Yolda yürürken dükkân camında beliren siluetimi selamladım. Camın yarısı ben. Pandemi sağolsun götürdükleri ayrı dert, getirdikleri ayrı. Kaygımız, kilomuz bol artık. Arada yan yana geldiğimiz arkadaşlarımızla konuştuklarımız sınırlı. Herkes bir yol arıyor sanki. Kendini daha rahat ve mutlu hissedeceği... Kimi yeni hobilere, kimi yogaya, pilatese, kimi de geçmişine sarmış durumda. Yarını tahmin edemediğimiz zamanlar dünün hesabı çokça yapılıyormuş, anladık. Keşkelerimiz çok, ama biz yüzleşmeyi gururumuza yediremeyip, onları birkaç “iyi ki”mizle yolladık. İyi ki, yazmak var da, anlatacaklarımızı derledik, topladık. Dağına göre kar, ardından bahar, bize iyi gelmeyen çoğu şeyi şutladık. Kadının fendi erkeği yenemedi, sabır bir yere kadar sustuk sustuk, patladık! “Elini çek! Saçımı çekme!” Son günlerde haberlerde duyduk duyduk da unutmadık!
Giden senden, benden değil, bizden! Unutmadım...
Her yıl düzenli olarak film festivallerini takip ediyorum. Bunlardan başlıcası Film Mor. Kadın hakları, cinsiyet eşitliği, feminizm ve benzeri başlıklarda, kadına dair birçok konu içeren filmler gösteriliyor her yıl. Seviyorum kadınların gözünden, bize dair ne varsa anlatılanları, her şeyimiz ortak değil mi ne de olsa. Unuttuğum, ertelediğim, taviz verdiğim birçok konuda, etimi çimdikleyip, kendime geliyorum. Yoksa yaşadığımız toplum her geçen gün (üzülerek yazıyorum ki) şiddeti doğalmış alıştırıyor sanki, artık yitip giden kadınların canları, üçüncü sayfa haberi. Evet, kadın bunu yaşıyor, peki o kadına bunu yapan, yapabilen, ruhsuz bugüne nasıl geldi. O kadar çok soru, o kadar çok yara var ki el uzatacağımız, hangisinden başlasak, ben de bilmiyorum.
Bundan beş, altı yıl önce yine festivaldeyim, bir belgesel izliyorum. Kızı eski sevgilisi tarafından öldürülen bir anne anlatıyor. Kadın olmak başka, anne olmak bambaşka. Ben ölüme takılıyorum anne anlatırken, ah diyorum içimden kim bilir ne acıyor canı onca zamandır. Birden kurduğu cümleyle kendime geliyorum! Öldü yavrum, ama aç öldü diyor, “En çok ona yanıyorum.”
Eski sevgilisi bir türlü bırakmamış kızının peşini, kaç kez şikâyet ettilerse de, işe yaramamış. Evladını kaybettiği günün sabahı, kahvaltı hazırlamış kuaförde çalışan kızına. Kızı, çok aç olduğunu, ama gelin başı için müşteri olduğundan, hemen evden çıkması gerektiğini söylemiş. Çıkış o çıkış. Aç gitti diyor, bir lokma girseydi kursağından... Acının var türlü hali, ben artık çekemiyorum bu hali, ahvali... Kalbim taş, kalbim kum torbası...
Deniyorum, umutlu şeyler yazmayı deniyorum ama yazan biri olarak, romantik olmayı da tercih etmiyorum. Burada daha renkli satırlar okumanızı istiyorum. Ancak “gerçek” kabus gibi yanı başımdaki konsolda, yazamıyorum. Uyanıyorum orada, yatıyorum orada. Bitmesini dilemekle bitmeyecek elbet. Nereden başlasak, onu düşünüyorum. Eğitim diyoruz hep başta eğitim, eğitim şart, örneğin zorunlu din dersi gibi, zorunlu “insanlık” dersi konulmasını çok istiyorum. Ayıp ve günahla bir yere kadar, bu baskıcı tutum patlak veriyor bir yerde görüyorum. Oysaki, bu çağda bize gereken, merhamet, vicdan, sen-ben değil BİZ. Instagramda , Hz. Ali’nin bir sözünü paylaştım diye, onlarca “Alevi misiniz?” Sorusu alıyorum. Size ne güzel kardeşim! Ne istersem oyum diyorum. İnsanım ben, Aleviyim, Sünniyim, dervişim, serseriyim, lazım, Çerkezim, beni ben yapan ne varsa oyum işte. Taşıdığım iki memeye, tenimin rengine, saçımın buklesine, gözümün haresine göre değil! Atan kalbime göre insanım! Seni yaratan nasıl yaratmışsa o kadar insanım işte! Bir de bunun üstüne kadınım! Her ay kanayan ben, saçının dibi gelen ben, bebeği taşıyan ben, çıkan kaşını almak zorunda kalan ben, erkeğin çirkin tacizine maruz kalan ben! Bunca şey arasında, kar dağıma göre olmasa da, susup insan kalmaya çalışan yine ben! Gözünüzü bedenimizden , nefsinizi düşlerinizden, avcı hayvan gibi kastettiğiniz canımızdan elinizi çekin artık lütfen!!!
Çok isterdik, güveneceğimiz bir adalet sistemimiz olsun. Takım elbise giydi diye, güya pişman diye, verilen “iyi hal” indirimleri, üçüncü sayfa haberleri gibi, alıştığımız bir durum oldu. Öfkemiz, alev. Parlıyoruz derken tam, yenisi geliyor. Unutuyoruz. Bir avuç insanla yürümez bu hak, hukuk arama durumu. Biraz hayatın farkındaysak, biraz eğitim durumumuz iyiyse, tamam da ya hakkını aramak için ses çıkaramayanlar. Doğuda yaptığım, gönüllü atölye sürecinde, toplumsal cinsiyet başlığı çalışıyorum. Çocuklar için bu konuya çok güzel örnekler veren bir kitap var, Asa LİND’in “Kumkurdu”. Orada geçen bir hikayeden yola çıkarak, dedim ki , “Mesela, bu akşam da eşiniz yıkasa bulaşığı da, televizyon karşısında da çay bekleyen siz olsanız.”, gülüştük birlikte. Ertesi gün, bir öğrencim gözü mor geldi, aldığı eğitimin gücüyle, gidip kocasına bunu söylemiş, kocası (eli kırılasıca) elinden geleni ardına koymamış, gitmeyeceksin demiş o kursa bir daha, Leyla o gün gizli gelmiş. Bunun gibi yüzlerce hikaye, şimdi biz kendimizden başka kime güvenelim, korkumuzu ardımıza alıp, nasıl yola devam edelim... Sen, ben yok biz varız , kızkardeşim!
Kadınlık zor iş, kimi kendini yenileyerek tutunuyor hayata, kimi kalbini sevdiklerine vererek. Erkeğe nefs veren yaradan, bize de verirken, analık duygumuzu unutmamış, ondan bunca affedişimiz. Kimi yoga matında, farkındalık çalışıp, hakikati arıyor, kimi keke kaç bardak süt koysa daha yumuşak olacağını düşünüyor... Herkes, biraz aklını dağıtıp, nefes alacağı kendi yolunu çiziyor. Hiçbir kötülüğü normalleştirmeyip, hakkımızın hakkını arayacağımız cesur ve adaletli günler tek dileğim hepimiz için. Ardı nefes, ardı hayat... Hak ettiğimiz gibi, en güzelinden!
Kadıköy , parkı , bahçesi diğer semtlere göre çok olan bir yer. İstanbul’daki diğer yerleri düşündüğünüzde kendinizi biraz daha şanslı hissedebilirsiniz. Son birkaç yılda diğer semtlerden aldığı göç de bir gerçek. Bununla birlikte açılan alternatif dükkanlar yeni neslin ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılıyor. Ancak bir de hafta sonları ya da havanın g ...
Yolda yürüyorum, adımlarım telaşlı, nereye gidiyorum, neyden kaçıyorum, neye varmak istiyorum bilmiyorum. Maskenin ardında sıkışmış bir lokma oksijenimle telaşlı telaşlı yürüyorum. Her zaman yaptığım gibi mağazaların camlarına bakıp yansımamı izlemiyorum, uçan kuşları, trafik ışığında bekleyen insanları görmüyorum. Kalbim atıyor mu atmıyorum mu anl ...
Hayatın anlamını sorgulayan çok yazı okudum şimdiye kadar. Hepsinden öğrendiğim tek şey vardı, bunun kitaplardan öğrenilecek bir şey olmadığı. Yaşadıkça anlıyorsun kendi adına olanı. Amacın olduğu sürece anlamı var aslında hayatın, elin bir eli tuttuğu sürece... Söyleyecek sözün olduğu kadar anlamı var, sözü dinletecek birini bulduğun sürece... Ney ...
Attım çarşafı üstümden, ayaklarımı yere bastım ama kalkacak gücüm yok. Yorgunum, yorgunuz. Günlerdir ne olacağımı ya da ne olacağımızı düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Hal böyleyken, zaman geçiyor, hayat kaçıyor.. Adım atmaya çalışıyorum, yok. Uzandım tekrar, derin derin nefes aldım. İnsan psikolojisi ne tuhaf, sizi vezir de eder rezil de. Üstel ...
Sokakta bir hareketlilik, motorların biri geliyor biri gidiyor. Ne ara alıştıysak bu hazıra, bir tuşla her şey kapıda. Motor kullananlar zamanla yarışta, sokak başlarında burun buruna geliyorlar, bazen birbirlerine iki büyük laf edip, bazen selamlaşıyorlar, çoğu zaman birbirlerinin derdini anlıyorlar ama. Müşteriye hizmetin sunulmasına son kaç daki ...
İyi ki yazıyoruz. Yazmak insan için gülmek ve ağlamak kadar büyük bir gereksinim. Kağıt en dürüst en samimi olduğumuz yer. İçindeki duyguyu yükle bir karaktere hayat bulsun, ya da yaz anıların bir anda karşına çıkıp seni bulsun, hüzünlenmek bir yana dursun, eski seni hatırlayıp gülümsemek kendine kıyağın olsun. İyi ki yazıyoruz. Yazıyoruz çünkü ...
Bir kere yuttuysan derler, vazgeçemezsin. “Sahne tozu”. Bugünlerde en çok düşündüğüm deyimlerden biri sanırım. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, zor günlerde bazı deyimler ve atasözleri daha çok aklımıza geliyor sanırım, sıkışınca sığınılan dua gibi. Sen gününü gün et, yarını düşünme, sonra “Allah’ım yardım et”, hâlbuki bir atasözümüz ne demiş, “A ...
Telaşla oradan oraya koşturmaktan fırsatımız olmadı “Ben nerede ipin ucunu kaçırdım?” diye sormaya. Ne zaman ki yorgunluktan kalbimiz, aklımız, ruhumuz sinyal vermeye başladı, o zaman bir durup düşünmeye başladık. Değişmeye başlayan büyük şehirlerle “Biz eskiden burada…”lar da çoğalmaya başladı üstelik artık anılarımızın olduğu yerlerde ruhsuz yoll ...
Buharlı pencere, tozlu araba camı ya da kalbin üzerine yazılmış bir isimden ibaretti artık… Her şeyin tadını aldığında, damağında acımsı bir tat kaldı. Dil, diş üzerinde gezinen, kemiği olmayan, söyleneni bir kerede patlatan… Dil, konuşmak için bilmemiz gerekmeyen. Konuşmadık hiç. Giz, izine rastlanmayacak bir suç kalıntısı… İki kişinin bi ...
Oturuyoruz merdivende yan yana, aradan beş dakika bile geçmeden soruyor, “Saat kaç?”. Bir kadın zamanın geçmesini bunca merakla bekliyor, bir süre sonra soru değişiyor, “Zaman nasıl geçecek?”. Zaman önemli mevzu, öğretilmişliklerimizde. “Geçer ZAMANla, bu kadar üzülme!” Gerçekten geçer mi? Yara gibi merhem de kalbe değer mi? Kendimizi kandırmak ...
Denizden bize usul usul esiyor rüzgar, arada ürperiyoruz, ellerimizi cebimize sokup ısındığımız anlar da var, iyot kokusunu mis mis içimize çektiğimiz anlar da... Haldun Taner sahnesinin önündeyiz oyun saatini bekliyoruz. Konservatuvardan gelen müzik seslerine, soprano bir iki ses karışıyor ara ara, ay diyoruz Kadıköy işte arasan her şeyi bulabilec ...
Çoğu kez duymuşsunuzdur çevrenizdekilerden “Anlatsam film olur” sözünü. Bazılarımızın hayatı gerçekten de öyle. Onca filmin konusu nereden, senden benden bizden. Kimi aşk, kimi göç, kimi savaş, kimi mücadele. Yanımızdan her gün kaç hikâye geçiyor farkında mıyız? Yanımızdan geçen çoğu insan, kafamızı kaldırıp tarihini görmediğimiz binalar gibi. Boyu ...
İnsanın kendini keşfi bir ömür. Bembeyaz bir kağıdı doldurmak gibi öğrendiklerimiz, hissettiklerimiz, yaptıklarımız ve keşkelerimiz. Kağıdın silgisi yok dostlar, ne çizdiyseniz artık sizin ama sayfa o kadar büyük ki, daha iyisini güzelini, baktığınızda yüzünüzü gülümsetecek olanı çizmek hala elinizde. Üstelik kalp sizin, akıl sizin, kalem sizin. Hi ...
Kulağımda kulaklık, Göksel Baktagir hocadan, Hatıra Defteri bestesini dinliyorum. Elimde defter yazdıkça bir şeyleri bitiriyor, bir şeylere başlıyor, bir yerin eksiğini kapatıyorum sanki. Yolcu; yetişmesi mümkün zamanlarda vapurun kamburu. Vapur; hem yükü çeken hem deniz havası aldıran, manzarasıyla da kandıran. Vapurdayım. Paslı köşelerin kimlere ...
“Bir liran var mı abla?”. Yolda yürürken kaç kez bu soruyla irkildim, hatırlamıyorum. Var desem bir lira ne seni kurtarır kardeş, ne de beni zorda bırakır. Al sana bir, beş hatta Allah ne verdiyse. “Hayat paylaştıkça güzel!” diye yaşıyoruz madem vermezsek olur mu? Böyle böyle zengin olanların hikâyelerini de biliyoruz, dilenmenin kötü olduğunu öğre ...
Dönemeden mevsim ve dönemeden insanlık kaderi, bu süreç biraz daha böyle gidecek gibi. Önce çırpındık sonra alıştık işte. Nefes darlığı, sürekli saate bakmalar, gün isimlerini karıştırmalar. Gün boyu yatıp sabaha kadar düşüne düşüne ruhu yormalar, arada hoşuna giden dizi bulduysan, konuyu da sevdiysen kendini şanslı saymalar… Zamanı iyi kullananlar ...
Araf’ın çaresizleri Koltuğuma oturdum garip garip şeyler düşünüyorum. Arada gözüm doluyor, arada gülüyorum. Köşenin adını “Hayat Sokakta” koyan ben, iki aydır evden yazıyorum. Kamyon yazıları geliyor gözümün önüne; “Kul planlar, kader güler…” , vallahi halime ben de gülüyorum. Bugün Barcelona’daki 45. günüm, dönmek istesem de şu an dönemiyoru ...
Hayatın sürprizlerle dolu olduğunu bir kez daha anladığım zamanlar... Bu sefer sokaktan değil, Barcelona’dan sadece bir odası ışık alan bir evden yazıyorum. Geleli yedi gün oluyor, geldiğim günün ertesi burada Olağanüstü Hal ilan edildi ve en erken 17 Nisan’a kadar da uçuş yok. Günlerdir hem buranın hem de Türkiye’nin gündemini yakından takip ediyo ...
Süreyya Operası’nın hemen altındaki Canan Sokak’ta yürüyorum. Bir araba bir yere yetişecekmişçesine basıyor kornaya, arabada yüksek müzik var ve baslar sonuna kadar açılmış. Rahatsız oluyorum. Arabanın hemen önünde bir kâğıt toplayıcısı genç, çuvalı o kadar dolu ve ağır ki, hızla ilerleyemiyor o dar sokakta. Sürücü camdan kafasını çıkardı birden “Y ...
Kalabalığın arasına karışmak her zaman çok kolay olmuyor benim için. Güne nasıl başlıyorsak öyle gidiyor, bazen canım sokağa çıkıp herkese koca bir ağızla “Günaydın” diye bağırmak istiyor, bazen de kafamı yerden kaldırasım gelmiyor. İnsanız, hepimizin içi dışına dokunuyor!Bazı insanlar da var ki hayatımızda gün nasıl başlarsa başlasın sizin için, s ...