Bundan yıllar önce, ikinci ile üçüncü cemre arasındaki günlerden bir sabah, Yaren leyleğin atalarından biri, koordinatları iyi ayarlayamamış olmalı ki, su ile toprak sınırındaki bir yere bırakıvermiş beni! Balık burcunda doğanlar biraz böyledir işte, kâh suda, kâh karada.
Bugünlerde herkes güzel umutlarla baharın gelişini gözlerken, ben heyecanla “doğdu” günümü kutlamış olurum. “Doğdu günü” deyişi aslında sanatçı Bihrat Mavitan’ın icadı. Ressam, heykeltraş, tasarımcı ve mucit Bihrat Mavitan’ın Kuzguncuk’taki, şimdilerde Bican Efendi Sokağına taşıdığı atölyesine fırsat buldukça uğrayıp çayını içmeyi, sohbet esnasında da göz ucuyla masasının üzerindekileri incelemekten haz duyarım. Mavitan yalnız sözcüklerle değil, nesnelerle de oynamayı seven, onlara farklı işlevler yükleyen yaratıcı bir sanatçı olduğundan çalışma masasının üzeri hep ilginç ‘oyuncaklarla’ dolu olur. “Sürekli bir işle meşgul olmak, ayrıntılara kafa yormak, problem çözmek Mavitanların en bilinen özelliklerindendir. Bu yüzdendir ki heykeltıraş Bihrat Mavitan ve Tan Mavitan, heykel çalışmalarının yanı sıra, gündelik hayata dair ürettikleri cince çözüm öneriyle de bilinirler. Ardında iyi bir hikaye ve gözlem olan bu çözümler çoğunlukla iyi tasarımlarla hayat bulur.” Bu şekilde tanıtır kendisiyle birlikte işbirlikçi oğlu Tan’ı.
İşte bu ‘cince’ çözümlerden biri, bambu ağacının kabuğundan yapılma 15 santimlik kişiye özel bir ergonomik cetvel, “iyi ki doğdu günü” armağanı olarak 2004 yılından bu yana çalışma masamı süsler. Bunun için severim “doğdu” günlerimi!
Yanlış anlaşılmasın, aldığım orijinal armağanlar değildir bu sevginin asıl nedeni. Evet, hatırlanmak çok hoş bir duygudur, hatta kimi zaman mutluluk gözyaşlarımı tutamadığım duygusal anlar yaşamama dahi vesile olmuştur. Fakat daha önemlisi, “doğdu” günümün beynimdeki hatırlama merkezini uyarmasıdır.
Yeni yaşımı telefondan ses vererek kutlayan dostlar bu günüme ayrı bir güzellik katarlar. Sosyal medya hesaplarında birbiri peşi sıra akan kutlama mesajlarından daha sıcaktır bu telefonlar. Fakat bir de gelmeyen telefonlar vardır ki, asıl onlardır beni hüzünlendirip beynimdeki hatırlama merkezini tetikleyen.
Annemin belki de çok sayıdaki batıl itikatlarından bir tanesiydi; mutlaka ilk kutlayan kendisi olmak isterdi! Hatta bu işi o kadar abartmıştı ki, son yıllarda gece yarısından birkaç dakika sonra telefonumu çaldırır, “İyi ki seni doğurmuşum…” diye başlayan mutat tiradını yinelerdi. Bu yıl ilk kez telefonumu çaldırmadı, çaldıramazdı… ama çaldırmayarak onu ne kadar özlediğimi hatırlattı!
Son üç yıldır telefonumu çaldırmayan bir diğer dost ise Moda’nın simgelerinden Melih Ziya Sezer... Modalı olup da Melih Bey’in Yeni Moda Eczanesi’ni bilmeyen yoktur. Nasıl da özlüyorum onun telefonunu! Yalnız benim değil, bütün sevdiklerinin “doğdu” günlerini telefonla kutlamayı adeta görev edinmişti.
Melih Bey’in “yeni” eczanesi Moda’nın önemli simgelerindedi. Zaman zaman Moda turu yaptırdığım bazı gençlere mutlaka Melih Bey’in eczanesini gösterirdim. Yeni Moda Eczanesi’ne adım attıkları andan itibaren konuklarım geçmişte bir zaman yolculuğuna çıkmış gibi olurlardı. Dar vitrinde sergilenen büyükçe mermer havan ve tarihî fıçının dışında, sadece çevrede düzenlenen bazı söyleşi ve sergi ilanları bulunurdu, ne bir vitamin, ne bir diş macunu ilanı…
Eczanenin içi de sıra dışıydı. Derince dar bir mekanın sağ tarafını kaplayan camlı ahşap antika dolaplar, dolapların içinde boy boy, renk renk ilaç kutuları... Eczanenin arka tarafında bir banko, bankonun gerisinde “laboratuvar” tabelası asılı önü kırmızı bir perdeyle örtülü bir oda vardı. Dükkan eski eşyalarla doluydu. Ziyaretçilerin en fazla ilgisini çeken ise duvardaki, bir kanadının üzerinde “şiddetli zehirler”, diğer kanadındaysa “hafif zehirler” yazılı ahşap dolaptı.
Melih Bey, bizi görünce bankonun arkasından çıkar, meraklı gençlerin sorularını cevaplandırırdı. Kısa ve öz konuşur, nasılsınız sorusuna, kimi eski Modalıların jargonuyla, “olabildiği kadar” diyerek her şeye rağmen sağlıkta olduğunu ima ederdi. Aynı zamanda şairdi Melih Ziya Sezer. Moda turumuzu o noktada sonlandırırken konuklarıma onun şiir kitaplarından armağan ederdim.
29 Haziran 2022’de vefat etti Melih Bey. Gazete Kadıköy’deki veda yazısını Gökçe Uygun kaleme almış, eczanenin müzeye dönüştürülme ihtimalinden söz ederek yazısını şöyle noktalamıştı: “Moda Caddesi 89B’deki eczanenin kepenkleri kapalı artık, ancak kapıya biraz yaklaşırsanız içeriden gelen, ilaç ve yaşanmışlık kokusunu alabilirsiniz…”
Eczanenin müzeye dönüştürülmesi fikri Modalılar için gerçekleştirilmesi güç bir temenniydi. Nitekim geçen gün şu “yaşanmışlık kokusunu” duyumsama umuduyla 89B’deki küçük dükkanın önünde durdum. Kapısı ardına kadar açıktı. İçeride pantolonlar, kazaklar sergilenmişti. Derin derin nefes aldım. Haberler iyi değil Gökçe Hanım, içeride koku kalmamış, ne ilaç ne de yaşanmışlık!
Bir Melih Ziya Sezer şiiriyle bitirelim:
Gökyüzünde yemyeşil bir ay ve bir yıldız
kayıp zamanlarımda benim / siz ne çok vardınız / uğultulu dalgalar gibi / yılları doldurdunuz / şimdi bana kalmış gibi / dağlar ötesinde sesiniz (15 V 2015)
Kadıköy yepyeni bir değer kazandı! Yılın ilk günlerinde Moda’da açılan Turhan Selçuk Kültür Evi’nden söz ediyorum. Bence Türk karikatür tarihinde üç önemli mihenk taşı vardır: Cemil Cem, Cemal Nadir ve Turhan Selçuk. Cemil Cem (1882 -1950), editoryal denilen modern gazete karikatürünün babasıdır. Cemal Nadir Güler (1902 - 1947) Türk karikatürün ...
Kim derdi ki günün birinde onun yazdığı gazetede, belki de onun köşesine kurulup Kadıköy yazıları yazacağımı? Moda çay bahçesinde buluştuğumuz günü hatırlıyorum. Bana yeni projesinden söz etmişti. Sıradan insanları izliyor, portrelerini hafızasına kazırken zihninde hikâyelerini kurguluyordu. Hatta bazen fotoğraflarını bile çekiyordu. Aslında kal ...