Süreyya Operası’nın hemen altındaki Canan Sokak’ta yürüyorum. Bir araba bir yere yetişecekmişçesine basıyor kornaya, arabada yüksek müzik var ve baslar sonuna kadar açılmış. Rahatsız oluyorum. Arabanın hemen önünde bir kâğıt toplayıcısı genç, çuvalı o kadar dolu ve ağır ki, hızla ilerleyemiyor o dar sokakta. Sürücü camdan kafasını çıkardı birden “Yürü be yürü” diye bağırdı. Çocuğun çaresizliğine mi üzüleyim, halden anlamaz o adamdan dolayı insanlığımdan mı utanayım bilemedim. Onlar, çöplerin efendileri. Görmediğimiz, duymadığımız, belki pis görünümlerinden bile rahatsız olduğumuz, ekmeğini çıkarmaya çalışan emektarlar. Biz çöpümüzü atmak için, çöp kutusuna yaklaşmayı bile istemezken, onlar o çöpün içinden günlerini kurtarmaya çalışanlar. Günlük 50-60 lira için. O da işleri iyi giderse…
Fatih ve Fikirtepe’deki yerlerine gitmiştim bir süre önce, onlarla ilgili bir belgesel çekmeyi düşünüyordum. Aslında uzun zamandır toplumda “öteki” gözüyle görülen herkes için yapmak istiyordum bunu yaklaşık yirmi bölümlük bir belgesel serisi. O zaman tanıştım birkaçıyla, çoğu konuşmaktan çok hoşlanmıyor çünkü utanıyorlar. Diğerlerine göre yaşı büyük ve uzun süredir bu işi yapan bir abiyle sohbet ettim ben de. Çoğunlukla gece çıkıyorlar, bundan dolayı sokağın tekinsiz saatleri onlar için hayatın yeni başladığı saatler. Herkes kendine bir rota çizmiş. O rotada 9-10 tur atıyorlar geceleri. İçlerinde gaspa uğrayan, dövülen, sigara vermedi diye tartaklananlar var. Mehmet Abi diyor ki , “Ben 50 yaşındayım kızım ama baksan 70 dersin belki, bu iş insanı hayattan da kendinden de soğutur, ama Urfa’da benden ekmek bekleyenler var, bu yaştan sonra iş veren de olmaz, her gün 50 tl kazansam, ayda eder 1500 tl, Allah bereket versin.” Yaptıkları iş öyle zor ki, çöp yani ötesi var mı, çöpü ayrıştıran bir bilinç de yok biz de, plastik, organik atık, ya da bir cam kırığı hepsi aynı çöpün içinde. Zaten artık yaralanmayı bırak, ölüm bile gelmiyor akıllarına. O kadar vazgeçmiş çoğu her şeyden. Yeşil kartı olanlar var, ama yine de bir güvence değil onlar için. Çoğu yaşlanınca ne yaparız kaygısında. Son dönemde ülkemizin aldığı göçle işleri biraz karışmış, ekmek daha çok parçaya bölündü diyor Mehmet Abi, Suriye’den ve Afganistan’dan gelen birçok kişi bu işi yapıyormuş. Risk diyor Mehmet Abi, o gün kime ne düşerse. Mehmet Abi gibi düşünmeyenler de varmış ama yenilerden bazılarını tehdit ediyorlarmış, o sokak benim sokağım, o bölge benim bölgem diye. Ekmek kavgası kolay değil, hele de aslanın ağzında değil midesindeyse.
Zoruna gidiyor onların çoğu şey, toplumun onları hor gördüğünden bahsediyorlar sürekli. O utanan, konuşmak istemeyen genç çocuklar bile, Mehmet Abi konuştukça kafalarıyla onu onaylıyorlar sanki. Bazı annelerin çocuklarına, bak seni şuna veririm diye çocuğu tehdit edip onları küçümsemesi, herhangi bir kafenin önündeki kartonları almak için soru sorduklarında terslenmeleri, yanlarından geçtikleri insanların onlara tiksinir gözle bakması, bunlar onların en ağrına giden şeyler. Biz de insanız diyorlar, hırsız değiliz arsız değiliz, ekmek paramız için çöpten atık topluyoruz. Yaptıkları şeyin, geri dönüşüme katkısı tartışılmaz, fazladan ağaç kesimini engellemeleri bile çok büyük katkı, bunca yeşil düşmanı varken günümüzde tek bir ağaç bile kardır diye bakıyorum ama gelin görün ki değer görmelerini de geçtim, aşağılanmaktan yorulmuşlar. Çoğu akraba, kardeş ya da amca, dayıoğluyla gelmişler. İşsizlik büyük şehirlere göç edip, bu işi yapmalarının başlıca sebebi, ama hepsinin hikâyesi farklı farklı tabi, başlık parası biriktirmek için bile gelen var. Gülüşüyoruz, abla diyor, kız zaten şu halimi görse gönlü de geçer benden.
Çoğunun evi yok, topladıklarını yığdıkları depolarda yaşıyorlar, bir odada 6-7 kişi kalıyorlar, aynı tencereye aynı ekmeği banıyorlar. Sonra demli bir çayla yorgunluklarını atmaya çalışıyorlar, yanında bazı geceler çekirdek de varsa değmeyin keyiflerine. Depolar yaşanacak yer değil tabi, değişik böcekler, sinekler ve büyük büyük farelerle baş etmeye çalışıyorlar. Yaşam koşullarına dair daha çok şeyden bahsettik de, hepsine yer vermek istemedim. Sanki daha çoğunu yazsam yine utanacaklar olabilir içlerinde gibi hissediyorum.
İnsanız biz, aynı oksijeni paylaşan, aynı yerden gelmiş, aynı yere gidecek canlılarız. Doğduğumuz toprakla, doyduğumuz toprak aynı olmuyor çoğu zaman. Sonra başlıyor karmaşa, kültürler çatışıyor, alışkanlıklar… Ama ne zaman insana sadece “insan” gözüyle bakıyoruz o zaman düğüm çözülüyor. Bugün ya da en geç yarın rastlayacağız onlardan birine, bir selamı çok görmemek, bir kolay gelmesini dilemekle başlayabiliriz güne. Bir insana göstereceğimiz güler yüz aydınlatır onun da gününü, bizim de… Hiç mi merak etmedik sokağımızda her gün rastladığımız bu insanları, çoğunun kulaklığında çalan şarkıyı? Hiç mi düşünmedik karda kışta, bu yokuşta sırtında onca yükü yükleyen bu adamları? Ben ettim, siz de edin. Dünya bizim gibi olmayanlarla dost olduğumuzda daha güzel. He bu arada kulaklıklarında en çok üç isim duyabilirmişsiniz, Azer Bülbül, Müslüm Gürses, son zamanlarda da Türkçe-Kürtçe rap yapanlar. Rızkını çöpte arayan, bir lokma ekmeğe şükredip, daha iyi bir hayatın hayalini kurmayı bile kendinde hak göremeyen çöpün efendilerine gelsin bu yazı! Görecek daha güzel günlerinize bereket!
Kadıköy , parkı , bahçesi diğer semtlere göre çok olan bir yer. İstanbul’daki diğer yerleri düşündüğünüzde kendinizi biraz daha şanslı hissedebilirsiniz. Son birkaç yılda diğer semtlerden aldığı göç de bir gerçek. Bununla birlikte açılan alternatif dükkanlar yeni neslin ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılıyor. Ancak bir de hafta sonları ya da havanın g ...
Yolda yürüyorum, adımlarım telaşlı, nereye gidiyorum, neyden kaçıyorum, neye varmak istiyorum bilmiyorum. Maskenin ardında sıkışmış bir lokma oksijenimle telaşlı telaşlı yürüyorum. Her zaman yaptığım gibi mağazaların camlarına bakıp yansımamı izlemiyorum, uçan kuşları, trafik ışığında bekleyen insanları görmüyorum. Kalbim atıyor mu atmıyorum mu anl ...
Hayatın anlamını sorgulayan çok yazı okudum şimdiye kadar. Hepsinden öğrendiğim tek şey vardı, bunun kitaplardan öğrenilecek bir şey olmadığı. Yaşadıkça anlıyorsun kendi adına olanı. Amacın olduğu sürece anlamı var aslında hayatın, elin bir eli tuttuğu sürece... Söyleyecek sözün olduğu kadar anlamı var, sözü dinletecek birini bulduğun sürece... Ney ...
Attım çarşafı üstümden, ayaklarımı yere bastım ama kalkacak gücüm yok. Yorgunum, yorgunuz. Günlerdir ne olacağımı ya da ne olacağımızı düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Hal böyleyken, zaman geçiyor, hayat kaçıyor.. Adım atmaya çalışıyorum, yok. Uzandım tekrar, derin derin nefes aldım. İnsan psikolojisi ne tuhaf, sizi vezir de eder rezil de. Üstel ...
Sokakta bir hareketlilik, motorların biri geliyor biri gidiyor. Ne ara alıştıysak bu hazıra, bir tuşla her şey kapıda. Motor kullananlar zamanla yarışta, sokak başlarında burun buruna geliyorlar, bazen birbirlerine iki büyük laf edip, bazen selamlaşıyorlar, çoğu zaman birbirlerinin derdini anlıyorlar ama. Müşteriye hizmetin sunulmasına son kaç daki ...
İyi ki yazıyoruz. Yazmak insan için gülmek ve ağlamak kadar büyük bir gereksinim. Kağıt en dürüst en samimi olduğumuz yer. İçindeki duyguyu yükle bir karaktere hayat bulsun, ya da yaz anıların bir anda karşına çıkıp seni bulsun, hüzünlenmek bir yana dursun, eski seni hatırlayıp gülümsemek kendine kıyağın olsun. İyi ki yazıyoruz. Yazıyoruz çünkü ...
Yolda yürürken dükkân camında beliren siluetimi selamladım. Camın yarısı ben. Pandemi sağolsun götürdükleri ayrı dert, getirdikleri ayrı. Kaygımız, kilomuz bol artık. Arada yan yana geldiğimiz arkadaşlarımızla konuştuklarımız sınırlı. Herkes bir yol arıyor sanki. Kendini daha rahat ve mutlu hissedeceği... Kimi yeni hobilere, kimi yogaya, pilatese, ...
Bir kere yuttuysan derler, vazgeçemezsin. “Sahne tozu”. Bugünlerde en çok düşündüğüm deyimlerden biri sanırım. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, zor günlerde bazı deyimler ve atasözleri daha çok aklımıza geliyor sanırım, sıkışınca sığınılan dua gibi. Sen gününü gün et, yarını düşünme, sonra “Allah’ım yardım et”, hâlbuki bir atasözümüz ne demiş, “A ...
Telaşla oradan oraya koşturmaktan fırsatımız olmadı “Ben nerede ipin ucunu kaçırdım?” diye sormaya. Ne zaman ki yorgunluktan kalbimiz, aklımız, ruhumuz sinyal vermeye başladı, o zaman bir durup düşünmeye başladık. Değişmeye başlayan büyük şehirlerle “Biz eskiden burada…”lar da çoğalmaya başladı üstelik artık anılarımızın olduğu yerlerde ruhsuz yoll ...
Buharlı pencere, tozlu araba camı ya da kalbin üzerine yazılmış bir isimden ibaretti artık… Her şeyin tadını aldığında, damağında acımsı bir tat kaldı. Dil, diş üzerinde gezinen, kemiği olmayan, söyleneni bir kerede patlatan… Dil, konuşmak için bilmemiz gerekmeyen. Konuşmadık hiç. Giz, izine rastlanmayacak bir suç kalıntısı… İki kişinin bi ...
Oturuyoruz merdivende yan yana, aradan beş dakika bile geçmeden soruyor, “Saat kaç?”. Bir kadın zamanın geçmesini bunca merakla bekliyor, bir süre sonra soru değişiyor, “Zaman nasıl geçecek?”. Zaman önemli mevzu, öğretilmişliklerimizde. “Geçer ZAMANla, bu kadar üzülme!” Gerçekten geçer mi? Yara gibi merhem de kalbe değer mi? Kendimizi kandırmak ...
Denizden bize usul usul esiyor rüzgar, arada ürperiyoruz, ellerimizi cebimize sokup ısındığımız anlar da var, iyot kokusunu mis mis içimize çektiğimiz anlar da... Haldun Taner sahnesinin önündeyiz oyun saatini bekliyoruz. Konservatuvardan gelen müzik seslerine, soprano bir iki ses karışıyor ara ara, ay diyoruz Kadıköy işte arasan her şeyi bulabilec ...
Çoğu kez duymuşsunuzdur çevrenizdekilerden “Anlatsam film olur” sözünü. Bazılarımızın hayatı gerçekten de öyle. Onca filmin konusu nereden, senden benden bizden. Kimi aşk, kimi göç, kimi savaş, kimi mücadele. Yanımızdan her gün kaç hikâye geçiyor farkında mıyız? Yanımızdan geçen çoğu insan, kafamızı kaldırıp tarihini görmediğimiz binalar gibi. Boyu ...
İnsanın kendini keşfi bir ömür. Bembeyaz bir kağıdı doldurmak gibi öğrendiklerimiz, hissettiklerimiz, yaptıklarımız ve keşkelerimiz. Kağıdın silgisi yok dostlar, ne çizdiyseniz artık sizin ama sayfa o kadar büyük ki, daha iyisini güzelini, baktığınızda yüzünüzü gülümsetecek olanı çizmek hala elinizde. Üstelik kalp sizin, akıl sizin, kalem sizin. Hi ...
Kulağımda kulaklık, Göksel Baktagir hocadan, Hatıra Defteri bestesini dinliyorum. Elimde defter yazdıkça bir şeyleri bitiriyor, bir şeylere başlıyor, bir yerin eksiğini kapatıyorum sanki. Yolcu; yetişmesi mümkün zamanlarda vapurun kamburu. Vapur; hem yükü çeken hem deniz havası aldıran, manzarasıyla da kandıran. Vapurdayım. Paslı köşelerin kimlere ...
“Bir liran var mı abla?”. Yolda yürürken kaç kez bu soruyla irkildim, hatırlamıyorum. Var desem bir lira ne seni kurtarır kardeş, ne de beni zorda bırakır. Al sana bir, beş hatta Allah ne verdiyse. “Hayat paylaştıkça güzel!” diye yaşıyoruz madem vermezsek olur mu? Böyle böyle zengin olanların hikâyelerini de biliyoruz, dilenmenin kötü olduğunu öğre ...
Dönemeden mevsim ve dönemeden insanlık kaderi, bu süreç biraz daha böyle gidecek gibi. Önce çırpındık sonra alıştık işte. Nefes darlığı, sürekli saate bakmalar, gün isimlerini karıştırmalar. Gün boyu yatıp sabaha kadar düşüne düşüne ruhu yormalar, arada hoşuna giden dizi bulduysan, konuyu da sevdiysen kendini şanslı saymalar… Zamanı iyi kullananlar ...
Araf’ın çaresizleri Koltuğuma oturdum garip garip şeyler düşünüyorum. Arada gözüm doluyor, arada gülüyorum. Köşenin adını “Hayat Sokakta” koyan ben, iki aydır evden yazıyorum. Kamyon yazıları geliyor gözümün önüne; “Kul planlar, kader güler…” , vallahi halime ben de gülüyorum. Bugün Barcelona’daki 45. günüm, dönmek istesem de şu an dönemiyoru ...
Hayatın sürprizlerle dolu olduğunu bir kez daha anladığım zamanlar... Bu sefer sokaktan değil, Barcelona’dan sadece bir odası ışık alan bir evden yazıyorum. Geleli yedi gün oluyor, geldiğim günün ertesi burada Olağanüstü Hal ilan edildi ve en erken 17 Nisan’a kadar da uçuş yok. Günlerdir hem buranın hem de Türkiye’nin gündemini yakından takip ediyo ...
Kalabalığın arasına karışmak her zaman çok kolay olmuyor benim için. Güne nasıl başlıyorsak öyle gidiyor, bazen canım sokağa çıkıp herkese koca bir ağızla “Günaydın” diye bağırmak istiyor, bazen de kafamı yerden kaldırasım gelmiyor. İnsanız, hepimizin içi dışına dokunuyor!Bazı insanlar da var ki hayatımızda gün nasıl başlarsa başlasın sizin için, s ...