Zamanlı zamansız

07 Mayıs 2021 - 10:17

Sokakta bir hareketlilik, motorların biri geliyor biri gidiyor. Ne ara alıştıysak bu hazıra, bir tuşla her şey kapıda. Motor kullananlar zamanla yarışta, sokak başlarında burun buruna geliyorlar, bazen birbirlerine iki büyük laf edip, bazen selamlaşıyorlar, çoğu zaman birbirlerinin derdini anlıyorlar ama. Müşteriye hizmetin sunulmasına son kaç dakika? Geçirdiğimiz günlere bakarsak, market ya da yemek siparişlerini anlıyor da insan, çıkamadığımız evlerde giyinmek için mi hemen teslim kıyafet ya da ayakkabı alışverişleri, onu düşünüyorum. Kredi kartı zaten büyük yanılgı, al sonra ödersin, tek tuşla, hop o da kapında, sonuçta ödersin... Bunca işsizlik bunca açlık varken, müzisyen intiharları, tiyatrocuların isyanı, esnafın tükenmişliği devam ederken, sen almaya devam et, elbet ödersin. Bin lira yardım için insanlara kök söktürülürken, bin lirayla değil kira, aylık mutfak alışverişi bile yapılamazken, esnafa ne vergi, ne kira, ne fatura konusunda destek verilmezken... Birileri de tek tuşla, hop kapıda lüksünde yaşarken... Birinde var birinde yok, artık orta sınıf yok. Ya zenginsin ya fakir, ya açsın, ya tok, ya taleplerini ayağına getirtensin ya da talepleri ayağa götüren. Hayat bunca ortak deneyim, bunca ortak zaman, bunca ölüm-doğum arası iken, ya sömürensin artık kardeşim ya da sömürülen...

Belirsizlikten yorulduğumuz, sabrımızın sonlarını yine de iyi idare ettiğimiz günler, bugünler. Kime selam versek, borçlu çıkıyoruz sanki. Nasılsın, dilimize pelesenk, yoksa cevabı dinlemek çok da işimize gelmiyor hani. İnsan nasıl çok iyi olur ki? Yaşlının korkusundan, ana-babaların kaygısından çok şey yazılır bu döneme dair. Elbet bitecek, elbet yine derin derin nefesler alacağız sokaklarda özgürce, elbet sarılacağız sımsıkı. Ama zaman, ama sabır. Diğer ülkelere bakıyorum, dönemi iyi idare edenler bu zor sınavı vermek üzere. Örneğin; İspanya. Sıralamada ikinci sıradaydı geçen yıl, çok fazla vaka, çok fazla ölüm vardı. Öyle ki; geçen yıl mart ayında, Madrid’teki buz pisti morg olarak kullanıldı, tablo bu kadar ürkütücü olunca, çok katı kurallar getirildi, vaka sayıları yalanlanmadı ve duruma göre ne gerekiyorsa yapıldı. Bir durumu düzeltmek için önce kabul etmek şart. Hasta, hastalığını kabul etmedikçe tedavisine çare aranır mı? Şimdi İspanya’da yine önlemler var ama esnaf dükkânını açar halde, öyle ki pazartesi günü toplu konserler bile başladı. Biz hastalığımızı kabul etmedik ki uzun süre, çaresini arayalım. Şimdi yine turizm sezonu başlıyor, biz kapadık evere. Vaka sayıları düşerse sezon verimli geçebilir belki diye. Bu süreç hepimiz biliyor ki, çok daha iyi yönetilebilirdi. Seni bizi yok bu işin, dünyaca sınanıyoruz, ama insan bazı yerlere gıpta ediyor haliyle. Mesela bu kapanma zamanında yapılsaydı, insanlara tatil için krediler verilmeseydi, bölge bölge durum idare edilseydi, eminim bugün bu umutsuz tabloyu görmezdik. Kızgınım, kırgınım. Şikâyet bir işe yaramıyor, ne zaman yaradı ki? Ama kendi kendimize konuştuğumuzda iş , “tavşan dağa küsmüş, dağın haberi yok”a dönüyor. E o dağı, dağ yapan vatandaş, hiçbir hak aramasın, hiç mi dökmesin içini. Hani düşünce özgürlüğü, hani demokrasi? Saf gibi hala bunları sorguluyorum, sonra da gülüyorum kendi kendime. Hayat dışarıda başka akıyor, içimde başka. Bu da geçer diyorum, eğliyorum kendimi. Geçer mi? Ne geçmedi ki? Geçer ama zamanla.

Yasak her zaman tatlı geliyor insana. Normalde evde zaman geçirmeyi seven ben, yasaklarla birlikte, daha çok dışarıda zaman geçirmek istiyorum. Yoğurtçu Parkı’nda yürümek, deniz kenarına inmek, kayalıklardan balıklara ekmek atmak, hayal kurmak... Bir yılda biraz fazla bir zaman önce sıradan gelen ne varsa, şimdi hepsi lütuf hepimize. Her süreçten öğreneceğimiz bir şey var diyorum, günün ilk saatlerinde ekmek alma bahanesiyle kendimi dışarı atıp, bir de kahve ısmarlıyorum kendime. Moda kahve cenneti biliyorsunuz. Kapanan dükkânlar olsa da, yerine hemen başkası açılıyor. Açıkça söylemek gerekirse bu dönemde, yeni bir işe girilenlerin cesaretine de hayran kalıyorum. Kimsenin emeği boşa çıkmasın inşallah, diye geçirip içimden, giriyorum kahvesini en sevdiğim kafeye. Günün ilk sorusu, nasılsın? Direniyoruz diyor kafenin sahibi, her şeye zam geliyor, sokakta insan yok, bazı uygulamalara girdik biz de, kazancın yüzde kırkını alıyorlar, malzemeyi iyi kullanmak zorundayız bunca zaman kalitemizle var ettik kendimizi, bunun diyor ambalajı var, bunun gönderimi var, bunun plastik çatal bıçağı var, iş yeri olduğumuzdan faturalarda neredeyse iki katı, direniyoruz diyor, bakalım daha kaç ayımız kaldı? İçime bir şey oturuyor. Eve dönüyorum, sosyal medyayı bir açıyorum ki, Kadıköy Theatron kapanmış. Kaç oyun ağırladı o sahne, ne emekler verildi, o hikâye de bitiyor. Kahveyi masaya bırakıyor, yığılıyorum koltuğa.

Ayda bir buluşuyorken sizinle, hep dert tasa yazmak istemiyorum, bir yandan da dertleşme gibi oluyor bu yazılar bana. Sanki elimizde çay, kahve , “senin derdin dert midir, benim derdim yanında” tadında. Hep sorun konuşup, çare ya da çözüm aramamak bizim en büyük sıkıntımızdır, bilirsiniz. Durum böyle olunca kendimi daha çok verdim okumaya, yazmaya. Hepimizin biraz rahatlaması şart artık, büyük şeylere de gerek yok hani. Bugün aldığımız nefes bile bir şükür sebebi. Sahip olduklarımızı hatırlamak, atan kalbimizi düşünmek, başımızı sokacak bir yuva, akşama alın teriyle kazanılan bir lokma bile bizi şu süreçte hayata karşı heyecanlandırmaya yetiyor ara ara. Siz de kendi şükür sebeplerinizi bulun. Hayat gelir geçer, sağlık geçer gelir, para gelir gider, ama zaman... Telafisi olmayan tek şeyimiz. Annemle konuşurken geçen gün, şu dünyada kaç yılımız kalmıştı ki dedi, iki yılımız da evlere tıkılıp geçti. Eminim böyle düşünen çok kişi var. İşte tam bu zamanlarda, zihninizle vereceğiniz küçük bir savaşla biraz rahatlayabilirsiniz. Gören göz, duyan kulak, şekerin tadını alan bir dil bile sebep mutlu olmaya. Kendi terapistiniz olun, örgü örün, nakış işleyin, evin bir yerlerini boyayın, çorap söküğünüzü dikin, yaptığınızda bir şeyi bitirdiğini gören zihnininiz mutluluğa daha çok yer açacak, eminim. En azından deneyin. Şimdi derin derin nefesler, şimdi sabır, sakinlik. Her şey gelir geçer, biraz zaman biraz sabır. Ne demiş Mevlana Celaleddin , “Kapı açılır sen yeter ki vurmayı bil, ne zaman bilmem, yeter ki kapıda durmayı bil.”

Hayata küsmeyip, kapıda beklemenin de güzelliğini görebileceğimiz bir kalp gözü dileğimle hepimize... Şimdi derin derin nefesler...

Yazarın Diğer Yazıları

Temizliğe nereden başlasak?

Kadıköy , parkı , bahçesi diğer semtlere göre çok olan bir yer. İstanbul’daki diğer yerleri düşündüğünüzde kendinizi biraz daha şanslı hissedebilirsiniz. Son birkaç yılda diğer semtlerden aldığı göç de bir gerçek. Bununla birlikte açılan alternatif dükkanlar yeni neslin ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılıyor. Ancak bir de hafta sonları ya da havanın g ...

Dil varmazsa el yazar

Yolda yürüyorum, adımlarım telaşlı, nereye gidiyorum, neyden kaçıyorum, neye varmak istiyorum bilmiyorum. Maskenin ardında sıkışmış bir lokma oksijenimle telaşlı telaşlı yürüyorum. Her zaman yaptığım gibi mağazaların camlarına bakıp yansımamı izlemiyorum, uçan kuşları, trafik ışığında bekleyen insanları görmüyorum. Kalbim atıyor mu atmıyorum mu anl ...

Haline Şükret Dostum!

Hayatın anlamını sorgulayan çok yazı okudum şimdiye kadar. Hepsinden öğrendiğim tek şey vardı, bunun kitaplardan öğrenilecek bir şey olmadığı. Yaşadıkça anlıyorsun kendi adına olanı. Amacın olduğu sürece anlamı var aslında hayatın, elin bir eli tuttuğu sürece... Söyleyecek sözün olduğu kadar anlamı var, sözü dinletecek birini bulduğun sürece... Ney ...

Değişmiyor bazı şeyler

Attım çarşafı üstümden, ayaklarımı yere bastım ama kalkacak gücüm yok. Yorgunum, yorgunuz. Günlerdir ne olacağımı ya da ne olacağımızı düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Hal böyleyken, zaman geçiyor, hayat kaçıyor.. Adım atmaya çalışıyorum, yok. Uzandım tekrar, derin derin nefes aldım. İnsan psikolojisi ne tuhaf, sizi vezir de eder rezil de. Üstel ...

Birinin ruhuna birinin ömrüne gelsin

İyi ki yazıyoruz. Yazmak insan için gülmek ve ağlamak kadar büyük bir gereksinim. Kağıt en dürüst en samimi olduğumuz yer. İçindeki duyguyu yükle bir karaktere hayat bulsun, ya da yaz anıların bir anda karşına çıkıp seni bulsun, hüzünlenmek bir yana dursun, eski seni hatırlayıp gülümsemek kendine kıyağın olsun. İyi ki yazıyoruz. Yazıyoruz çünkü ...

Pul eyleme yol eyle beni

Yolda yürürken dükkân camında beliren siluetimi selamladım. Camın yarısı ben. Pandemi sağolsun götürdükleri ayrı dert, getirdikleri ayrı. Kaygımız, kilomuz bol artık. Arada yan yana geldiğimiz arkadaşlarımızla konuştuklarımız sınırlı. Herkes bir yol arıyor sanki. Kendini daha rahat ve mutlu hissedeceği... Kimi yeni hobilere, kimi yogaya, pilatese, ...

O tozu yutmayacaktık

Bir kere yuttuysan derler, vazgeçemezsin. “Sahne tozu”. Bugünlerde en çok düşündüğüm deyimlerden biri sanırım. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, zor günlerde bazı deyimler ve atasözleri daha çok aklımıza geliyor sanırım, sıkışınca sığınılan dua gibi. Sen gününü gün et, yarını düşünme, sonra “Allah’ım yardım et”, hâlbuki bir atasözümüz ne demiş, “A ...

Bir sayfaya sığar mı?

Telaşla oradan oraya koşturmaktan fırsatımız olmadı “Ben nerede ipin ucunu kaçırdım?” diye sormaya. Ne zaman ki yorgunluktan kalbimiz, aklımız, ruhumuz sinyal vermeye başladı, o zaman bir durup düşünmeye başladık. Değişmeye başlayan büyük şehirlerle “Biz eskiden burada…”lar da çoğalmaya başladı üstelik artık anılarımızın olduğu yerlerde ruhsuz yoll ...

Kinlik değil kimlik olur bazı hikâyeler

Buharlı pencere, tozlu araba camı ya da kalbin üzerine yazılmış bir isimden ibaretti artık… Her şeyin tadını aldığında, damağında acımsı bir tat kaldı. Dil, diş üzerinde gezinen, kemiği olmayan, söyleneni bir kerede patlatan… Dil, konuşmak için bilmemiz gerekmeyen. Konuşmadık hiç. Giz, izine rastlanmayacak bir suç kalıntısı… İki kişinin bi ...

Saat kaç?

Oturuyoruz merdivende yan yana, aradan beş dakika bile geçmeden soruyor, “Saat kaç?”. Bir kadın zamanın geçmesini bunca merakla bekliyor, bir süre sonra soru değişiyor, “Zaman nasıl geçecek?”. Zaman önemli mevzu, öğretilmişliklerimizde. “Geçer ZAMANla, bu kadar üzülme!” Gerçekten geçer mi? Yara gibi merhem de kalbe değer mi? Kendimizi kandırmak ...

Kaçmasın tadı alkışımızın...

Denizden bize usul usul esiyor rüzgar, arada ürperiyoruz, ellerimizi cebimize sokup ısındığımız anlar da var, iyot kokusunu mis mis içimize çektiğimiz anlar da... Haldun Taner sahnesinin önündeyiz oyun saatini bekliyoruz. Konservatuvardan gelen müzik seslerine, soprano bir iki ses karışıyor ara ara, ay diyoruz Kadıköy işte arasan her şeyi bulabilec ...

Aç tok, var yok… Dünya zamanları

Çoğu kez duymuşsunuzdur çevrenizdekilerden “Anlatsam film olur” sözünü. Bazılarımızın hayatı gerçekten de öyle. Onca filmin konusu nereden, senden benden bizden. Kimi aşk, kimi göç, kimi savaş, kimi mücadele. Yanımızdan her gün kaç hikâye geçiyor farkında mıyız? Yanımızdan geçen çoğu insan, kafamızı kaldırıp tarihini görmediğimiz binalar gibi. Boyu ...

Kâğıdın kalan kısmına...

İnsanın kendini keşfi bir ömür. Bembeyaz bir kağıdı doldurmak gibi öğrendiklerimiz, hissettiklerimiz, yaptıklarımız ve keşkelerimiz. Kağıdın silgisi yok dostlar, ne çizdiyseniz artık sizin ama sayfa o kadar büyük ki, daha iyisini güzelini, baktığınızda yüzünüzü gülümsetecek olanı çizmek hala elinizde. Üstelik kalp sizin, akıl sizin, kalem sizin. Hi ...

Bir gün yine giderken…

Kulağımda kulaklık, Göksel Baktagir hocadan, Hatıra Defteri bestesini dinliyorum. Elimde defter yazdıkça bir şeyleri bitiriyor, bir şeylere başlıyor, bir yerin eksiğini kapatıyorum sanki. Yolcu; yetişmesi mümkün zamanlarda vapurun kamburu. Vapur; hem yükü çeken hem deniz havası aldıran, manzarasıyla da kandıran. Vapurdayım. Paslı köşelerin kimlere ...

En çok neyi dilendik?

“Bir liran var mı abla?”. Yolda yürürken kaç kez bu soruyla irkildim, hatırlamıyorum. Var desem bir lira ne seni kurtarır kardeş, ne de beni zorda bırakır. Al sana bir, beş hatta Allah ne verdiyse. “Hayat paylaştıkça güzel!” diye yaşıyoruz madem vermezsek olur mu? Böyle böyle zengin olanların hikâyelerini de biliyoruz, dilenmenin kötü olduğunu öğre ...

Bir iç meselesi

Dönemeden mevsim ve dönemeden insanlık kaderi, bu süreç biraz daha böyle gidecek gibi. Önce çırpındık sonra alıştık işte. Nefes darlığı, sürekli saate bakmalar, gün isimlerini karıştırmalar. Gün boyu yatıp sabaha kadar düşüne düşüne ruhu yormalar, arada hoşuna giden dizi bulduysan, konuyu da sevdiysen kendini şanslı saymalar… Zamanı iyi kullananlar ...

HAYAT SOKAKTA

Araf’ın çaresizleri Koltuğuma oturdum garip garip şeyler düşünüyorum. Arada gözüm doluyor, arada gülüyorum. Köşenin adını “Hayat Sokakta” koyan ben, iki aydır evden yazıyorum. Kamyon yazıları geliyor gözümün önüne; “Kul planlar, kader güler…” , vallahi halime ben de gülüyorum. Bugün Barcelona’daki 45. günüm, dönmek istesem de şu an dönemiyoru ...

HAYAT SOKAKTA / Biz kapattık dükkânı, sokaklar kime emanet?

Hayatın sürprizlerle dolu olduğunu bir kez daha anladığım zamanlar... Bu sefer sokaktan değil, Barcelona’dan sadece bir odası ışık alan bir evden yazıyorum. Geleli yedi gün oluyor, geldiğim günün ertesi burada Olağanüstü Hal ilan edildi ve en erken 17 Nisan’a kadar da uçuş yok. Günlerdir hem buranın hem de Türkiye’nin gündemini yakından takip ediyo ...

HAYAT SOKAKTA / Çöpün utangaç efendileri - 2

Süreyya Operası’nın hemen altındaki Canan Sokak’ta yürüyorum. Bir araba bir yere yetişecekmişçesine basıyor kornaya, arabada yüksek müzik var ve baslar sonuna kadar açılmış. Rahatsız oluyorum. Arabanın hemen önünde bir kâğıt toplayıcısı genç, çuvalı o kadar dolu ve ağır ki, hızla ilerleyemiyor o dar sokakta. Sürücü camdan kafasını çıkardı birden “Y ...

HAYAT SOKAKTA / Senden Benden Ayşe’den -1

Kalabalığın arasına karışmak her zaman çok kolay olmuyor benim için. Güne nasıl başlıyorsak öyle gidiyor, bazen canım sokağa çıkıp herkese koca bir ağızla “Günaydın” diye bağırmak istiyor, bazen de kafamı yerden kaldırasım gelmiyor. İnsanız, hepimizin içi dışına dokunuyor!Bazı insanlar da var ki hayatımızda gün nasıl başlarsa başlasın sizin için, s ...

ARŞİV