Araf’ın çaresizleri
Koltuğuma oturdum garip garip şeyler düşünüyorum. Arada gözüm doluyor, arada gülüyorum. Köşenin adını “Hayat Sokakta” koyan ben, iki aydır evden yazıyorum. Kamyon yazıları geliyor gözümün önüne; “Kul planlar, kader güler…” , vallahi halime ben de gülüyorum.
Bugün Barcelona’daki 45. günüm, dönmek istesem de şu an dönemiyorum. Özlemek, endişelenmek, Türkiye’yi buradan takip etmek zor, bu sefer çok zor. Burada uzun süre kaldığım dönemler de oldu ama her an gidebileceğini bilmek büyük lüksmüş. Her gün kalbim küt küt açıyorum o telefonu, her seferinde de açmaz olsaydım diyorum. Bir tane umut veren habere ne çok ihtiyacımız var bu aralar. Kiminle konuşsam ücretsiz izinde, kiminle konuşsam bilinmezlik, herkes evde, herkes kendi derdinde. Zaten ekmek aslanın ağzında değil, midesindeydi, şimdi neresinde olabilir diye düşünmeden edemiyor insan. Bu süreç bitecek, elbet bitecek, ya sonrası? Sıra bizde açtığı maddi manevi yaraları sarmaya gelecek. Maddiyat şu dönem herkesin derdi, ki Allah kolaylık versin hepimize, bir de manevi kısmı var. Hangi çiftle konuşsam, eşini yeni tanıyor gibi konuşuyor. Kadının sırtında evin işi, çocuğun online dersleri, ödevleri, bir yandan gelecek kaygısı- ki annenin kaygısı bir şeye benzemez- bir yanda da baba. Öyle çok şey yüklemişiz ki onlara da, en ufak yoklukta kendilerini işe yaramaz hissediyorlar, çünkü bizde baba para getirir, kirayı öder, faturaları öder ve dahası… Çalışan anneleri hiç düşünemiyorum zaten. Yani bu ara kiminle konuşsam sorun büyük ve çok da umutlu değil. Dilerim şu dönem sonrası boşanma oranları artmasın. Evlilik, iyi günde kötü günde madem, herkes birbirini dinlesin, anlasın.
Hollandalı ressam Hieronymus Bosch'un 1503 ve 1504 yılları arasında yaptığı
“Dünyevi Zevkler Bahçesi” adlı bu tablosu, 1939'dan beri Madrid'deki Prado Müzesi'nde bulunuyor
Köşemin adının hakkını da vereyim hadi, biraz buradan bahsedeyim. Sokak… Şu ara buradaki herkesin tek hayatı. Sokak sokak gezmek değil yanlış anlamayın, sadece evinizin olduğu sokak. İspanya maalesef bu korona virüsünden en çok kayıp yaşanan yer, nüfusuna da bakıldığında, en son ölüm sayısı 18 bin 600’dü. Ondan bu sokağa çıkma meselesini o kadar sıkı tutuyorlar ki, kendi sokağınızdan çıkıp biraz uzağa gittiniz diyelim, polis ya da sivil polis durdurdu sizi, cezanız 600 Euro’dan başlıyor. Yapabildiğim tek şey sokağımdaki markete gidip, eve döner dönmez de kendimi baştan aşağı dezenfekte etmek. Küçük marketlere maksimum iki kişi alınırken, büyük marketlere en fazla on kişi alınıyor. Her marketin girişinde güvenlik var, önce eldiven takıp sonra jelle elinizi silmek zorundasınız. Market kuyrukları metrelerce uzayabiliyor çünkü her insanın arasında en az bir metre olmalı. Şartlar böyleyken, durum böyle. Gelelim bize. Geçen hafta o iki günlük sokağa çıkma yasağı olduktan sonra, insanların elleriyle ağızlarını kapatıp marketlerde üst üste sıraya girmesi… Uzun süre hiçbirimiz unutmayacağız o geceyi belki de. Ekmek için kavga edenler, bir ekmeği beş liradan satanlar… Hangisini sayalım ki… Unutmayız dedim ama, lafımı bir cümle sonra geri almaya karar verdim dostlar, biz her şeyi çok çabuk unutuyoruz. Korona belasından önce gencecik kaç askerimizi şehit verdik, hangimiz o yavruları konuşuyoruz. Olan hep garibanın ocağına oluyor ya bana o dokunuyor, hayatla en acı mücadeleyi veren de onlar, evladı feda eden de. Eğer bir cennet ve cehennem varsa, onu bu dünyada da yaşayacağımıza inananlardanım ben. Bizim ülkemizde gariban cehennemin öyle çok yüzünü gördü ki, dilerim hepsi cenneti de yaşar, bilinmeze gitmeden… Çoğumuzda Araf’ın çaresiziyiz bu ara, bilmeden.
Uzakta olup özleyince, bir de göremeyince sevdiğin şeyleri, daha bir burnunda tütüyor her şey. Şu günlerden sağlıkla çıksak da bütün Kadıköylüler toplanıp balık ekmek yemeğe gitsek Eminönü’ne, vallaha varım ben! Yanına da turşu suyu, mis.
Sokak demişken, yazımın da sonlarına gelirken hiç unutmayacağım bir anı paylaşacağım sizinle. Belki biraz olsun gülümsetir yüzünüzü. Burada karşı binada oturan Pakistanlı komşularım var, bazen büyük bir hayretle izliyorum onları çünkü ev iki oda ve evde kaç aile var kaç çocuk var inanın sayamıyorum. Belli ki hayat onlara da zor ama mutlular da bir yandan. Günün belli saatlerinde son ses şarkı açıp ailecek söylediklerini ben biliyorum, ne güzel. Siz en son ailenizle ne zaman şarkı söylediniz? Ben hatırlamıyorum. Bunu da ertelemek istemediklerim köşesine not aldım şimdi. Allahım bu süreç bize neler öğretti? Neyse hikâyeme döneyim. Ailenin ergenlik döneminde iki tane kızı var. Arada balkona çıkıyorlar, sarındıkları rengarenk elbiseleriyle sokağı renklendirip tekrar içeri giriyorlar, balkonlarımız karışılıklı, eğer göz göze gelirsek mahçup mahçup gülüp gözlerini kaçırıyorlar. Evde çok zamanım olduğu için ben de yazlık, kışlık kıyafetlerimi ayırdım geçen gün. Bir poşet dolusu kıyafet çıktı. İkinci el dükkanlar kapalı, çöpe atmak da olmaz. Ben de güzel paketledim, koydum apartmanın önüne. Arada çıkıp bakıyorum duruyor poşet, 15-20 dakika sonra markete giderken bir baktım ikisi de inmiş poşeti karıştırıyor, yine göz göze geldik, gülümsedim onlara, biri dedi ki: “Bunlar senin mi?”, yine güldüm yoluma devam ettim. Ertesi gün balkona çıktım, biri beni görünce diğerini çağırdı heyecanlı heyecanlı, bir baktım üstünde benim kıyafetlerim. Bana da bir kâğıda kocaman “Muchas Gracias” yazmışlar. Çok teşekkürler yazmışlar yani. Ah güzel çiçeklerim, insanoğlu öyle nankör ki, kime vereceğimi bilmediğim kıyafetleri alıp, giyip bir de teşekkür eden ruhunuzu severim! Keşke herkes teşekkür etmeyi de, gerektiğinde gülümseyip gitmeyi de bilse… Gözlerinizden öperim!
Kadıköy , parkı , bahçesi diğer semtlere göre çok olan bir yer. İstanbul’daki diğer yerleri düşündüğünüzde kendinizi biraz daha şanslı hissedebilirsiniz. Son birkaç yılda diğer semtlerden aldığı göç de bir gerçek. Bununla birlikte açılan alternatif dükkanlar yeni neslin ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılıyor. Ancak bir de hafta sonları ya da havanın g ...
Yolda yürüyorum, adımlarım telaşlı, nereye gidiyorum, neyden kaçıyorum, neye varmak istiyorum bilmiyorum. Maskenin ardında sıkışmış bir lokma oksijenimle telaşlı telaşlı yürüyorum. Her zaman yaptığım gibi mağazaların camlarına bakıp yansımamı izlemiyorum, uçan kuşları, trafik ışığında bekleyen insanları görmüyorum. Kalbim atıyor mu atmıyorum mu anl ...
Hayatın anlamını sorgulayan çok yazı okudum şimdiye kadar. Hepsinden öğrendiğim tek şey vardı, bunun kitaplardan öğrenilecek bir şey olmadığı. Yaşadıkça anlıyorsun kendi adına olanı. Amacın olduğu sürece anlamı var aslında hayatın, elin bir eli tuttuğu sürece... Söyleyecek sözün olduğu kadar anlamı var, sözü dinletecek birini bulduğun sürece... Ney ...
Attım çarşafı üstümden, ayaklarımı yere bastım ama kalkacak gücüm yok. Yorgunum, yorgunuz. Günlerdir ne olacağımı ya da ne olacağımızı düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Hal böyleyken, zaman geçiyor, hayat kaçıyor.. Adım atmaya çalışıyorum, yok. Uzandım tekrar, derin derin nefes aldım. İnsan psikolojisi ne tuhaf, sizi vezir de eder rezil de. Üstel ...
Sokakta bir hareketlilik, motorların biri geliyor biri gidiyor. Ne ara alıştıysak bu hazıra, bir tuşla her şey kapıda. Motor kullananlar zamanla yarışta, sokak başlarında burun buruna geliyorlar, bazen birbirlerine iki büyük laf edip, bazen selamlaşıyorlar, çoğu zaman birbirlerinin derdini anlıyorlar ama. Müşteriye hizmetin sunulmasına son kaç daki ...
İyi ki yazıyoruz. Yazmak insan için gülmek ve ağlamak kadar büyük bir gereksinim. Kağıt en dürüst en samimi olduğumuz yer. İçindeki duyguyu yükle bir karaktere hayat bulsun, ya da yaz anıların bir anda karşına çıkıp seni bulsun, hüzünlenmek bir yana dursun, eski seni hatırlayıp gülümsemek kendine kıyağın olsun. İyi ki yazıyoruz. Yazıyoruz çünkü ...
Yolda yürürken dükkân camında beliren siluetimi selamladım. Camın yarısı ben. Pandemi sağolsun götürdükleri ayrı dert, getirdikleri ayrı. Kaygımız, kilomuz bol artık. Arada yan yana geldiğimiz arkadaşlarımızla konuştuklarımız sınırlı. Herkes bir yol arıyor sanki. Kendini daha rahat ve mutlu hissedeceği... Kimi yeni hobilere, kimi yogaya, pilatese, ...
Bir kere yuttuysan derler, vazgeçemezsin. “Sahne tozu”. Bugünlerde en çok düşündüğüm deyimlerden biri sanırım. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, zor günlerde bazı deyimler ve atasözleri daha çok aklımıza geliyor sanırım, sıkışınca sığınılan dua gibi. Sen gününü gün et, yarını düşünme, sonra “Allah’ım yardım et”, hâlbuki bir atasözümüz ne demiş, “A ...
Telaşla oradan oraya koşturmaktan fırsatımız olmadı “Ben nerede ipin ucunu kaçırdım?” diye sormaya. Ne zaman ki yorgunluktan kalbimiz, aklımız, ruhumuz sinyal vermeye başladı, o zaman bir durup düşünmeye başladık. Değişmeye başlayan büyük şehirlerle “Biz eskiden burada…”lar da çoğalmaya başladı üstelik artık anılarımızın olduğu yerlerde ruhsuz yoll ...
Buharlı pencere, tozlu araba camı ya da kalbin üzerine yazılmış bir isimden ibaretti artık… Her şeyin tadını aldığında, damağında acımsı bir tat kaldı. Dil, diş üzerinde gezinen, kemiği olmayan, söyleneni bir kerede patlatan… Dil, konuşmak için bilmemiz gerekmeyen. Konuşmadık hiç. Giz, izine rastlanmayacak bir suç kalıntısı… İki kişinin bi ...
Oturuyoruz merdivende yan yana, aradan beş dakika bile geçmeden soruyor, “Saat kaç?”. Bir kadın zamanın geçmesini bunca merakla bekliyor, bir süre sonra soru değişiyor, “Zaman nasıl geçecek?”. Zaman önemli mevzu, öğretilmişliklerimizde. “Geçer ZAMANla, bu kadar üzülme!” Gerçekten geçer mi? Yara gibi merhem de kalbe değer mi? Kendimizi kandırmak ...
Denizden bize usul usul esiyor rüzgar, arada ürperiyoruz, ellerimizi cebimize sokup ısındığımız anlar da var, iyot kokusunu mis mis içimize çektiğimiz anlar da... Haldun Taner sahnesinin önündeyiz oyun saatini bekliyoruz. Konservatuvardan gelen müzik seslerine, soprano bir iki ses karışıyor ara ara, ay diyoruz Kadıköy işte arasan her şeyi bulabilec ...
Çoğu kez duymuşsunuzdur çevrenizdekilerden “Anlatsam film olur” sözünü. Bazılarımızın hayatı gerçekten de öyle. Onca filmin konusu nereden, senden benden bizden. Kimi aşk, kimi göç, kimi savaş, kimi mücadele. Yanımızdan her gün kaç hikâye geçiyor farkında mıyız? Yanımızdan geçen çoğu insan, kafamızı kaldırıp tarihini görmediğimiz binalar gibi. Boyu ...
İnsanın kendini keşfi bir ömür. Bembeyaz bir kağıdı doldurmak gibi öğrendiklerimiz, hissettiklerimiz, yaptıklarımız ve keşkelerimiz. Kağıdın silgisi yok dostlar, ne çizdiyseniz artık sizin ama sayfa o kadar büyük ki, daha iyisini güzelini, baktığınızda yüzünüzü gülümsetecek olanı çizmek hala elinizde. Üstelik kalp sizin, akıl sizin, kalem sizin. Hi ...
Kulağımda kulaklık, Göksel Baktagir hocadan, Hatıra Defteri bestesini dinliyorum. Elimde defter yazdıkça bir şeyleri bitiriyor, bir şeylere başlıyor, bir yerin eksiğini kapatıyorum sanki. Yolcu; yetişmesi mümkün zamanlarda vapurun kamburu. Vapur; hem yükü çeken hem deniz havası aldıran, manzarasıyla da kandıran. Vapurdayım. Paslı köşelerin kimlere ...
“Bir liran var mı abla?”. Yolda yürürken kaç kez bu soruyla irkildim, hatırlamıyorum. Var desem bir lira ne seni kurtarır kardeş, ne de beni zorda bırakır. Al sana bir, beş hatta Allah ne verdiyse. “Hayat paylaştıkça güzel!” diye yaşıyoruz madem vermezsek olur mu? Böyle böyle zengin olanların hikâyelerini de biliyoruz, dilenmenin kötü olduğunu öğre ...
Dönemeden mevsim ve dönemeden insanlık kaderi, bu süreç biraz daha böyle gidecek gibi. Önce çırpındık sonra alıştık işte. Nefes darlığı, sürekli saate bakmalar, gün isimlerini karıştırmalar. Gün boyu yatıp sabaha kadar düşüne düşüne ruhu yormalar, arada hoşuna giden dizi bulduysan, konuyu da sevdiysen kendini şanslı saymalar… Zamanı iyi kullananlar ...
Hayatın sürprizlerle dolu olduğunu bir kez daha anladığım zamanlar... Bu sefer sokaktan değil, Barcelona’dan sadece bir odası ışık alan bir evden yazıyorum. Geleli yedi gün oluyor, geldiğim günün ertesi burada Olağanüstü Hal ilan edildi ve en erken 17 Nisan’a kadar da uçuş yok. Günlerdir hem buranın hem de Türkiye’nin gündemini yakından takip ediyo ...
Süreyya Operası’nın hemen altındaki Canan Sokak’ta yürüyorum. Bir araba bir yere yetişecekmişçesine basıyor kornaya, arabada yüksek müzik var ve baslar sonuna kadar açılmış. Rahatsız oluyorum. Arabanın hemen önünde bir kâğıt toplayıcısı genç, çuvalı o kadar dolu ve ağır ki, hızla ilerleyemiyor o dar sokakta. Sürücü camdan kafasını çıkardı birden “Y ...
Kalabalığın arasına karışmak her zaman çok kolay olmuyor benim için. Güne nasıl başlıyorsak öyle gidiyor, bazen canım sokağa çıkıp herkese koca bir ağızla “Günaydın” diye bağırmak istiyor, bazen de kafamı yerden kaldırasım gelmiyor. İnsanız, hepimizin içi dışına dokunuyor!Bazı insanlar da var ki hayatımızda gün nasıl başlarsa başlasın sizin için, s ...