Oturuyoruz merdivende yan yana, aradan beş dakika bile geçmeden soruyor, “Saat kaç?”. Bir kadın zamanın geçmesini bunca merakla bekliyor, bir süre sonra soru değişiyor, “Zaman nasıl geçecek?”.
Zaman önemli mevzu, öğretilmişliklerimizde. “Geçer ZAMANla, bu kadar üzülme!” Gerçekten geçer mi? Yara gibi merhem de kalbe değer mi? Kendimizi kandırmak bir köşeye dursun, Songül Ablanınki gibi bu hikâyeler devam eder mi? Gelin birlikte üzülelim yoksa içimize attığımız ne varsa burnumuzdan başlayarak içine çekecek bizi ve biz hüzünlü bir atık topu olarak yaşamaya devam edeceğiz.
Karamsar olmak istemediğim ama insanlara karşı çok da oynayamadığım bir dönemdeyim. Çünkü bir süredir umutlu görünmeye çalışmayı bir borç bildim yüz yüze geldiğim herkese karşı. Vapurda, sokakta, okulda, tiyatroda, bakkalda her yerde gülümsedim yüzü asık insanlara maskemin ardından. Baktım ki, çok yorulmuşum. Gülmek kadar ağlamanın da ihtiyaç olduğunu anladığım zamanlarda…
Kolay bir dönemden geçmiyoruz, herkesin acısı kendine olmadığı gibi, dağımıza göre kar da yağmıyor, herkesin acısı hepimizin artık. Melisa ve papatya çayına tutundum bir süre, baktım olmayacak sarıldım pasiflora şuruba. Yaptığın iş var bir yandan, sorumlulukların, hayatın, ailen. Yolda çevirip “Allah razı olsun kızım siz olmasanız kime güleceğiz!” diyen teyzelerin hatırına sakin kaldım şimdiye kadar. “Ah teyzem dışı seni içi beni yakar” diyemediğimden , “ihtiyaç var buna, topla kendini” diye çıkıyorum evden pazara, çekime, çarşıya. İhtiyaç var, en fazla da bu ara, sarılmaya, yan yana, el ele, göz göze durmaya, inatla! Yoksa 3 günlük dünyadan 5 karış toprağa…
Madem zaman acıya aşina, madem olan biten hep garibana, o zaman başlıyor güçlenme, bazen kin bazen aşkla…
Kin… Mesela zamanın geçmesini bekleyen Songül Abla. Üç çocuğu var Songül Ablanın, ikisi böbrek hastası, apartmanı silmeye geliyor haftada bir, sessiz sakin bir kadın, gözü hep tok, hep güler yüzlü. Biz biliyoruz mutsuz bir evliliği olduğunu ama toz kondurmuyor da kocasına, ne de olsa çocuklarının babası,(bak bu da öğretilmişliklerimizden) sus, kol kırılır, yen içinde kalır Songül, konuşma! “Ne yapayım abla, çalışmıyor bu da böyle. Allah beterinden saklasın” diyor sorduğumuzda. Şükrediyor sağlığına, en azından o çalışabiliyor diye. Yeşil kartı var pek işe yaramıyor, e bir de hep öğretmişler ve öğretmeye de devam ediyorlar ya , “itaat et, mutlu ol!” Songül de öyle yapmaya çalışıyor. Yine bir gün apartmanı silmeye geldiğinde, su istedi, o sırada kapı açık kalmış, ben de telefonla konuşuyorum, esirgeme kurumunu ziyarete gideceğim çocuklara üç beş bir şey almak için, destek almaya çalışıyorum bazı kişilerden, neyse Songül suyu aldı, o sırada annem ona günlüğünü verdi, Songül beni çağırdı yanına , “Al dedi ablam, bu da hediye olsun benden çocuklara, nasılsa benimkilerde bir değişiklik yok, bari sevinsin o garibanlar”. Bir şey diyemedim, aldım parayı, kapattım kapıyı, boğazımda koca düğüm. Aradan birkaç ay geçti yüzü gülmemeye başladı Songül’ün, zayıfladı, halden düştü sanki, öğrendik ki kocası merdiven silerek yaptığı birkaç altınını bozmuş ondan habersiz, başka bir kadın varmış, ona yedirmiş. Gülmedi pek ondan sonra , şükrü bıraktı dilinden , merhabaya merhaba yaşadı Songül Abla.
Aradan zaman geçti, birgün eve dönüyorum karşılaştık merdivenlerde , “Ablam dedi, sen sen ol sakın kul hakkı yeme hayatta, benim herif kanser olmuş, hakkımı helal etmiyorum, geberse de kurtulsam, bir de o çıktı başıma”, o güne kadar çalışmayan ona değer vermeyen kocasının varlığına hep şükretmiş Songül Abla, yediremedi ihaneti. Gariban şükreder, itaat de eder çoğu zaman, ama gururuna dokunma. Bir süre sonra kocası öldü, kaldı çocuklarla bir başına. Daha 38’inde zamanı dert edindi kendine, sürekli sormaya başladı, “Saat kaç?”. Zaman elbet geçecek Songül Abla.
Hepimizden geçiyor da işte. Ben otuzu geçeli beş yıl olmuş. Eskiye göre daha garanticiyim, daha az risk alıyorum, daha az aynaya bakıyorum, güvenli alanlar arıyorum kendime evde, sokakta, vapurda, insanların hayatında. Şu an bir şey olsa nereye, kime sığınırımı kolluyorum. Çünkü bizi bir şeylere alıştırıyorlar, anlamıyorum, ama alışıyorum. Üzülüyorum, çocuğa, kadına, hayvana yapılana, yakılan ormana, yok yere ölen evlatlara, insanların, birbirine bunca sevgisiz, anlayışsız yaklaşmasına. Kabul etsen sana dert, etmeyip, “Hadi” desen başkasına. İşine gelmiyor bazılarının mutluluk, ondan yalan geliyor bana, kanla gelen kutluluk. İnanıyorum bunca haksızlığın bir çıkış kapısı var, ardı bahar bahçe… Ama zaman, ama kulların hakları, ama Songül Abla, ama benim gibi güvenli alan, güvenli yarın arayanlar. Beklediğimiz neyse o gelmeyecek, bugün toparlanmaya kendinden başla, dedim ya 3 günlük dünyadan 5 karış toprağa, ölüm Allah’ın emri ayrılık olmasa…
Kadıköy , parkı , bahçesi diğer semtlere göre çok olan bir yer. İstanbul’daki diğer yerleri düşündüğünüzde kendinizi biraz daha şanslı hissedebilirsiniz. Son birkaç yılda diğer semtlerden aldığı göç de bir gerçek. Bununla birlikte açılan alternatif dükkanlar yeni neslin ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılıyor. Ancak bir de hafta sonları ya da havanın g ...
Yolda yürüyorum, adımlarım telaşlı, nereye gidiyorum, neyden kaçıyorum, neye varmak istiyorum bilmiyorum. Maskenin ardında sıkışmış bir lokma oksijenimle telaşlı telaşlı yürüyorum. Her zaman yaptığım gibi mağazaların camlarına bakıp yansımamı izlemiyorum, uçan kuşları, trafik ışığında bekleyen insanları görmüyorum. Kalbim atıyor mu atmıyorum mu anl ...
Hayatın anlamını sorgulayan çok yazı okudum şimdiye kadar. Hepsinden öğrendiğim tek şey vardı, bunun kitaplardan öğrenilecek bir şey olmadığı. Yaşadıkça anlıyorsun kendi adına olanı. Amacın olduğu sürece anlamı var aslında hayatın, elin bir eli tuttuğu sürece... Söyleyecek sözün olduğu kadar anlamı var, sözü dinletecek birini bulduğun sürece... Ney ...
Attım çarşafı üstümden, ayaklarımı yere bastım ama kalkacak gücüm yok. Yorgunum, yorgunuz. Günlerdir ne olacağımı ya da ne olacağımızı düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Hal böyleyken, zaman geçiyor, hayat kaçıyor.. Adım atmaya çalışıyorum, yok. Uzandım tekrar, derin derin nefes aldım. İnsan psikolojisi ne tuhaf, sizi vezir de eder rezil de. Üstel ...
Sokakta bir hareketlilik, motorların biri geliyor biri gidiyor. Ne ara alıştıysak bu hazıra, bir tuşla her şey kapıda. Motor kullananlar zamanla yarışta, sokak başlarında burun buruna geliyorlar, bazen birbirlerine iki büyük laf edip, bazen selamlaşıyorlar, çoğu zaman birbirlerinin derdini anlıyorlar ama. Müşteriye hizmetin sunulmasına son kaç daki ...
İyi ki yazıyoruz. Yazmak insan için gülmek ve ağlamak kadar büyük bir gereksinim. Kağıt en dürüst en samimi olduğumuz yer. İçindeki duyguyu yükle bir karaktere hayat bulsun, ya da yaz anıların bir anda karşına çıkıp seni bulsun, hüzünlenmek bir yana dursun, eski seni hatırlayıp gülümsemek kendine kıyağın olsun. İyi ki yazıyoruz. Yazıyoruz çünkü ...
Yolda yürürken dükkân camında beliren siluetimi selamladım. Camın yarısı ben. Pandemi sağolsun götürdükleri ayrı dert, getirdikleri ayrı. Kaygımız, kilomuz bol artık. Arada yan yana geldiğimiz arkadaşlarımızla konuştuklarımız sınırlı. Herkes bir yol arıyor sanki. Kendini daha rahat ve mutlu hissedeceği... Kimi yeni hobilere, kimi yogaya, pilatese, ...
Bir kere yuttuysan derler, vazgeçemezsin. “Sahne tozu”. Bugünlerde en çok düşündüğüm deyimlerden biri sanırım. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, zor günlerde bazı deyimler ve atasözleri daha çok aklımıza geliyor sanırım, sıkışınca sığınılan dua gibi. Sen gününü gün et, yarını düşünme, sonra “Allah’ım yardım et”, hâlbuki bir atasözümüz ne demiş, “A ...
Telaşla oradan oraya koşturmaktan fırsatımız olmadı “Ben nerede ipin ucunu kaçırdım?” diye sormaya. Ne zaman ki yorgunluktan kalbimiz, aklımız, ruhumuz sinyal vermeye başladı, o zaman bir durup düşünmeye başladık. Değişmeye başlayan büyük şehirlerle “Biz eskiden burada…”lar da çoğalmaya başladı üstelik artık anılarımızın olduğu yerlerde ruhsuz yoll ...
Buharlı pencere, tozlu araba camı ya da kalbin üzerine yazılmış bir isimden ibaretti artık… Her şeyin tadını aldığında, damağında acımsı bir tat kaldı. Dil, diş üzerinde gezinen, kemiği olmayan, söyleneni bir kerede patlatan… Dil, konuşmak için bilmemiz gerekmeyen. Konuşmadık hiç. Giz, izine rastlanmayacak bir suç kalıntısı… İki kişinin bi ...
Denizden bize usul usul esiyor rüzgar, arada ürperiyoruz, ellerimizi cebimize sokup ısındığımız anlar da var, iyot kokusunu mis mis içimize çektiğimiz anlar da... Haldun Taner sahnesinin önündeyiz oyun saatini bekliyoruz. Konservatuvardan gelen müzik seslerine, soprano bir iki ses karışıyor ara ara, ay diyoruz Kadıköy işte arasan her şeyi bulabilec ...
Çoğu kez duymuşsunuzdur çevrenizdekilerden “Anlatsam film olur” sözünü. Bazılarımızın hayatı gerçekten de öyle. Onca filmin konusu nereden, senden benden bizden. Kimi aşk, kimi göç, kimi savaş, kimi mücadele. Yanımızdan her gün kaç hikâye geçiyor farkında mıyız? Yanımızdan geçen çoğu insan, kafamızı kaldırıp tarihini görmediğimiz binalar gibi. Boyu ...
İnsanın kendini keşfi bir ömür. Bembeyaz bir kağıdı doldurmak gibi öğrendiklerimiz, hissettiklerimiz, yaptıklarımız ve keşkelerimiz. Kağıdın silgisi yok dostlar, ne çizdiyseniz artık sizin ama sayfa o kadar büyük ki, daha iyisini güzelini, baktığınızda yüzünüzü gülümsetecek olanı çizmek hala elinizde. Üstelik kalp sizin, akıl sizin, kalem sizin. Hi ...
Kulağımda kulaklık, Göksel Baktagir hocadan, Hatıra Defteri bestesini dinliyorum. Elimde defter yazdıkça bir şeyleri bitiriyor, bir şeylere başlıyor, bir yerin eksiğini kapatıyorum sanki. Yolcu; yetişmesi mümkün zamanlarda vapurun kamburu. Vapur; hem yükü çeken hem deniz havası aldıran, manzarasıyla da kandıran. Vapurdayım. Paslı köşelerin kimlere ...
“Bir liran var mı abla?”. Yolda yürürken kaç kez bu soruyla irkildim, hatırlamıyorum. Var desem bir lira ne seni kurtarır kardeş, ne de beni zorda bırakır. Al sana bir, beş hatta Allah ne verdiyse. “Hayat paylaştıkça güzel!” diye yaşıyoruz madem vermezsek olur mu? Böyle böyle zengin olanların hikâyelerini de biliyoruz, dilenmenin kötü olduğunu öğre ...
Dönemeden mevsim ve dönemeden insanlık kaderi, bu süreç biraz daha böyle gidecek gibi. Önce çırpındık sonra alıştık işte. Nefes darlığı, sürekli saate bakmalar, gün isimlerini karıştırmalar. Gün boyu yatıp sabaha kadar düşüne düşüne ruhu yormalar, arada hoşuna giden dizi bulduysan, konuyu da sevdiysen kendini şanslı saymalar… Zamanı iyi kullananlar ...
Araf’ın çaresizleri Koltuğuma oturdum garip garip şeyler düşünüyorum. Arada gözüm doluyor, arada gülüyorum. Köşenin adını “Hayat Sokakta” koyan ben, iki aydır evden yazıyorum. Kamyon yazıları geliyor gözümün önüne; “Kul planlar, kader güler…” , vallahi halime ben de gülüyorum. Bugün Barcelona’daki 45. günüm, dönmek istesem de şu an dönemiyoru ...
Hayatın sürprizlerle dolu olduğunu bir kez daha anladığım zamanlar... Bu sefer sokaktan değil, Barcelona’dan sadece bir odası ışık alan bir evden yazıyorum. Geleli yedi gün oluyor, geldiğim günün ertesi burada Olağanüstü Hal ilan edildi ve en erken 17 Nisan’a kadar da uçuş yok. Günlerdir hem buranın hem de Türkiye’nin gündemini yakından takip ediyo ...
Süreyya Operası’nın hemen altındaki Canan Sokak’ta yürüyorum. Bir araba bir yere yetişecekmişçesine basıyor kornaya, arabada yüksek müzik var ve baslar sonuna kadar açılmış. Rahatsız oluyorum. Arabanın hemen önünde bir kâğıt toplayıcısı genç, çuvalı o kadar dolu ve ağır ki, hızla ilerleyemiyor o dar sokakta. Sürücü camdan kafasını çıkardı birden “Y ...
Kalabalığın arasına karışmak her zaman çok kolay olmuyor benim için. Güne nasıl başlıyorsak öyle gidiyor, bazen canım sokağa çıkıp herkese koca bir ağızla “Günaydın” diye bağırmak istiyor, bazen de kafamı yerden kaldırasım gelmiyor. İnsanız, hepimizin içi dışına dokunuyor!Bazı insanlar da var ki hayatımızda gün nasıl başlarsa başlasın sizin için, s ...