağmeleri geldi. Teşekkür anlamında hafifçe başımı eğdim, gülümsedi…
Moda Deniz Kulübü ile tanışmam böyle oldu diyebilirim. Sonraları gidip gelmelerimiz arttı, briç turnuvalarında, müzikli gecelerde, dost sofralarında kurulan yeni arkadaşlıklar falan derken Moda Deniz Kulübü’nün müdavimlerinden olduk çıktık.
Bir semte can veren tek unsur insandır. Moda, yerleşik sakinleriyle birlikte İstanbul'un zamana karşı direnmeyi başarabilmiş nadir semtlerinden biridir. Yüz elli yıllık zaman dilimindeki demografik yapısını inceleyecek olursak, İstanbul'da yaşamış olan İngiliz aristokratlarından, azınlıkların avam kesimine kadar pek çok sosyal katmanın Moda'da birlikte yaşamış olduğunu görebiliriz. İlginç olan, geride bıraktıkları kültürün, onca değişime rağmen Moda'da hâlâ varlığını sürdürebilmesi... Sanki görünmez bir Modalılık ruhu mevcuttur. Bunu sağlayan sosyal aktörlerden biri de Moda Deniz Kulübü olsa gerek.
Kendisi de Modalı olan yazar Buket Uzuner’in “bir semt mobilyası” ve Moda’nın “ilk âlameti farikası” olarak tanımladığı Moda Deniz Kulübü, “Burada bir yat kulübü kurulsun!” diyen Atatürk’ün talimatıyla 8 Nisan 1935’te kuruldu. “1927’de İstanbul’a gelen Atatürk, Ertuğrul Yatı ile Moda Koyu’nda gezinti yaparken, İngiliz aileler tarafından kurulan Yat Kulübünü görür. Daha sonraki yıllarda ise Kulübün ilk Başkanı olacak Celal Bayar’ın katkısı ile Türkler’in de benzer bir kulüp kurmasını ister.” diye yazıyor Kulübün eski başkanlarından Dr. Altan Edis, Moda Deniz Kulübü’nün tarihçesini kaleme aldığı yazısında.
Edis, yazısını şöyle sürdürüyor: “Moda, o yıllarda İstanbul’un başka semtlerine hiç benzemiyordu. Sokaklarında dolaşan, döneme göre ilginç sayılacak şapkalı hanımlar, değişik kıyafetleri ile ilgi çeken beyler, alışılmışın dışındaki bir yaşam tarzı, bu farklılığı vurgulayan çarpıcı örnekleri oluşturuyordu. İşte semtin adı olan “Moda” da bu farklılığı vurgulamak üzere konmuştu. Hatta, Sami Paşazade’nin Sergüzeşt adlı romanında Moda Burnu’ndan söz edilmektedir. Yani semte Moda isminin verilmesi 1885’li yıllara kadar uzanmaktadır.”
2023 yılında yitirdiğimiz Komodor Mehmet Baler, kulübün eski günlerini tarihçede şu cümlelerle yâd etmiş: “Yaz akşamları Kulüpte Münir Nurettin’in verdiği konserler başlı başına bir sanat olayı olurdu. (…) Konser için ekseri mehtabın on dördü olan geceler seçilirdi; Temmuz ve Ağustos’un tam dolunay günleri. Konser akşamı Münir Nurettin’i Kulüp dışından dinlemeye gelenler, Moda İskelesi’nin üstünü ve iskele ile Kulübün arasındaki küçük koyu, sandalları ile tamamen doldururlardı. Bütün Moda Koyu’nda yankılanan konser boyunca, kimseden tek bir fısıltı bile çıkmazdı.”
Geçmişi anmak güzeldir, yeter ki özlem duyulmasın. Moda, kültürünü koruyarak kendini yenileyebilen bir semttir. Bu yıl doksanıncı yaşını kutlayan, beş bini aşkın üyesiyle semtimizin değerli mobilyası Moda Deniz Kulübü de öyle! 9 Temmuz akşamı, Kulüp Başkanı Teoman Taşpınar’ın, Genel Müdür Ayhan Alpakın eşliğinde kulüp üyelerini ağırladığı ve Atatürk’ün vizyonuna vurgu yaptığı kutlama etkinliğinde ceket zorunluydu, fakat kravat şartı yoktu. Münir Nurettin Selçuk da artık yoktu, fakat Moda’nın küçük koyunda yankılanan bu kez Barbaros Büyükakkan’ın güçlü sesiydi. Nice yıllara MDK!
Tuhaf bir soru değil mi? Yanıtlamadan önce neden böyle bir başlığa gerek duyduğumu anlatayım. Takip edenler bilir, 2025 yılının başından beri bu köşedeki yazılarımın konuları Kadıköy semti ve tanış olduğum kimi Kadıköylüler hakkındaydı. Bu ay istisna yapmamın nedeniyse bir okur mektubu. Okurlardan gelen e-postaları genellikle özelden yanıtlarım, ...
“Semtin ikonik isimleri varmış. Peki, şimdi var mı öyle kişiler? Misal bundan 50 yıl sonra biri Moda’yı yazsa, bahsedecek isim bulabilir mi? Güzel bir soru! “Yok, azalıyor, kalmayacak” desem -ki muhtemelen beklenti o yönde- geçmişe özlem duyan, değişim karşıtı “dinozorlar” sınıfına hoşgeldiniz! “Var, Moda’nın semt kimliği köklüdür, sağlamdır, he ...
Siz hiç gökyüzünü mora boyadınız mı? Ya da denizleri papaya turuncusuna? Ağaçların yapraklarını burgonya bordosuna, insanların suratlarını çağla yeşiline? Küçükken öyle yapardım. Nedense ergenliğe ulaştığımda anlaşıldı renkleri ayırt edemediğim. Ama o zamana kadar resimlerimi kasten, sırf muzırlık olsun diye bozduğumu zanneden ilkokul öğretmenimden ...
Hani tv’deki durum komedilerinde (sitcom), aile içinde mutlaka muzip bir kardeş, enişte, kayınço ya da bacanak ön plana çıkar ya, her daim pozitif enerjiyle yüklü, bulunduğu ortamı neşelendirip hareketlendiren, herkes tarafından sevilen, müstesna bir kişilik… rahmetli bacanağım tam da böyleydi işte, çocuk tarafını canlı tutmayı başaranlardan! An ...
Bundan yıllar önce, ikinci ile üçüncü cemre arasındaki günlerden bir sabah, Yaren leyleğin atalarından biri, koordinatları iyi ayarlayamamış olmalı ki, su ile toprak sınırındaki bir yere bırakıvermiş beni! Balık burcunda doğanlar biraz böyledir işte, kâh suda, kâh karada. Bugünlerde herkes güzel umutlarla baharın gelişini gözlerken, ben heyecanl ...
Kadıköy yepyeni bir değer kazandı! Yılın ilk günlerinde Moda’da açılan Turhan Selçuk Kültür Evi’nden söz ediyorum. Bence Türk karikatür tarihinde üç önemli mihenk taşı vardır: Cemil Cem, Cemal Nadir ve Turhan Selçuk. Cemil Cem (1882 -1950), editoryal denilen modern gazete karikatürünün babasıdır. Cemal Nadir Güler (1902 - 1947) Türk karikatürün ...
Kim derdi ki günün birinde onun yazdığı gazetede, belki de onun köşesine kurulup Kadıköy yazıları yazacağımı? Moda çay bahçesinde buluştuğumuz günü hatırlıyorum. Bana yeni projesinden söz etmişti. Sıradan insanları izliyor, portrelerini hafızasına kazırken zihninde hikâyelerini kurguluyordu. Hatta bazen fotoğraflarını bile çekiyordu. Aslında kal ...