İyi ki yazıyoruz. Yazmak insan için gülmek ve ağlamak kadar büyük bir gereksinim. Kağıt en dürüst en samimi olduğumuz yer. İçindeki duyguyu yükle bir karaktere hayat bulsun, ya da yaz anıların bir anda karşına çıkıp seni bulsun, hüzünlenmek bir yana dursun, eski seni hatırlayıp gülümsemek kendine kıyağın olsun. İyi ki yazıyoruz.
Yazıyoruz çünkü , bitmeyen bir değişim var, her bahar başka çiçek açarken, her savaş başka canlar alıyor. Bu tezat böylece devam ederken, umudu elden bırakmıyor, daha iyiye güzele yazıyoruz. Unutmamak unutturmamak için yazıyoruz.
Anneannem başta olmak üzere hayatımdaki birçok yaşını almış insanın hikayelerini anlattıktan sonra, “Bak yaz bunları ilerde sana lazım olur” öğütlerini duydum hep. Bu lise yıllarımda tanıdığım şarapçı Nejat amcada da böyleydi. Bu ya benim iyiliğim içindi ya da onların unutulma korkusuydu, bilmiyorum. Ama dinledim onları.
Anneannem , 1970’lerde Sivas’tan istanbul’a gelmiş dedem ve yedi çocuğuyla. Okuma yazması yok ama dinleyip anlaması çok bir kadın olmuş hep. Hiçbir zaman onun bu eksikliğini hissetmedik kendince yolları vardı, ama okusaydı kesin büyük kadın olacaktı. Her zaman lafını esirgemez , bildiğini saklamazdı. Bir gün tutturdu illa bana okuma yazma öğret , tamam dedim. Fiş defterleri bile vardı çiçekli böcekli, bir zamanlar belediyenin okuma yazma kursuna gitmiş ama devam edememiş. Anneannem çalışkan kadın, sabah namazından sonra oturuyor dersinin başına. “A’” ile “l‘’ bir de ’’i’’, Ali. Sonra ilerledi epey, Ali Oya’yala ip atladı, topun peşinden koştu falan. Başta bu azmine gülüyorken takdir etmeye başladık onu hepimiz. Bir gün gittim gazeteler aldım ona başlıklarını okursa hoşuna gidecekti. Heyecanlandı tontonum. Başladık okumaya ‘’G’’ ile ‘’ü’’ bir de ‘’n’’ gün, bu tamam, ‘’e’’ ile ‘’ş’’, eş…kaldı bir an , ‘’yavrum dedi bunun başı neydi?’’. Öğrenmenin yaşı yoktu ama her şey de zamanında anlamlıydı. Pes etmedi, rakam isimleri bir türlü öğrenemeyen anneannem, kendince yollar bulmuştu, şivesi geldi geleli değişmediği için onu ilk kez tanıyanlar anlamakta zorlanıyordu. Örneğin; 1: zopa, 3: iki delük alt alta amma gıçları yok, 9: bir delük bacak yukarıda. Hepsinin bir anlatımı vardı işte. Ona güldüğümüzde sinirlenir küfrü basardı. Ama benim tontonum hak edenin hakkını verirdi. Seçim zamanı her partili olur, partilerin verdiği bakliyat, eşantiyon ne varsa alır, olmayana verirdi. Anneannem hala yaşıyor ama artık çok yaşlı, iki oğlunu kaybettikten sonra o neşesinden eser kalmadı. Şimdi aklı fikri bizde. Sen çok yaşa anneanne!
Ve Nejat Amca…Şarapçı Nejat! Liseyi Beyoğlu’nda okudum ben. Okul hemen Küçükparmakkapı sokaktaydı, orada da İskenderiye Kütüphanesi vardı bir zamanlar. Merdivenlerinde amcalar yatardı. Küçücük bir dünya kurmuşları kendilerine. O gün bile lokma ekmek gittiyse midelerine bir de şarapları vardıysa, Allah bereket versindi. Asla diğer insanlar gibi düşünmüyordum, şarapçıya para verilmez gider şarap alır, e ne alsın adam. Şarap ucuzdu, sokaktaki insana az da olsa içinde bulunduğu koşulu unuttururdu. Bazen oturduğumuz yerden ahkam kesiyoruz ya, empati kurmadan bayılıyorum o halimize. Kimse isteyerek o hayatı yaşamaz, net! Bu amcalardan bir Şeref amcayı bir de Nejat amcayı unutmam. Nejat amca Ankara’da hukuk okurken, sağa sol olaylarına karışıyor, o sıralarda Güneş diye bir kıza aşık . Güneş’in ailesi zengin, Nejat amca kısa süreliğine içeri girdiğinde acilen evlendiriyorlar Güneşi, babasının ortaklarından birinin oğluyla. Kahroluyor Nejat amca. Kendini müziğe vuruyor, Erkin Koray’la sahneye çıkmışlığı bile var. Başta inanmadık da, o zamana ait gazeteleri görünce şok olmuştuk. Sonra bir kaza geçiriyor, ellerinde hissizleşme başlıyor, maddi zorluklar, anne babasının kaybı derken hayattan geçiyor, kendini sokaklarda buluyor.. Harçlığım oldukça giderdim yanlarına haftada 1-2. Bir gün gittim baktım Nejat amca yok , kar kış kıyamet, ne olduğunu sormaya korkuyorum. Anladı diğer amcalar durumu. Hayat öyle tuhaf ki, bir hikaye yarım kalmayacaksa yıllar da geçse tamamlanıyor. Güneş’in oğlu mimar olmuş. Birgün İskenderiye Kütüphanesi’nin tadilatı için geliyorlar. Kaldırıyorlar amcaları merdivenden derken, Güneş ve Nejat 35 yıl sonra karşılaşıyor. Konuşamıyorlar, Güneş giderken sadece, beni bekle, diyor. Ertesi gün geliyor, zorla alıyor Nejat amcayı. Yeşilköy’de bir balıkçı barınağını ayarlıyor ve diyor ki bundan sonra ayrılmayacağız. 4 yıl yaşadı o barınakta Nejat amca, sonra kanserden öldü. Cenazesinde 5-6 kişiydik. Bunu da yaz demişti, yazmadım ama hep anlattım. Şimdi sizlerle paylaşarak onun bu isteğini yerine getiriyorum aslında. Nejat amca gitti, yaşanmamış yılların burukluğu, son 4 yılını ‘Güneş’iyle geçirmenin huzuruyla… Ondan geriye hikayesi ve Erkin Koray ile çaldığı yıllarda çıkan gazete küpürlerinin olduğu poşet dosya kaldı…
Bana düşen, benden isteneni yazmaktı. Bu sefer UNUTULMAMAK içindi üstelik. Aklınıza eserse siz de anlatın onların hikayelerini, hatta hikaye toplayın insanlardan. Hayat bir kere ya… Kendinize hikaye yaratın. Nejat amcamın ruhuna kaldırıyorum yazımı, anne annemin sağlığına! Geçiyorken uğradıklarıma saygı ve selamla!
Kadıköy , parkı , bahçesi diğer semtlere göre çok olan bir yer. İstanbul’daki diğer yerleri düşündüğünüzde kendinizi biraz daha şanslı hissedebilirsiniz. Son birkaç yılda diğer semtlerden aldığı göç de bir gerçek. Bununla birlikte açılan alternatif dükkanlar yeni neslin ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılıyor. Ancak bir de hafta sonları ya da havanın g ...
Yolda yürüyorum, adımlarım telaşlı, nereye gidiyorum, neyden kaçıyorum, neye varmak istiyorum bilmiyorum. Maskenin ardında sıkışmış bir lokma oksijenimle telaşlı telaşlı yürüyorum. Her zaman yaptığım gibi mağazaların camlarına bakıp yansımamı izlemiyorum, uçan kuşları, trafik ışığında bekleyen insanları görmüyorum. Kalbim atıyor mu atmıyorum mu anl ...
Hayatın anlamını sorgulayan çok yazı okudum şimdiye kadar. Hepsinden öğrendiğim tek şey vardı, bunun kitaplardan öğrenilecek bir şey olmadığı. Yaşadıkça anlıyorsun kendi adına olanı. Amacın olduğu sürece anlamı var aslında hayatın, elin bir eli tuttuğu sürece... Söyleyecek sözün olduğu kadar anlamı var, sözü dinletecek birini bulduğun sürece... Ney ...
Attım çarşafı üstümden, ayaklarımı yere bastım ama kalkacak gücüm yok. Yorgunum, yorgunuz. Günlerdir ne olacağımı ya da ne olacağımızı düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Hal böyleyken, zaman geçiyor, hayat kaçıyor.. Adım atmaya çalışıyorum, yok. Uzandım tekrar, derin derin nefes aldım. İnsan psikolojisi ne tuhaf, sizi vezir de eder rezil de. Üstel ...
Sokakta bir hareketlilik, motorların biri geliyor biri gidiyor. Ne ara alıştıysak bu hazıra, bir tuşla her şey kapıda. Motor kullananlar zamanla yarışta, sokak başlarında burun buruna geliyorlar, bazen birbirlerine iki büyük laf edip, bazen selamlaşıyorlar, çoğu zaman birbirlerinin derdini anlıyorlar ama. Müşteriye hizmetin sunulmasına son kaç daki ...
Yolda yürürken dükkân camında beliren siluetimi selamladım. Camın yarısı ben. Pandemi sağolsun götürdükleri ayrı dert, getirdikleri ayrı. Kaygımız, kilomuz bol artık. Arada yan yana geldiğimiz arkadaşlarımızla konuştuklarımız sınırlı. Herkes bir yol arıyor sanki. Kendini daha rahat ve mutlu hissedeceği... Kimi yeni hobilere, kimi yogaya, pilatese, ...
Bir kere yuttuysan derler, vazgeçemezsin. “Sahne tozu”. Bugünlerde en çok düşündüğüm deyimlerden biri sanırım. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, zor günlerde bazı deyimler ve atasözleri daha çok aklımıza geliyor sanırım, sıkışınca sığınılan dua gibi. Sen gününü gün et, yarını düşünme, sonra “Allah’ım yardım et”, hâlbuki bir atasözümüz ne demiş, “A ...
Telaşla oradan oraya koşturmaktan fırsatımız olmadı “Ben nerede ipin ucunu kaçırdım?” diye sormaya. Ne zaman ki yorgunluktan kalbimiz, aklımız, ruhumuz sinyal vermeye başladı, o zaman bir durup düşünmeye başladık. Değişmeye başlayan büyük şehirlerle “Biz eskiden burada…”lar da çoğalmaya başladı üstelik artık anılarımızın olduğu yerlerde ruhsuz yoll ...
Buharlı pencere, tozlu araba camı ya da kalbin üzerine yazılmış bir isimden ibaretti artık… Her şeyin tadını aldığında, damağında acımsı bir tat kaldı. Dil, diş üzerinde gezinen, kemiği olmayan, söyleneni bir kerede patlatan… Dil, konuşmak için bilmemiz gerekmeyen. Konuşmadık hiç. Giz, izine rastlanmayacak bir suç kalıntısı… İki kişinin bi ...
Oturuyoruz merdivende yan yana, aradan beş dakika bile geçmeden soruyor, “Saat kaç?”. Bir kadın zamanın geçmesini bunca merakla bekliyor, bir süre sonra soru değişiyor, “Zaman nasıl geçecek?”. Zaman önemli mevzu, öğretilmişliklerimizde. “Geçer ZAMANla, bu kadar üzülme!” Gerçekten geçer mi? Yara gibi merhem de kalbe değer mi? Kendimizi kandırmak ...
Denizden bize usul usul esiyor rüzgar, arada ürperiyoruz, ellerimizi cebimize sokup ısındığımız anlar da var, iyot kokusunu mis mis içimize çektiğimiz anlar da... Haldun Taner sahnesinin önündeyiz oyun saatini bekliyoruz. Konservatuvardan gelen müzik seslerine, soprano bir iki ses karışıyor ara ara, ay diyoruz Kadıköy işte arasan her şeyi bulabilec ...
Çoğu kez duymuşsunuzdur çevrenizdekilerden “Anlatsam film olur” sözünü. Bazılarımızın hayatı gerçekten de öyle. Onca filmin konusu nereden, senden benden bizden. Kimi aşk, kimi göç, kimi savaş, kimi mücadele. Yanımızdan her gün kaç hikâye geçiyor farkında mıyız? Yanımızdan geçen çoğu insan, kafamızı kaldırıp tarihini görmediğimiz binalar gibi. Boyu ...
İnsanın kendini keşfi bir ömür. Bembeyaz bir kağıdı doldurmak gibi öğrendiklerimiz, hissettiklerimiz, yaptıklarımız ve keşkelerimiz. Kağıdın silgisi yok dostlar, ne çizdiyseniz artık sizin ama sayfa o kadar büyük ki, daha iyisini güzelini, baktığınızda yüzünüzü gülümsetecek olanı çizmek hala elinizde. Üstelik kalp sizin, akıl sizin, kalem sizin. Hi ...
Kulağımda kulaklık, Göksel Baktagir hocadan, Hatıra Defteri bestesini dinliyorum. Elimde defter yazdıkça bir şeyleri bitiriyor, bir şeylere başlıyor, bir yerin eksiğini kapatıyorum sanki. Yolcu; yetişmesi mümkün zamanlarda vapurun kamburu. Vapur; hem yükü çeken hem deniz havası aldıran, manzarasıyla da kandıran. Vapurdayım. Paslı köşelerin kimlere ...
“Bir liran var mı abla?”. Yolda yürürken kaç kez bu soruyla irkildim, hatırlamıyorum. Var desem bir lira ne seni kurtarır kardeş, ne de beni zorda bırakır. Al sana bir, beş hatta Allah ne verdiyse. “Hayat paylaştıkça güzel!” diye yaşıyoruz madem vermezsek olur mu? Böyle böyle zengin olanların hikâyelerini de biliyoruz, dilenmenin kötü olduğunu öğre ...
Dönemeden mevsim ve dönemeden insanlık kaderi, bu süreç biraz daha böyle gidecek gibi. Önce çırpındık sonra alıştık işte. Nefes darlığı, sürekli saate bakmalar, gün isimlerini karıştırmalar. Gün boyu yatıp sabaha kadar düşüne düşüne ruhu yormalar, arada hoşuna giden dizi bulduysan, konuyu da sevdiysen kendini şanslı saymalar… Zamanı iyi kullananlar ...
Araf’ın çaresizleri Koltuğuma oturdum garip garip şeyler düşünüyorum. Arada gözüm doluyor, arada gülüyorum. Köşenin adını “Hayat Sokakta” koyan ben, iki aydır evden yazıyorum. Kamyon yazıları geliyor gözümün önüne; “Kul planlar, kader güler…” , vallahi halime ben de gülüyorum. Bugün Barcelona’daki 45. günüm, dönmek istesem de şu an dönemiyoru ...
Hayatın sürprizlerle dolu olduğunu bir kez daha anladığım zamanlar... Bu sefer sokaktan değil, Barcelona’dan sadece bir odası ışık alan bir evden yazıyorum. Geleli yedi gün oluyor, geldiğim günün ertesi burada Olağanüstü Hal ilan edildi ve en erken 17 Nisan’a kadar da uçuş yok. Günlerdir hem buranın hem de Türkiye’nin gündemini yakından takip ediyo ...
Süreyya Operası’nın hemen altındaki Canan Sokak’ta yürüyorum. Bir araba bir yere yetişecekmişçesine basıyor kornaya, arabada yüksek müzik var ve baslar sonuna kadar açılmış. Rahatsız oluyorum. Arabanın hemen önünde bir kâğıt toplayıcısı genç, çuvalı o kadar dolu ve ağır ki, hızla ilerleyemiyor o dar sokakta. Sürücü camdan kafasını çıkardı birden “Y ...
Kalabalığın arasına karışmak her zaman çok kolay olmuyor benim için. Güne nasıl başlıyorsak öyle gidiyor, bazen canım sokağa çıkıp herkese koca bir ağızla “Günaydın” diye bağırmak istiyor, bazen de kafamı yerden kaldırasım gelmiyor. İnsanız, hepimizin içi dışına dokunuyor!Bazı insanlar da var ki hayatımızda gün nasıl başlarsa başlasın sizin için, s ...