Kinlik değil kimlik olur bazı hikâyeler

11 Aralık 2020 - 10:13

Buharlı pencere, tozlu araba camı ya da kalbin üzerine yazılmış bir isimden ibaretti artık…

Her şeyin tadını aldığında, damağında acımsı bir tat kaldı. Dil, diş üzerinde gezinen, kemiği olmayan, söyleneni bir kerede patlatan… Dil, konuşmak için bilmemiz gerekmeyen.  Konuşmadık hiç.

Giz, izine rastlanmayacak bir suç kalıntısı…

İki kişinin bildiği sır değildir, aşkta ölüm kalım yoksa suç değildir. Aldım vicdanı kucağıma dertleşiyorum. Vicdan senden yana, senden ötürü, senden ibaret, senden arsız bazen. Kafam ellerimin arasında düşünüyorum. Ben başlattım hikâyeyi sen bitir, dolanıyorum. İç içe girmiş yüzlerce kolye, boğazım düğüm düğüm çözemiyorum. Birini çöz dola boynuma, bazen sadece “an” takılır boğazına. İkiyüzlü insanlar topluluğunun, tek yüze dönmek isteyen yegâne insanlarıydık ve başladık boğulmaya. (Kolye inceldiği yerden, ben kinlendiğim yerden, sen beslendiğin yerden, giderken!)

Benciliz, bencil! Bak dünyada aşktan daha büyük dertler var, insanlar umuda yolculuk denen bir Azrail oyunu oynuyorlar. Bir yandan onların cesetleri kıyıya vururken, bir yandan bu yaz hangi kıyıda güneşlensem diye düşünenler var. Acı var, çocuklarının okuldan eve dönüşünü beklerken evlerine füze giren insanlar var. İşçisi var, emekçisi var. Çöpten karton ve plastik toplayanı var, ne zaman son kez gireceğini bilmeden, her defasında helallik alarak madenine giden var. Oysa biz hala iyi şeyler umuyoruz, benciliz, en iyiyi arıyoruz. Ne zaman görüşsek ne zaman sevişsek diye bekliyoruz. Üstelik utanmıyoruz. Aslında biliyoruz, bugün onları vuran yarın bizi de vuracak. Hayat bu, dönen bir dengeden ibaret, başladığımız yere geri dönüyoruz.  Hayat bu, kime ne yaşattıysak, aynısını yaşamadan da pek ölmüyoruz. 

Green Cardamom

Dürüst ol! Aldatmanın aşktan daha fazla heyecanı var. Dürüst ol! Acı merhametten daha zevkli. Dürüst ol! Öç aldığında sen bile kendini tanıyamıyorsun. Dürüst ol! İyilik çoğu zaman sıkıcıdır. Dürüst Ol!

Kendini bazen hiçe saydın, bazen unuttun ve düşündüklerini aklının bir köşesinde… Tuttun! Aklını dağıtmak için hikâye ararken kendini unuttun! Her son bir başlangıca sebepti, onları buldun. Serkan ile Sercan.

Uyandım ve oturdum yatağa. Bugünün dünden farklı geçmesini beklemeden.

Çocukluğumdan bu yana biriktirdiğim oyuncaklar takıldı gözüme gardırobun üstünde. Belli bir yaştan sonra anı diye biriktirdiğiniz, toz yükü oluyor. Aklıma Çocuk Esirgeme Kurumu geldi, bir arkadaşımın evinin hemen yakınında da var bir tane. Kalktım yataktan, yüzüme bir iki su çarptım, doldurdum oyuncakları  poşete. Ve yuvadayım. Çocukların başlarında duran Songül adında bir öğretmen karşıladı beni. Dünyada gördüğüm en güler yüzlü, en sakin insan. Öyle her istediğinizde elinizi kolunuzu sallayarak giremiyorsunuz tabi yuvaya, anlattım durumu o da sağ olsun izin verdi bana. İşte o gün bir hikâye bitti, diğeri başladı. Bir dokunuşunuza bir güler yüzünüze hasret o kadar yavru varken, bir adama onca sevgi vermek artık pek mantıksızdı. Onlardan ikisi var ki size anlatmasam olmazdı. Serkan ile Sercan kardeşler.

Yuvaya bırakılalı 1 buçuk yıl olmasına rağmen hala şartlara alışamamışlardı. Benim bu hikâyeyi yaşamama sebep onlardı. İlk gittiğim gün bir an bile ayrılmadılar yanımdan. Saat beş olup da gitme vakti gelince, elime bir mektup tutuşturdular. Bu arada benim içim paramparça olmuş, ilk kez böyle bir ortam deneyimlemenin biraz şoku biraz da isyanıyla dünya kadar ağlamak için bir an önce eve gitmek istiyorum. Bindim otobüse apar topar, açtım mektubu. Ön sayfada bir ev, evin önünde bir kız, iki yanında da çocuklar var. Bir de sayfanın en altında bir kadın var, ellerinde poşet, onlara bakıyor. Songül öğretmen herhalde diye düşündüm. Sayfanın arkasını çevirdiğimde şöyle yazmışlardı. ‘’Meltem abla sen de diğer gönüllü ablalar gibi gitme tamam mı? Seni çok çok çok çok çok…seviyoruz.’’ Ben oysaki oyuncakları bırakmak için, bir günlüğüne gitmiştim.

Aşk ne bencil duygu senin sevgine ihtiyacı olan onca canlı varken sen kalk onu sadece birine ver. Üstelik sen sevilmeyi beklerken, sadece 5 saatini geçirdiğin iki yavru seni çok çok çok çok çok sevebilsin. Böylece gönüllü ablalık yapmaya başladım, her hafta gidip birkaç saatimi geçiriyordum onlarla. Bir gün annelerine denk geldim. Ailelerine dair bir bilgim yoktu, öğrenmek de istemiyordum. Konuşmadım kadınla. İçimde hep, bu güzelim çocuklar nasıl buraya bırakılır duygusu vardı, birkaç defa daha karşılaştık sonra. Bir gün dedi ki; Meltem Hanım sizinle bir şey konuşmak istiyorum, tabi dedim. Çıktık yuvadan, bana çok kötü bakıyorsunuz dedi, nedenini anlıyorum ama şartlar… Hep şu var aklımda tabi, iki evladın var, sen anasın, ne yaparsan yap yanlarında ol. Dedi ki; “Bak daha çocuğun yok, anlayamazsın bazı şeyleri, bunların babaları bizi terk etti, çok borç bıraktı bana, çocukları alıp İstanbul’a kaçmak zorunda kaldım, felek etti ne ettiyse. İki oğlum var benim, okuma yazma bilmem, aklım ermez cinliğe. Aksaray’da çalışıyorum. Şimdi sorarım sana bu iki evladı ben nereye bırakırım da çalışırım.’’  Kadını içten içe yargılarken, Türkiye’de kadın olduğunu unutmuşum ben, utandım, çok hem de. Önyargımdan utandım. O günden sonra daha farklı oldu her şey. O bana evlat sevgisini emanet etti, ben içimdeki bencil sevgiyi çitiledim, temizledim. Ve o gün anladım, resimde ellerinde poşetlerle bize uzaktan bakan kadının kim olduğunu.

Her gün yeni gün, yeni koşturma. Önyargını, içindekini dönüştürmeyi, gerektiğinde kalıp gerektiğinde gitmeyi öğreniyorsun zamanla. Seni buncasına teşvik eden aşk yıllar sonra çıkıyor karşına sen yine içindekini tutmaya büyük bir kararla devam ediyorsun hayata. Bu hikâyeyi var eden o resme, o güzel çocuklara, o haklı anaya, o hiç yaşanmayacak olana selamla! Geçiyorken uğradıklarıma...

Yazarın Diğer Yazıları

Temizliğe nereden başlasak?

Kadıköy , parkı , bahçesi diğer semtlere göre çok olan bir yer. İstanbul’daki diğer yerleri düşündüğünüzde kendinizi biraz daha şanslı hissedebilirsiniz. Son birkaç yılda diğer semtlerden aldığı göç de bir gerçek. Bununla birlikte açılan alternatif dükkanlar yeni neslin ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılıyor. Ancak bir de hafta sonları ya da havanın g ...

Dil varmazsa el yazar

Yolda yürüyorum, adımlarım telaşlı, nereye gidiyorum, neyden kaçıyorum, neye varmak istiyorum bilmiyorum. Maskenin ardında sıkışmış bir lokma oksijenimle telaşlı telaşlı yürüyorum. Her zaman yaptığım gibi mağazaların camlarına bakıp yansımamı izlemiyorum, uçan kuşları, trafik ışığında bekleyen insanları görmüyorum. Kalbim atıyor mu atmıyorum mu anl ...

Haline Şükret Dostum!

Hayatın anlamını sorgulayan çok yazı okudum şimdiye kadar. Hepsinden öğrendiğim tek şey vardı, bunun kitaplardan öğrenilecek bir şey olmadığı. Yaşadıkça anlıyorsun kendi adına olanı. Amacın olduğu sürece anlamı var aslında hayatın, elin bir eli tuttuğu sürece... Söyleyecek sözün olduğu kadar anlamı var, sözü dinletecek birini bulduğun sürece... Ney ...

Değişmiyor bazı şeyler

Attım çarşafı üstümden, ayaklarımı yere bastım ama kalkacak gücüm yok. Yorgunum, yorgunuz. Günlerdir ne olacağımı ya da ne olacağımızı düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Hal böyleyken, zaman geçiyor, hayat kaçıyor.. Adım atmaya çalışıyorum, yok. Uzandım tekrar, derin derin nefes aldım. İnsan psikolojisi ne tuhaf, sizi vezir de eder rezil de. Üstel ...

Zamanlı zamansız

Sokakta bir hareketlilik, motorların biri geliyor biri gidiyor. Ne ara alıştıysak bu hazıra, bir tuşla her şey kapıda. Motor kullananlar zamanla yarışta, sokak başlarında burun buruna geliyorlar, bazen birbirlerine iki büyük laf edip, bazen selamlaşıyorlar, çoğu zaman birbirlerinin derdini anlıyorlar ama. Müşteriye hizmetin sunulmasına son kaç daki ...

Birinin ruhuna birinin ömrüne gelsin

İyi ki yazıyoruz. Yazmak insan için gülmek ve ağlamak kadar büyük bir gereksinim. Kağıt en dürüst en samimi olduğumuz yer. İçindeki duyguyu yükle bir karaktere hayat bulsun, ya da yaz anıların bir anda karşına çıkıp seni bulsun, hüzünlenmek bir yana dursun, eski seni hatırlayıp gülümsemek kendine kıyağın olsun. İyi ki yazıyoruz. Yazıyoruz çünkü ...

Pul eyleme yol eyle beni

Yolda yürürken dükkân camında beliren siluetimi selamladım. Camın yarısı ben. Pandemi sağolsun götürdükleri ayrı dert, getirdikleri ayrı. Kaygımız, kilomuz bol artık. Arada yan yana geldiğimiz arkadaşlarımızla konuştuklarımız sınırlı. Herkes bir yol arıyor sanki. Kendini daha rahat ve mutlu hissedeceği... Kimi yeni hobilere, kimi yogaya, pilatese, ...

O tozu yutmayacaktık

Bir kere yuttuysan derler, vazgeçemezsin. “Sahne tozu”. Bugünlerde en çok düşündüğüm deyimlerden biri sanırım. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, zor günlerde bazı deyimler ve atasözleri daha çok aklımıza geliyor sanırım, sıkışınca sığınılan dua gibi. Sen gününü gün et, yarını düşünme, sonra “Allah’ım yardım et”, hâlbuki bir atasözümüz ne demiş, “A ...

Bir sayfaya sığar mı?

Telaşla oradan oraya koşturmaktan fırsatımız olmadı “Ben nerede ipin ucunu kaçırdım?” diye sormaya. Ne zaman ki yorgunluktan kalbimiz, aklımız, ruhumuz sinyal vermeye başladı, o zaman bir durup düşünmeye başladık. Değişmeye başlayan büyük şehirlerle “Biz eskiden burada…”lar da çoğalmaya başladı üstelik artık anılarımızın olduğu yerlerde ruhsuz yoll ...

Saat kaç?

Oturuyoruz merdivende yan yana, aradan beş dakika bile geçmeden soruyor, “Saat kaç?”. Bir kadın zamanın geçmesini bunca merakla bekliyor, bir süre sonra soru değişiyor, “Zaman nasıl geçecek?”. Zaman önemli mevzu, öğretilmişliklerimizde. “Geçer ZAMANla, bu kadar üzülme!” Gerçekten geçer mi? Yara gibi merhem de kalbe değer mi? Kendimizi kandırmak ...

Kaçmasın tadı alkışımızın...

Denizden bize usul usul esiyor rüzgar, arada ürperiyoruz, ellerimizi cebimize sokup ısındığımız anlar da var, iyot kokusunu mis mis içimize çektiğimiz anlar da... Haldun Taner sahnesinin önündeyiz oyun saatini bekliyoruz. Konservatuvardan gelen müzik seslerine, soprano bir iki ses karışıyor ara ara, ay diyoruz Kadıköy işte arasan her şeyi bulabilec ...

Aç tok, var yok… Dünya zamanları

Çoğu kez duymuşsunuzdur çevrenizdekilerden “Anlatsam film olur” sözünü. Bazılarımızın hayatı gerçekten de öyle. Onca filmin konusu nereden, senden benden bizden. Kimi aşk, kimi göç, kimi savaş, kimi mücadele. Yanımızdan her gün kaç hikâye geçiyor farkında mıyız? Yanımızdan geçen çoğu insan, kafamızı kaldırıp tarihini görmediğimiz binalar gibi. Boyu ...

Kâğıdın kalan kısmına...

İnsanın kendini keşfi bir ömür. Bembeyaz bir kağıdı doldurmak gibi öğrendiklerimiz, hissettiklerimiz, yaptıklarımız ve keşkelerimiz. Kağıdın silgisi yok dostlar, ne çizdiyseniz artık sizin ama sayfa o kadar büyük ki, daha iyisini güzelini, baktığınızda yüzünüzü gülümsetecek olanı çizmek hala elinizde. Üstelik kalp sizin, akıl sizin, kalem sizin. Hi ...

Bir gün yine giderken…

Kulağımda kulaklık, Göksel Baktagir hocadan, Hatıra Defteri bestesini dinliyorum. Elimde defter yazdıkça bir şeyleri bitiriyor, bir şeylere başlıyor, bir yerin eksiğini kapatıyorum sanki. Yolcu; yetişmesi mümkün zamanlarda vapurun kamburu. Vapur; hem yükü çeken hem deniz havası aldıran, manzarasıyla da kandıran. Vapurdayım. Paslı köşelerin kimlere ...

En çok neyi dilendik?

“Bir liran var mı abla?”. Yolda yürürken kaç kez bu soruyla irkildim, hatırlamıyorum. Var desem bir lira ne seni kurtarır kardeş, ne de beni zorda bırakır. Al sana bir, beş hatta Allah ne verdiyse. “Hayat paylaştıkça güzel!” diye yaşıyoruz madem vermezsek olur mu? Böyle böyle zengin olanların hikâyelerini de biliyoruz, dilenmenin kötü olduğunu öğre ...

Bir iç meselesi

Dönemeden mevsim ve dönemeden insanlık kaderi, bu süreç biraz daha böyle gidecek gibi. Önce çırpındık sonra alıştık işte. Nefes darlığı, sürekli saate bakmalar, gün isimlerini karıştırmalar. Gün boyu yatıp sabaha kadar düşüne düşüne ruhu yormalar, arada hoşuna giden dizi bulduysan, konuyu da sevdiysen kendini şanslı saymalar… Zamanı iyi kullananlar ...

HAYAT SOKAKTA

Araf’ın çaresizleri Koltuğuma oturdum garip garip şeyler düşünüyorum. Arada gözüm doluyor, arada gülüyorum. Köşenin adını “Hayat Sokakta” koyan ben, iki aydır evden yazıyorum. Kamyon yazıları geliyor gözümün önüne; “Kul planlar, kader güler…” , vallahi halime ben de gülüyorum. Bugün Barcelona’daki 45. günüm, dönmek istesem de şu an dönemiyoru ...

HAYAT SOKAKTA / Biz kapattık dükkânı, sokaklar kime emanet?

Hayatın sürprizlerle dolu olduğunu bir kez daha anladığım zamanlar... Bu sefer sokaktan değil, Barcelona’dan sadece bir odası ışık alan bir evden yazıyorum. Geleli yedi gün oluyor, geldiğim günün ertesi burada Olağanüstü Hal ilan edildi ve en erken 17 Nisan’a kadar da uçuş yok. Günlerdir hem buranın hem de Türkiye’nin gündemini yakından takip ediyo ...

HAYAT SOKAKTA / Çöpün utangaç efendileri - 2

Süreyya Operası’nın hemen altındaki Canan Sokak’ta yürüyorum. Bir araba bir yere yetişecekmişçesine basıyor kornaya, arabada yüksek müzik var ve baslar sonuna kadar açılmış. Rahatsız oluyorum. Arabanın hemen önünde bir kâğıt toplayıcısı genç, çuvalı o kadar dolu ve ağır ki, hızla ilerleyemiyor o dar sokakta. Sürücü camdan kafasını çıkardı birden “Y ...

HAYAT SOKAKTA / Senden Benden Ayşe’den -1

Kalabalığın arasına karışmak her zaman çok kolay olmuyor benim için. Güne nasıl başlıyorsak öyle gidiyor, bazen canım sokağa çıkıp herkese koca bir ağızla “Günaydın” diye bağırmak istiyor, bazen de kafamı yerden kaldırasım gelmiyor. İnsanız, hepimizin içi dışına dokunuyor!Bazı insanlar da var ki hayatımızda gün nasıl başlarsa başlasın sizin için, s ...

ARŞİV