Aç tok, var yok… Dünya zamanları

16 Eylül 2020 - 16:45

Çoğu kez duymuşsunuzdur çevrenizdekilerden “Anlatsam film olur” sözünü. Bazılarımızın hayatı gerçekten de öyle. Onca filmin konusu nereden, senden benden bizden. Kimi aşk, kimi göç, kimi savaş, kimi mücadele. Yanımızdan her gün kaç hikâye geçiyor farkında mıyız? Yanımızdan geçen çoğu insan, kafamızı kaldırıp tarihini görmediğimiz binalar gibi. Boyu posu rengi kalıyor aklımızda bazılarının. Bakıp görmediğimiz, tahmin edip gerçeğini bilmediğimiz binalar gibi… Öyle alışmışız ki her şeyi sınıflandırmaya, giydiği markadan, taktığı gözlükten, saçının rastasından, ayağındaki lastik pabuçtan, hemen bir tahmin yürütüyoruz. Sonra pazarda tezgâh açan birinin öğretmen olduğunu duyduğumuzda, ya da şiddet gören bir kadının eğitimli biri olmasına şaşırıyoruz. Hayat sandığımız gibi ilerlemiyor. Hepimiz kalıplarımızla varız, kalıplar ardından ön yargılar. Hepimiz şu hayattan öğrenmek istediğimiz kadar varız. Doğar doğmaz kimliğimizin rengi de belli, zıbınımızın da, hayat ne her zaman pembe ya da mavi, ne de her zaman siyah ya da beyaz. Renkler ne kadar varsa sen de o kadar varsın, öğrendiğin kadarsın.

Vapurdan indim yürüyorum, birbirini virüs potansiyeli gören insan topluluğu, ama birbirinin dibinden de ayrılmayan. Biraz sakin ol kardeşim, vapur sana bayılmıyor, elbet yanaşınca ineceksin elbet oradan inip başka bir toplu taşımaya bineceksin. Biraz sakin biraz dingin ol. Sosyal mesafe yine yalan. Sen kendini korumazsan, kim sana özel hayatından ne yapabilir? Geçen gün haberlerde izlediğim bir minibüsten bahsetmek isterim, oturarak en fazla 12 yolcu almak zorunda minibüsün içinden 33 kişi indi. Bir minibüs dolusu 33 hikâye. Bir yerlere yetişmeye çalışan 33 insan. Herkes kendine göre haklı, karşısındakine göre haksız. Ceza almamak için polise çırpınarak dert anlatmaya çalışanlar, ne yaptığının son derece farkındayken, içini onca insanla dolduran şoförün trafiğe dikkat kesildiğini, fark etmediğini söylemesi polise büyük bir rahatlıkla. Aldığın verdiğin paranın da mı farkında değilsin be adam. Herkesin bir tahmini var dönemle ilgili, biz de şaşırdık artık neye inanacağımıza, yoğun bakım hasta sayısının artması korkutucu, sonumuz böyle böyle hayrolsun artık ne kadar olabilirse. Bugünlerden geriye kalan, renk renk maskeler… Bir yıl önce ve bir yıl sonramın artık daha çok farkında olarak yaşayacağım… İnsan kaybetmeden anlamıyor bir şeyi, maskesiz nefes almayı özlemedik mi?

Her şeyi kar bilen kapitalist sistem maskeleri de kar bildi… Artık kıyafete uygun maske takmak, bilmem kaç katlı maskelerin koruyuculuğu, bir maskeyi yüz liradan başlayarak satmaya çalışan orta halli markalar, ki en babalarının fiyatlarına bakmayın bile, insanı kendine enayi hissettirmeye birebir ama alıp takan var mı, var. Madem böyle ciddi bir süreçten geçiyoruz, şu maske olayına keşke daha katı kurallar getirilse diye düşünürken, oturduğum mekânın önünden karton toplayan bir çocuk geçiyor. Doldurduğu karton çuvalı kendinin iki katı. Uzaktan izliyorum. Kartonları bastı çuvala, taşa oturdu. İnsanları izliyor. Dondurma yiyen sevgilileri, bebek arabasındaki çocuğuna gülücükler saçan anneyi, kendi yaşına yakın çocukların giydiği ayakkabıları izliyor. Ayağında bir terlik var, üstünde bir şort bir tişört, maskesi yok yavrumun. Yanına gittim, şurada yemek yiyorum gel bir şeyler atıştıralım dedim. Yok abla, üstüm çok kirli dedi, dedim gel olmaz bir şey, gelmedi. Yüzündeki o hali görseniz, biraz mutlu biraz utangaç. Oturup orada yemek istemedi. Tamam dedim bekle, geliyorum. Birkaç dakika sonra bir paketle yanına gittim, öyle de zayıf ki ne yiyor ne içiyor bu çocuk diye düşünüyorsun. Bu arada konuşmasında bir tuhaflık var, bir aksan var, çok net anlamıyorum dediklerini. Nerelisin dedim, klasik bizim toplumda diyalog başlatma sorusudur biliyorsunuz. Afganistanlıymış, iki yıl önce gelmişler İstanbul’a, ondan büyük bir abisi, iki de kız kardeşi varmış. Kâğıt, karton toplayarak yaşamaya çalışıyorlarmış. Babayı anlatmıyor ısrarla. Üstüne varmadım ben de. Yanımda yedek maske vardı, dedim bak hastalık var ortada koru kendini, tak şu maskeyi. Maskeyi takarken de utandı, hiç maske takmamış bunca zamandır. Yavrum karnını zor doyuruyor, maske mi düşünsün. Gülmeye başladı sonra, dedim ne oldu, komik geldi abla dedi, gülüştük, sarıldım sonra ona, dedim hadi ye yemeğini bak soğuyacak. Sonra birkaç kere daha denk geldim Rexx’in o taraflarda oluyor genelde. Esmer, zayıf, 1.55 boylarında boncuk gözlü bir oğlan. Denk gelirseniz iki laf edin, sizin de onun da günü iyi geçsin.

Başta hikâye dedim ya. Hepimiz bir hikâye. Bu evlat buraya nasıl geldi, dili az çok öğrenene kadar neler çekti, kim ona nasıl davrandı. Hepsi bir hikâye konusu işte. Abisi, geleceğin onlara ne getireceğini asla bilmeyecekleri iki kız kardeş. Hepsi evlat ayrı da, son yıllarda kız çocukları için olan kaygımı size nasıl anlatırım bilmiyorum. Onca emekle büyüt okut, kim kıymetini bilir, hayat onu nereye çeker bileme. Her gün annelik duygusundan uzaklaşırken ben… Bazen düşünüyorum mesela çocuğum olmuş, büyümüş, oyuncu olmak istemiş annesi gibi. Aman Allah. Ona gel de anlat şimdi, yavrum bu ülkede sanata yeterince değer verilmiyor, bak bir pandemi oldu arkadaşlarım işsiz kaldı, kiralarını bile ödeyemediler, sanatla uğraşıyorsan işin zor, üstelik söyleyecek sözün varsa işin daha da zor, söyleyemeyeceksin. Artık dünya arz talep dünyası, bunun biraz da dışına çıkarsan bedelini ödeyeceksin. Yok yok valla şu an bana göre değil. Evladı olanlara büyük sabır, güç kuvvet diliyorum. Oyunculuk sevdalısı kardeşlerim arkadaşlarım, bana kızacaksınız belki ama, annem derdi ki kızım bir mesleğin olsun yine tiyatro yap, hatta 90 yaşındaki anneannem hala sen ne oldun diyor, oyuncuyum diyorum, ee başka diyor. Yani diyeceğim o ki, anneme dünyalar kadar kızsam da yaş geçtikçe ona benziyorum. Zor zamanlarımız için bir b planımız yok, gördük. Bu sevdadan vazgeçin demiyorum da, çok sevdalı değilseniz çok pişman olursunuz diyorum. Aşk bitince sevgilinin her şeyi batmaya başlar ya aynı o hesap. 

Ben sevdamla açım tokum, ben sevdamla varım yokum, şartlar ne olursa olsun, ağaçların arasından gökyüzünü gördüğüm yatak odası camımın kenarındayım. Son satırlarımı yazarken size. Ah diyorum bazen, keşke yüz yüze gelsek de dertleşsek. Kimde ne varsa olmayana verse, kiminde akıl kiminde ekmek kiminde vicdan… “Komşusu aç yatan, bizden değildir”le büyümedik mi biz? 

… dedim, hadi ye yemeğini bak soğuyacak. “Sağol abla, kızkardeşlerime götüreceğim.” dedi.

Yazarın Diğer Yazıları

Temizliğe nereden başlasak?

Kadıköy , parkı , bahçesi diğer semtlere göre çok olan bir yer. İstanbul’daki diğer yerleri düşündüğünüzde kendinizi biraz daha şanslı hissedebilirsiniz. Son birkaç yılda diğer semtlerden aldığı göç de bir gerçek. Bununla birlikte açılan alternatif dükkanlar yeni neslin ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılıyor. Ancak bir de hafta sonları ya da havanın g ...

Dil varmazsa el yazar

Yolda yürüyorum, adımlarım telaşlı, nereye gidiyorum, neyden kaçıyorum, neye varmak istiyorum bilmiyorum. Maskenin ardında sıkışmış bir lokma oksijenimle telaşlı telaşlı yürüyorum. Her zaman yaptığım gibi mağazaların camlarına bakıp yansımamı izlemiyorum, uçan kuşları, trafik ışığında bekleyen insanları görmüyorum. Kalbim atıyor mu atmıyorum mu anl ...

Haline Şükret Dostum!

Hayatın anlamını sorgulayan çok yazı okudum şimdiye kadar. Hepsinden öğrendiğim tek şey vardı, bunun kitaplardan öğrenilecek bir şey olmadığı. Yaşadıkça anlıyorsun kendi adına olanı. Amacın olduğu sürece anlamı var aslında hayatın, elin bir eli tuttuğu sürece... Söyleyecek sözün olduğu kadar anlamı var, sözü dinletecek birini bulduğun sürece... Ney ...

Değişmiyor bazı şeyler

Attım çarşafı üstümden, ayaklarımı yere bastım ama kalkacak gücüm yok. Yorgunum, yorgunuz. Günlerdir ne olacağımı ya da ne olacağımızı düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Hal böyleyken, zaman geçiyor, hayat kaçıyor.. Adım atmaya çalışıyorum, yok. Uzandım tekrar, derin derin nefes aldım. İnsan psikolojisi ne tuhaf, sizi vezir de eder rezil de. Üstel ...

Zamanlı zamansız

Sokakta bir hareketlilik, motorların biri geliyor biri gidiyor. Ne ara alıştıysak bu hazıra, bir tuşla her şey kapıda. Motor kullananlar zamanla yarışta, sokak başlarında burun buruna geliyorlar, bazen birbirlerine iki büyük laf edip, bazen selamlaşıyorlar, çoğu zaman birbirlerinin derdini anlıyorlar ama. Müşteriye hizmetin sunulmasına son kaç daki ...

Birinin ruhuna birinin ömrüne gelsin

İyi ki yazıyoruz. Yazmak insan için gülmek ve ağlamak kadar büyük bir gereksinim. Kağıt en dürüst en samimi olduğumuz yer. İçindeki duyguyu yükle bir karaktere hayat bulsun, ya da yaz anıların bir anda karşına çıkıp seni bulsun, hüzünlenmek bir yana dursun, eski seni hatırlayıp gülümsemek kendine kıyağın olsun. İyi ki yazıyoruz. Yazıyoruz çünkü ...

Pul eyleme yol eyle beni

Yolda yürürken dükkân camında beliren siluetimi selamladım. Camın yarısı ben. Pandemi sağolsun götürdükleri ayrı dert, getirdikleri ayrı. Kaygımız, kilomuz bol artık. Arada yan yana geldiğimiz arkadaşlarımızla konuştuklarımız sınırlı. Herkes bir yol arıyor sanki. Kendini daha rahat ve mutlu hissedeceği... Kimi yeni hobilere, kimi yogaya, pilatese, ...

O tozu yutmayacaktık

Bir kere yuttuysan derler, vazgeçemezsin. “Sahne tozu”. Bugünlerde en çok düşündüğüm deyimlerden biri sanırım. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, zor günlerde bazı deyimler ve atasözleri daha çok aklımıza geliyor sanırım, sıkışınca sığınılan dua gibi. Sen gününü gün et, yarını düşünme, sonra “Allah’ım yardım et”, hâlbuki bir atasözümüz ne demiş, “A ...

Bir sayfaya sığar mı?

Telaşla oradan oraya koşturmaktan fırsatımız olmadı “Ben nerede ipin ucunu kaçırdım?” diye sormaya. Ne zaman ki yorgunluktan kalbimiz, aklımız, ruhumuz sinyal vermeye başladı, o zaman bir durup düşünmeye başladık. Değişmeye başlayan büyük şehirlerle “Biz eskiden burada…”lar da çoğalmaya başladı üstelik artık anılarımızın olduğu yerlerde ruhsuz yoll ...

Kinlik değil kimlik olur bazı hikâyeler

Buharlı pencere, tozlu araba camı ya da kalbin üzerine yazılmış bir isimden ibaretti artık… Her şeyin tadını aldığında, damağında acımsı bir tat kaldı. Dil, diş üzerinde gezinen, kemiği olmayan, söyleneni bir kerede patlatan… Dil, konuşmak için bilmemiz gerekmeyen. Konuşmadık hiç. Giz, izine rastlanmayacak bir suç kalıntısı… İki kişinin bi ...

Saat kaç?

Oturuyoruz merdivende yan yana, aradan beş dakika bile geçmeden soruyor, “Saat kaç?”. Bir kadın zamanın geçmesini bunca merakla bekliyor, bir süre sonra soru değişiyor, “Zaman nasıl geçecek?”. Zaman önemli mevzu, öğretilmişliklerimizde. “Geçer ZAMANla, bu kadar üzülme!” Gerçekten geçer mi? Yara gibi merhem de kalbe değer mi? Kendimizi kandırmak ...

Kaçmasın tadı alkışımızın...

Denizden bize usul usul esiyor rüzgar, arada ürperiyoruz, ellerimizi cebimize sokup ısındığımız anlar da var, iyot kokusunu mis mis içimize çektiğimiz anlar da... Haldun Taner sahnesinin önündeyiz oyun saatini bekliyoruz. Konservatuvardan gelen müzik seslerine, soprano bir iki ses karışıyor ara ara, ay diyoruz Kadıköy işte arasan her şeyi bulabilec ...

Kâğıdın kalan kısmına...

İnsanın kendini keşfi bir ömür. Bembeyaz bir kağıdı doldurmak gibi öğrendiklerimiz, hissettiklerimiz, yaptıklarımız ve keşkelerimiz. Kağıdın silgisi yok dostlar, ne çizdiyseniz artık sizin ama sayfa o kadar büyük ki, daha iyisini güzelini, baktığınızda yüzünüzü gülümsetecek olanı çizmek hala elinizde. Üstelik kalp sizin, akıl sizin, kalem sizin. Hi ...

Bir gün yine giderken…

Kulağımda kulaklık, Göksel Baktagir hocadan, Hatıra Defteri bestesini dinliyorum. Elimde defter yazdıkça bir şeyleri bitiriyor, bir şeylere başlıyor, bir yerin eksiğini kapatıyorum sanki. Yolcu; yetişmesi mümkün zamanlarda vapurun kamburu. Vapur; hem yükü çeken hem deniz havası aldıran, manzarasıyla da kandıran. Vapurdayım. Paslı köşelerin kimlere ...

En çok neyi dilendik?

“Bir liran var mı abla?”. Yolda yürürken kaç kez bu soruyla irkildim, hatırlamıyorum. Var desem bir lira ne seni kurtarır kardeş, ne de beni zorda bırakır. Al sana bir, beş hatta Allah ne verdiyse. “Hayat paylaştıkça güzel!” diye yaşıyoruz madem vermezsek olur mu? Böyle böyle zengin olanların hikâyelerini de biliyoruz, dilenmenin kötü olduğunu öğre ...

Bir iç meselesi

Dönemeden mevsim ve dönemeden insanlık kaderi, bu süreç biraz daha böyle gidecek gibi. Önce çırpındık sonra alıştık işte. Nefes darlığı, sürekli saate bakmalar, gün isimlerini karıştırmalar. Gün boyu yatıp sabaha kadar düşüne düşüne ruhu yormalar, arada hoşuna giden dizi bulduysan, konuyu da sevdiysen kendini şanslı saymalar… Zamanı iyi kullananlar ...

HAYAT SOKAKTA

Araf’ın çaresizleri Koltuğuma oturdum garip garip şeyler düşünüyorum. Arada gözüm doluyor, arada gülüyorum. Köşenin adını “Hayat Sokakta” koyan ben, iki aydır evden yazıyorum. Kamyon yazıları geliyor gözümün önüne; “Kul planlar, kader güler…” , vallahi halime ben de gülüyorum. Bugün Barcelona’daki 45. günüm, dönmek istesem de şu an dönemiyoru ...

HAYAT SOKAKTA / Biz kapattık dükkânı, sokaklar kime emanet?

Hayatın sürprizlerle dolu olduğunu bir kez daha anladığım zamanlar... Bu sefer sokaktan değil, Barcelona’dan sadece bir odası ışık alan bir evden yazıyorum. Geleli yedi gün oluyor, geldiğim günün ertesi burada Olağanüstü Hal ilan edildi ve en erken 17 Nisan’a kadar da uçuş yok. Günlerdir hem buranın hem de Türkiye’nin gündemini yakından takip ediyo ...

HAYAT SOKAKTA / Çöpün utangaç efendileri - 2

Süreyya Operası’nın hemen altındaki Canan Sokak’ta yürüyorum. Bir araba bir yere yetişecekmişçesine basıyor kornaya, arabada yüksek müzik var ve baslar sonuna kadar açılmış. Rahatsız oluyorum. Arabanın hemen önünde bir kâğıt toplayıcısı genç, çuvalı o kadar dolu ve ağır ki, hızla ilerleyemiyor o dar sokakta. Sürücü camdan kafasını çıkardı birden “Y ...

HAYAT SOKAKTA / Senden Benden Ayşe’den -1

Kalabalığın arasına karışmak her zaman çok kolay olmuyor benim için. Güne nasıl başlıyorsak öyle gidiyor, bazen canım sokağa çıkıp herkese koca bir ağızla “Günaydın” diye bağırmak istiyor, bazen de kafamı yerden kaldırasım gelmiyor. İnsanız, hepimizin içi dışına dokunuyor!Bazı insanlar da var ki hayatımızda gün nasıl başlarsa başlasın sizin için, s ...

ARŞİV