Yolda yürüyorum, adımlarım telaşlı, nereye gidiyorum, neyden kaçıyorum, neye varmak istiyorum bilmiyorum. Maskenin ardında sıkışmış bir lokma oksijenimle telaşlı telaşlı yürüyorum. Her zaman yaptığım gibi mağazaların camlarına bakıp yansımamı izlemiyorum, uçan kuşları, trafik ışığında bekleyen insanları görmüyorum. Kalbim atıyor mu atmıyorum mu anlamıyorum. Sanki bir alüminyum folyo kalbim, biri öyle şıkmış ki elinde, top gibi kalmış yerinde. Var bir acı hissediyorum ama nasıl tarif ederim bilmiyorum. Bir kelime, bir soru dilimin ucunda, tekrarlıyorum. “Yeter”, “Biz nasıl bir çağa denk geldik?” soruyorum, görüyorum ki kimse bilmiyor, susuyorum. İyi olmamızı istemiyorlar, sadece bunu biliyorum. Her zamanın bir fendi bir de onu yeneni var, hatırlıyorum.
Her şeyi çok çabuk unuttuğumuz bir çağın, gündemi her gün yeni bir felaketle sarsılan ülkesi olduk. Öyle üzgünüm ki, size tarif edemiyorum. Kanadı alev alan kuştan, hızının kurbanı kaplumbağaya kadar, düşündükçe sıkışıyorum… Artık çoğu yok ve ben bu hayatın bir adaleti olduğuna inanmak istiyorum. Bunca zenginliğe sahip ülkemin, olanaklarını hiçe saymışsınız beyler. Bu ülkede okuyan, çalışan, düzenli vergi ödeyen bir vatandaş olarak, sorularımızı soruyorum ama cevap alamıyorum. Bir açıklama yapılıyor, aynı açıklamanın tem tersi aynı kişi tarafından iki gün sonra tekrar gündemde! Bizimle oyun mu oynuyorsunuz? Yandık günlerce, yanıyoruz hala… Ve siz eksikliğinizi telafi etmeyi düşünmeden, yardım çağrısı yapanları, gurur kırmakla suçluyorsunuz. İşini yapmamak, görevini yerine getirmemek, bunca yeşili olan ülkeme önlem almamak ve üstüne iban numarası yollamak gururunuzu kırmıyor da bu çağrı mı kırıyor. Biz çaresiz kaldık! Biz, ağaca odun, canlıya kilo başı diye bakmıyoruz. Yandık, yakıldık. Çaresiz kaldık!
Bizi ayrıştırmaya, ayırmaya, sınıflandırmaya gücü yetmesin bir şeyin, tek dileğim. Ne zaman biz çaresiz kaldık, yine birbirimizi sardık. Pandemiyi ağır atlattık hala da her şey yoluna girmiş değil, buna rağmen sardık, sarıldık. Beş kazanırken, üçe inen rızkıyla yangın bölgelerine, hayvan derneklerine bağış yapan insanlar gördüm. Gece gündüz çalışıp oradan bir tane can kurtarmak için savaşan insanlar… Çok dönen bir video vardı belki denk gelmişsinizdir, yangından kaçmaya çalışan bir tavşanı son anda kucaklayan bir vatandaş. Hepinizin kalbinden öperim. Biz kendi söküğünü diken, kendi başını kendi dizinde dindiren bir milletiz, böyle çok perişan etmeseniz bizi, biz çok daha iyi yerlere geliriz, bu ülkeyi getiririz. Ama ne kötü bitiyor ne kötülük.
Hal böyleyken, bir kez daha sil baştan düşünüyorum, ne yapabileceğimizi. Öyle çok ulaşılması gereken insan var ki, bazısı bilmiyor bazısı bilmek istemiyor. Alıyor atıyor çöpünü yere, son nefesini çekip izmaritini atıyor denize, şimdi bu adama nereden anlatmaya başlayacaksın, düşünüyorum. Umutsuzluğa kapılmak istemesem de cevabını hemen veremediğim sorular yoruyor beni. Nasıl olsa biri temizler değil mi? Gezmeye gittiğiniz tatil yerlerine bakın, yol kenarlarında, piknik alanlarında ve daha birçok yerde, plastik atıklar, bebek bezleri, kadın pedlerine kadar… Hadi doğa bilincin, gelecek kaygın, temizlik vicdanın yok, diğerlerine de edep yahu… Son on gündür şunu düşünüyorum, biz çocuklarımıza ne bırakacağız? Borç, kel topraklar ve biraz da çevre kirliliği… Yapmayın, hele anne babalar bırakın kendi pisliğinizi, karşınızda biri yere bir şey atsa uyarın artık. Unutmayın o sizden, bizden, yarından çalıyor!
Bir tarafta resmin tamamı, bir tarafta bir parçası ve yeniden toplamaya çalıştığımız sahnelerimizi de unutmuyorum. Yeniden inşa etmek zorunda kaldığında binayı, fazlaca kat çıkamadığımız kesin. Ve biz her olumsuz durumda en baştan başlamak zorunda kalanlarız. Eğer bir kurumda değilsen, televizyonda bir işin yoksa ya da bir birikmişin, sanat pek hayalperest bir yerde kalıyor canım ülkemde. Konservatuvar yıllarımda annem hep derdi ki, “Sanat karın doyurmaz.” , ideallerime saygı duymadığı için kızdığım annemin uyarısını şimdi ben kendi öğrencilerime yapıyorum. Yarınını göremediği bir şeye kendini adar mı insan? Çok âşıksa, adar. Ama aşk biter ve kuru soğanla da şiirle şarkıyla da doyulmaz. Kadıköy Belediyesi’nin her yıl düzenlediği festival biraz su serpecek içimize bu ay. Bunca kırgınlık ardından hemen toparlanmamız zor, alkışa, seyirciyle buluşmaya ihtiyacımız var artık, kimse de empati yapabilen bir kalpten, hemen bilmem kaç beygir gücünde bir performans beklemesin yaşadıklarımızı unutmak için. Zamanla, yavaş yavaş. Yarayı sara, aklı ruhu sağalta sağalta…
Dünya hali deyip geçmek kolaymış, bazen üstesinden gelemediğimiz de normalleştiririz kabullenmek için, ya aklımız ya ruhumuz? Mesela ben, aromaterapiye verdim kendimi, ota, çiçeğe… Bu aynı bir şeye inanma ihtiyacı gibi, eğer yatıştıran bir şey kullanmıyorsanız, kokularda arayabilirsiniz çareyi. Sabah kalk, adaçayı yak, evdeki ağır enerji dağılsın, gül ve yasemin yatıştırır, portakal ve bergamot enerji verir, yok efendim başım ağrıyor halsizim okaliptüs, böyle böyle gider listem. Kiminin elinin tersi, kiminin avucunun tam ortasına denk geliyor. Dönem dönem size ne iyi gelecek bilmiyorsanız en azından denemeniz fena olmayabilir.
Uzun zamandır uzaklardaydım yine, kaçmak ya da gitmek çözüm değil, her seferinde tekrar anlıyorum. Senin yurdun, suyunu içtiğin, türküsüne ağladığın, esprisine güldüğün yer. Ne sosyal medyaya bakmamak çözüm, ne de bu konuları konuşmamak. Kalp nerede atıyorsa, orası yurdun. Yine bunları düşünüp içerlerken, gözüme bir kumru ilişti yolda. Yanından geçen insanların gölgesinden korkan, nereye gideceğini bilmediğinden, kendini son anda arabalardan kurtarmış bir yavru. Hani dersin ki Avrupa, daha duyarlıdırlar insanlar, buradakilerin çoğu maalesef çok bencil ve sadece kendi sahip olduğundan sorumlu, daha fazlasını da istemiyor belli ki. Yoksa 150 gr kuş, ne sorumluluk verebilir sana. Neyse, dayanamadım aldım, bir bebek var şu an evde, her anımı paylaşıyor. Ve ben “an” paylaştıkça ondan kopacağım günün stresine giriyorum. Kimin yeri neresiyse orada olmalı. Özgür kanatlar doğaya, özgür ruhlar ordan oraya… Başkacası olanın dengesini bozar. Hayatta her karşılaşmanın vardır sebebi. Benim ona, onun bana ihtiyacı vardı belli ki. Bunca kötülüğün ardında, sığınacak bir kalp bulmanın buruk huzuruyla… Size iyi gelen ne varsa sahip çıkın, mutluluk bazen tütsülenen bir adaçayında bazen bir kuşun kanadında… Sevgi kılık değiştirirse, merhamette buluşalım. Hepimize tekrar geçmiş olsun…
Kadıköy , parkı , bahçesi diğer semtlere göre çok olan bir yer. İstanbul’daki diğer yerleri düşündüğünüzde kendinizi biraz daha şanslı hissedebilirsiniz. Son birkaç yılda diğer semtlerden aldığı göç de bir gerçek. Bununla birlikte açılan alternatif dükkanlar yeni neslin ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılıyor. Ancak bir de hafta sonları ya da havanın g ...
Hayatın anlamını sorgulayan çok yazı okudum şimdiye kadar. Hepsinden öğrendiğim tek şey vardı, bunun kitaplardan öğrenilecek bir şey olmadığı. Yaşadıkça anlıyorsun kendi adına olanı. Amacın olduğu sürece anlamı var aslında hayatın, elin bir eli tuttuğu sürece... Söyleyecek sözün olduğu kadar anlamı var, sözü dinletecek birini bulduğun sürece... Ney ...
Attım çarşafı üstümden, ayaklarımı yere bastım ama kalkacak gücüm yok. Yorgunum, yorgunuz. Günlerdir ne olacağımı ya da ne olacağımızı düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Hal böyleyken, zaman geçiyor, hayat kaçıyor.. Adım atmaya çalışıyorum, yok. Uzandım tekrar, derin derin nefes aldım. İnsan psikolojisi ne tuhaf, sizi vezir de eder rezil de. Üstel ...
Sokakta bir hareketlilik, motorların biri geliyor biri gidiyor. Ne ara alıştıysak bu hazıra, bir tuşla her şey kapıda. Motor kullananlar zamanla yarışta, sokak başlarında burun buruna geliyorlar, bazen birbirlerine iki büyük laf edip, bazen selamlaşıyorlar, çoğu zaman birbirlerinin derdini anlıyorlar ama. Müşteriye hizmetin sunulmasına son kaç daki ...
İyi ki yazıyoruz. Yazmak insan için gülmek ve ağlamak kadar büyük bir gereksinim. Kağıt en dürüst en samimi olduğumuz yer. İçindeki duyguyu yükle bir karaktere hayat bulsun, ya da yaz anıların bir anda karşına çıkıp seni bulsun, hüzünlenmek bir yana dursun, eski seni hatırlayıp gülümsemek kendine kıyağın olsun. İyi ki yazıyoruz. Yazıyoruz çünkü ...
Yolda yürürken dükkân camında beliren siluetimi selamladım. Camın yarısı ben. Pandemi sağolsun götürdükleri ayrı dert, getirdikleri ayrı. Kaygımız, kilomuz bol artık. Arada yan yana geldiğimiz arkadaşlarımızla konuştuklarımız sınırlı. Herkes bir yol arıyor sanki. Kendini daha rahat ve mutlu hissedeceği... Kimi yeni hobilere, kimi yogaya, pilatese, ...
Bir kere yuttuysan derler, vazgeçemezsin. “Sahne tozu”. Bugünlerde en çok düşündüğüm deyimlerden biri sanırım. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, zor günlerde bazı deyimler ve atasözleri daha çok aklımıza geliyor sanırım, sıkışınca sığınılan dua gibi. Sen gününü gün et, yarını düşünme, sonra “Allah’ım yardım et”, hâlbuki bir atasözümüz ne demiş, “A ...
Telaşla oradan oraya koşturmaktan fırsatımız olmadı “Ben nerede ipin ucunu kaçırdım?” diye sormaya. Ne zaman ki yorgunluktan kalbimiz, aklımız, ruhumuz sinyal vermeye başladı, o zaman bir durup düşünmeye başladık. Değişmeye başlayan büyük şehirlerle “Biz eskiden burada…”lar da çoğalmaya başladı üstelik artık anılarımızın olduğu yerlerde ruhsuz yoll ...
Buharlı pencere, tozlu araba camı ya da kalbin üzerine yazılmış bir isimden ibaretti artık… Her şeyin tadını aldığında, damağında acımsı bir tat kaldı. Dil, diş üzerinde gezinen, kemiği olmayan, söyleneni bir kerede patlatan… Dil, konuşmak için bilmemiz gerekmeyen. Konuşmadık hiç. Giz, izine rastlanmayacak bir suç kalıntısı… İki kişinin bi ...
Oturuyoruz merdivende yan yana, aradan beş dakika bile geçmeden soruyor, “Saat kaç?”. Bir kadın zamanın geçmesini bunca merakla bekliyor, bir süre sonra soru değişiyor, “Zaman nasıl geçecek?”. Zaman önemli mevzu, öğretilmişliklerimizde. “Geçer ZAMANla, bu kadar üzülme!” Gerçekten geçer mi? Yara gibi merhem de kalbe değer mi? Kendimizi kandırmak ...
Denizden bize usul usul esiyor rüzgar, arada ürperiyoruz, ellerimizi cebimize sokup ısındığımız anlar da var, iyot kokusunu mis mis içimize çektiğimiz anlar da... Haldun Taner sahnesinin önündeyiz oyun saatini bekliyoruz. Konservatuvardan gelen müzik seslerine, soprano bir iki ses karışıyor ara ara, ay diyoruz Kadıköy işte arasan her şeyi bulabilec ...
Çoğu kez duymuşsunuzdur çevrenizdekilerden “Anlatsam film olur” sözünü. Bazılarımızın hayatı gerçekten de öyle. Onca filmin konusu nereden, senden benden bizden. Kimi aşk, kimi göç, kimi savaş, kimi mücadele. Yanımızdan her gün kaç hikâye geçiyor farkında mıyız? Yanımızdan geçen çoğu insan, kafamızı kaldırıp tarihini görmediğimiz binalar gibi. Boyu ...
İnsanın kendini keşfi bir ömür. Bembeyaz bir kağıdı doldurmak gibi öğrendiklerimiz, hissettiklerimiz, yaptıklarımız ve keşkelerimiz. Kağıdın silgisi yok dostlar, ne çizdiyseniz artık sizin ama sayfa o kadar büyük ki, daha iyisini güzelini, baktığınızda yüzünüzü gülümsetecek olanı çizmek hala elinizde. Üstelik kalp sizin, akıl sizin, kalem sizin. Hi ...
Kulağımda kulaklık, Göksel Baktagir hocadan, Hatıra Defteri bestesini dinliyorum. Elimde defter yazdıkça bir şeyleri bitiriyor, bir şeylere başlıyor, bir yerin eksiğini kapatıyorum sanki. Yolcu; yetişmesi mümkün zamanlarda vapurun kamburu. Vapur; hem yükü çeken hem deniz havası aldıran, manzarasıyla da kandıran. Vapurdayım. Paslı köşelerin kimlere ...
“Bir liran var mı abla?”. Yolda yürürken kaç kez bu soruyla irkildim, hatırlamıyorum. Var desem bir lira ne seni kurtarır kardeş, ne de beni zorda bırakır. Al sana bir, beş hatta Allah ne verdiyse. “Hayat paylaştıkça güzel!” diye yaşıyoruz madem vermezsek olur mu? Böyle böyle zengin olanların hikâyelerini de biliyoruz, dilenmenin kötü olduğunu öğre ...
Dönemeden mevsim ve dönemeden insanlık kaderi, bu süreç biraz daha böyle gidecek gibi. Önce çırpındık sonra alıştık işte. Nefes darlığı, sürekli saate bakmalar, gün isimlerini karıştırmalar. Gün boyu yatıp sabaha kadar düşüne düşüne ruhu yormalar, arada hoşuna giden dizi bulduysan, konuyu da sevdiysen kendini şanslı saymalar… Zamanı iyi kullananlar ...
Araf’ın çaresizleri Koltuğuma oturdum garip garip şeyler düşünüyorum. Arada gözüm doluyor, arada gülüyorum. Köşenin adını “Hayat Sokakta” koyan ben, iki aydır evden yazıyorum. Kamyon yazıları geliyor gözümün önüne; “Kul planlar, kader güler…” , vallahi halime ben de gülüyorum. Bugün Barcelona’daki 45. günüm, dönmek istesem de şu an dönemiyoru ...
Hayatın sürprizlerle dolu olduğunu bir kez daha anladığım zamanlar... Bu sefer sokaktan değil, Barcelona’dan sadece bir odası ışık alan bir evden yazıyorum. Geleli yedi gün oluyor, geldiğim günün ertesi burada Olağanüstü Hal ilan edildi ve en erken 17 Nisan’a kadar da uçuş yok. Günlerdir hem buranın hem de Türkiye’nin gündemini yakından takip ediyo ...
Süreyya Operası’nın hemen altındaki Canan Sokak’ta yürüyorum. Bir araba bir yere yetişecekmişçesine basıyor kornaya, arabada yüksek müzik var ve baslar sonuna kadar açılmış. Rahatsız oluyorum. Arabanın hemen önünde bir kâğıt toplayıcısı genç, çuvalı o kadar dolu ve ağır ki, hızla ilerleyemiyor o dar sokakta. Sürücü camdan kafasını çıkardı birden “Y ...
Kalabalığın arasına karışmak her zaman çok kolay olmuyor benim için. Güne nasıl başlıyorsak öyle gidiyor, bazen canım sokağa çıkıp herkese koca bir ağızla “Günaydın” diye bağırmak istiyor, bazen de kafamı yerden kaldırasım gelmiyor. İnsanız, hepimizin içi dışına dokunuyor!Bazı insanlar da var ki hayatımızda gün nasıl başlarsa başlasın sizin için, s ...