Hayatın anlamını sorgulayan çok yazı okudum şimdiye kadar. Hepsinden öğrendiğim tek şey vardı, bunun kitaplardan öğrenilecek bir şey olmadığı. Yaşadıkça anlıyorsun kendi adına olanı. Amacın olduğu sürece anlamı var aslında hayatın, elin bir eli tuttuğu sürece... Söyleyecek sözün olduğu kadar anlamı var, sözü dinletecek birini bulduğun sürece... Neye adarsan ada, ister evlada, ister aşka, istersen inanca, varlığını eyleme dönüştürdüğün kadar anlamı var. O zaman sen değilsen kim, şimdi değilse ne zaman?
Her ne kadar yoğunluktan ve yorgunluktan şikâyet ettiğim zamanlar olsa da, şükretmeyi unutmuyorum. Çalışmadan kazanamıyorsun, kazanmadan da ihtiyacı olana ulaşamıyorsun istediğin gibi. Tabi kazandığını sadece kendine harcayacak kadar bencil değilsen. Ne almanın sonu var, ne istemenin, ne sahip olmanın. Durum bu olunca “paylaşmak” benim için hayatın anlamı oldu. Sadece içtiğin suyun dibini bırak, bir çiçeğe dökersin değil tabi, dinlediğini, anladığını, ağladığını da paylaşacaksın.
Tek çocuktum ben. Garip bir yalnızlığım vardı hep. Herkesi gereğinden fazla severdim ve sahip olduğum her şeyin tuhaf anlamları vardı bende. İlk kaplumbağam mesela, altı yıl baktım. Öldüğü gün annemin yeni aldığı cüzdanı çalıp içinde gömdüm onu. Çünkü o değerliydi galiba. Çok pahalıymış ama, gerçek deriymiş ayol, olacak o kadar. Sonra birkaç terlik fırlatmadı değil annem tabi, kadın da haklı. Bir kaplumbağam bir de kedim Münir. Hayvan dersiniz bir de, hayatımda kimsenin öğretmediği şeyleri onlardan öğrendim. Münir’i hala yazamam, içim taşar, duramam…
Desen: Hakkı Tarkan FENERCİOĞLU
Siz bir şeye niyet edin, ayağınız o yola götürüyor. En azından ben öyle inanıyorum. Hep derim ki, imkânım olduğu sürece ihtiyacı olan çıksın karşıma. Aylardan Kasım, yer Tarlabaşı. Ramazan abi çıktı karşıma.
Ramazan Abi, yıllar önce Adıyaman’dan gelmiş İstanbul’a. Tek derdi televizyon okumakmış, öyle diyor. Televizyon dediği elektrik. Geldikten sonra dört ay kursa gitmiş, sertifika da almış. “Almışım ha kızım kağıdı, kağıt önemlidir (sertifika ya da diploma kağıt dediği) çünkü kızım insanlar sever etiketi. Laf söyletmem ha!” Babası çobanmış, fakirlermiş ama mutlularmış. Çocukluğundan beri hayvanlar varmış hayatında. Kızım diyor, ben koyunlarla köpeklerle uyurdum, onların koynunda büyümüşüm, şimdi biri gelip diyor “Köpek hanede beslenmez, günahtır”, de hade ordan… Ramazan Abi Tarlabaşı’nın en eskilerinden, ilk yirmi yıl Tarlabaşı geniş yokuşta oturmuş, ilginç bir hikâyesi var, hepsini anlatmak bir köşe yazısı için epey uzun olabilir. Birini çok sevmiş, klasik hikâye başkasına vermişler , ama o vazgeçmemiş yıllarca onu beklemiş. Kadının çocukları terk edince ve kadın alzheimer olunca sahip çıkmış ona. “O bana emanettir, aklı yoktur, kaç kere kayboldu, polis getirdi.” Egzama olmuş bu, (egzama dediği alzheimer) bakarım ona ama dokunmam kızım ha, Allah şahit” diyor. İster inanın ister inanmayın, ben çok inandım Ramazan Abi’ye. Küçücük dükkanında 21 kedi, 2 sokak köpeği, 1 kaz ve bir de yıllar sonra kavuştuğu ilk aşkıyla kalıyordu. Geçen yıl kaybetti onu. Matild Manukyan’a ait olan küçücük bir oda. Televizyon tamirinden günlük 20 lira ya kazanıyor ya kazanmıyor. Plazmalar çıktıktan sonra batmış işleri. Dükkân dediğimiz o küçücük odada ne banyo var, ne mutfak. Bir tüp, 3 tencere, 2 yorgan. Kazandığıyla ekmek ve ciğer alıyor. Ona da pekmez ve yoğurt yetermiş. Çayı da demleyip üç öğün yermiş. Duş ve tuvalet ihtiyacı için Hayyam Camii’ne gidiyorlar. Gidip görmenizi, hatta giderken bir poşet mama ya da yiyecek bir şeyler götürmenizi öyle isterim ki. Ben sohbete gittiğimde Suriyeli bir çocuk geldi, adı Ahmet, öğrenciymiş, Türkçesi yok, parası oldukça onlara meyve alırmış, o gün de ayva getirdi. Son olarak Ramazan Abi dedim, insanlara ne söylemek istersin? Dedi; “Kızım hayat anlıktır, yarına çıkacağımız belli değil, kötülük yapmasınlar ha, sevsinler yaratılan her şeyi. Çok kafama takıyorum kızım bugün bana bir şey olsa bu canlar ne yapar? Ama kızım hayat da bir yere kadar. Elime ne geçerse onlara da yediriyorum, rızık verdikçe artar. Herkes elinden geleni yapsın ha, bunların bebekten ne farkı var?”
Yolunuz düşerse, Tarlabaşı’nda, ışıklara gelmeden sağda, Peşkirci Sokak’ta yaşıyorlar. Hiçbir şey olmasa da uğrayıp hal hatır sorun, mutlu oluyorlar. Her gün farklı şeylerden şikâyet eden biz, böyle hikâyeleri gözle görünce, çoğu zaman bize de şükür sebebi oluyorlar. Adı Ramazan Keleş. Birbirimize ihtiyacımız olduğunu unutmadığımız günlere… Sevgiyle
Kadıköy , parkı , bahçesi diğer semtlere göre çok olan bir yer. İstanbul’daki diğer yerleri düşündüğünüzde kendinizi biraz daha şanslı hissedebilirsiniz. Son birkaç yılda diğer semtlerden aldığı göç de bir gerçek. Bununla birlikte açılan alternatif dükkanlar yeni neslin ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılıyor. Ancak bir de hafta sonları ya da havanın g ...
Yolda yürüyorum, adımlarım telaşlı, nereye gidiyorum, neyden kaçıyorum, neye varmak istiyorum bilmiyorum. Maskenin ardında sıkışmış bir lokma oksijenimle telaşlı telaşlı yürüyorum. Her zaman yaptığım gibi mağazaların camlarına bakıp yansımamı izlemiyorum, uçan kuşları, trafik ışığında bekleyen insanları görmüyorum. Kalbim atıyor mu atmıyorum mu anl ...
Attım çarşafı üstümden, ayaklarımı yere bastım ama kalkacak gücüm yok. Yorgunum, yorgunuz. Günlerdir ne olacağımı ya da ne olacağımızı düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Hal böyleyken, zaman geçiyor, hayat kaçıyor.. Adım atmaya çalışıyorum, yok. Uzandım tekrar, derin derin nefes aldım. İnsan psikolojisi ne tuhaf, sizi vezir de eder rezil de. Üstel ...
Sokakta bir hareketlilik, motorların biri geliyor biri gidiyor. Ne ara alıştıysak bu hazıra, bir tuşla her şey kapıda. Motor kullananlar zamanla yarışta, sokak başlarında burun buruna geliyorlar, bazen birbirlerine iki büyük laf edip, bazen selamlaşıyorlar, çoğu zaman birbirlerinin derdini anlıyorlar ama. Müşteriye hizmetin sunulmasına son kaç daki ...
İyi ki yazıyoruz. Yazmak insan için gülmek ve ağlamak kadar büyük bir gereksinim. Kağıt en dürüst en samimi olduğumuz yer. İçindeki duyguyu yükle bir karaktere hayat bulsun, ya da yaz anıların bir anda karşına çıkıp seni bulsun, hüzünlenmek bir yana dursun, eski seni hatırlayıp gülümsemek kendine kıyağın olsun. İyi ki yazıyoruz. Yazıyoruz çünkü ...
Yolda yürürken dükkân camında beliren siluetimi selamladım. Camın yarısı ben. Pandemi sağolsun götürdükleri ayrı dert, getirdikleri ayrı. Kaygımız, kilomuz bol artık. Arada yan yana geldiğimiz arkadaşlarımızla konuştuklarımız sınırlı. Herkes bir yol arıyor sanki. Kendini daha rahat ve mutlu hissedeceği... Kimi yeni hobilere, kimi yogaya, pilatese, ...
Bir kere yuttuysan derler, vazgeçemezsin. “Sahne tozu”. Bugünlerde en çok düşündüğüm deyimlerden biri sanırım. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, zor günlerde bazı deyimler ve atasözleri daha çok aklımıza geliyor sanırım, sıkışınca sığınılan dua gibi. Sen gününü gün et, yarını düşünme, sonra “Allah’ım yardım et”, hâlbuki bir atasözümüz ne demiş, “A ...
Telaşla oradan oraya koşturmaktan fırsatımız olmadı “Ben nerede ipin ucunu kaçırdım?” diye sormaya. Ne zaman ki yorgunluktan kalbimiz, aklımız, ruhumuz sinyal vermeye başladı, o zaman bir durup düşünmeye başladık. Değişmeye başlayan büyük şehirlerle “Biz eskiden burada…”lar da çoğalmaya başladı üstelik artık anılarımızın olduğu yerlerde ruhsuz yoll ...
Buharlı pencere, tozlu araba camı ya da kalbin üzerine yazılmış bir isimden ibaretti artık… Her şeyin tadını aldığında, damağında acımsı bir tat kaldı. Dil, diş üzerinde gezinen, kemiği olmayan, söyleneni bir kerede patlatan… Dil, konuşmak için bilmemiz gerekmeyen. Konuşmadık hiç. Giz, izine rastlanmayacak bir suç kalıntısı… İki kişinin bi ...
Oturuyoruz merdivende yan yana, aradan beş dakika bile geçmeden soruyor, “Saat kaç?”. Bir kadın zamanın geçmesini bunca merakla bekliyor, bir süre sonra soru değişiyor, “Zaman nasıl geçecek?”. Zaman önemli mevzu, öğretilmişliklerimizde. “Geçer ZAMANla, bu kadar üzülme!” Gerçekten geçer mi? Yara gibi merhem de kalbe değer mi? Kendimizi kandırmak ...
Denizden bize usul usul esiyor rüzgar, arada ürperiyoruz, ellerimizi cebimize sokup ısındığımız anlar da var, iyot kokusunu mis mis içimize çektiğimiz anlar da... Haldun Taner sahnesinin önündeyiz oyun saatini bekliyoruz. Konservatuvardan gelen müzik seslerine, soprano bir iki ses karışıyor ara ara, ay diyoruz Kadıköy işte arasan her şeyi bulabilec ...
Çoğu kez duymuşsunuzdur çevrenizdekilerden “Anlatsam film olur” sözünü. Bazılarımızın hayatı gerçekten de öyle. Onca filmin konusu nereden, senden benden bizden. Kimi aşk, kimi göç, kimi savaş, kimi mücadele. Yanımızdan her gün kaç hikâye geçiyor farkında mıyız? Yanımızdan geçen çoğu insan, kafamızı kaldırıp tarihini görmediğimiz binalar gibi. Boyu ...
İnsanın kendini keşfi bir ömür. Bembeyaz bir kağıdı doldurmak gibi öğrendiklerimiz, hissettiklerimiz, yaptıklarımız ve keşkelerimiz. Kağıdın silgisi yok dostlar, ne çizdiyseniz artık sizin ama sayfa o kadar büyük ki, daha iyisini güzelini, baktığınızda yüzünüzü gülümsetecek olanı çizmek hala elinizde. Üstelik kalp sizin, akıl sizin, kalem sizin. Hi ...
Kulağımda kulaklık, Göksel Baktagir hocadan, Hatıra Defteri bestesini dinliyorum. Elimde defter yazdıkça bir şeyleri bitiriyor, bir şeylere başlıyor, bir yerin eksiğini kapatıyorum sanki. Yolcu; yetişmesi mümkün zamanlarda vapurun kamburu. Vapur; hem yükü çeken hem deniz havası aldıran, manzarasıyla da kandıran. Vapurdayım. Paslı köşelerin kimlere ...
“Bir liran var mı abla?”. Yolda yürürken kaç kez bu soruyla irkildim, hatırlamıyorum. Var desem bir lira ne seni kurtarır kardeş, ne de beni zorda bırakır. Al sana bir, beş hatta Allah ne verdiyse. “Hayat paylaştıkça güzel!” diye yaşıyoruz madem vermezsek olur mu? Böyle böyle zengin olanların hikâyelerini de biliyoruz, dilenmenin kötü olduğunu öğre ...
Dönemeden mevsim ve dönemeden insanlık kaderi, bu süreç biraz daha böyle gidecek gibi. Önce çırpındık sonra alıştık işte. Nefes darlığı, sürekli saate bakmalar, gün isimlerini karıştırmalar. Gün boyu yatıp sabaha kadar düşüne düşüne ruhu yormalar, arada hoşuna giden dizi bulduysan, konuyu da sevdiysen kendini şanslı saymalar… Zamanı iyi kullananlar ...
Araf’ın çaresizleri Koltuğuma oturdum garip garip şeyler düşünüyorum. Arada gözüm doluyor, arada gülüyorum. Köşenin adını “Hayat Sokakta” koyan ben, iki aydır evden yazıyorum. Kamyon yazıları geliyor gözümün önüne; “Kul planlar, kader güler…” , vallahi halime ben de gülüyorum. Bugün Barcelona’daki 45. günüm, dönmek istesem de şu an dönemiyoru ...
Hayatın sürprizlerle dolu olduğunu bir kez daha anladığım zamanlar... Bu sefer sokaktan değil, Barcelona’dan sadece bir odası ışık alan bir evden yazıyorum. Geleli yedi gün oluyor, geldiğim günün ertesi burada Olağanüstü Hal ilan edildi ve en erken 17 Nisan’a kadar da uçuş yok. Günlerdir hem buranın hem de Türkiye’nin gündemini yakından takip ediyo ...
Süreyya Operası’nın hemen altındaki Canan Sokak’ta yürüyorum. Bir araba bir yere yetişecekmişçesine basıyor kornaya, arabada yüksek müzik var ve baslar sonuna kadar açılmış. Rahatsız oluyorum. Arabanın hemen önünde bir kâğıt toplayıcısı genç, çuvalı o kadar dolu ve ağır ki, hızla ilerleyemiyor o dar sokakta. Sürücü camdan kafasını çıkardı birden “Y ...
Kalabalığın arasına karışmak her zaman çok kolay olmuyor benim için. Güne nasıl başlıyorsak öyle gidiyor, bazen canım sokağa çıkıp herkese koca bir ağızla “Günaydın” diye bağırmak istiyor, bazen de kafamı yerden kaldırasım gelmiyor. İnsanız, hepimizin içi dışına dokunuyor!Bazı insanlar da var ki hayatımızda gün nasıl başlarsa başlasın sizin için, s ...