Bir iç meselesi

14 Mayıs 2020 - 15:54

Dönemeden mevsim ve dönemeden insanlık kaderi, bu süreç biraz daha böyle gidecek gibi. Önce çırpındık sonra alıştık işte. Nefes darlığı, sürekli saate bakmalar, gün isimlerini karıştırmalar. Gün boyu yatıp sabaha kadar düşüne düşüne ruhu yormalar, arada hoşuna giden dizi bulduysan, konuyu da sevdiysen kendini şanslı saymalar… Zamanı iyi kullananlar, boşa harcayanlar, bu süreci hayra, bu süreci şere yoranlar… Bizden gidenler, bugünden yarına kalanlar. Kendimizin bilmediği yanlarıyla yüzleştik mi artık?

Hayatın nasıl bir dönemine denk geldik biz, eminim tek ben sormuyorum bu soruyu. İnsan istiyor ki, yaşlandığında torunlarına güzel hikayeler anlatsın, hatta kazanılmış zaferleri abartsın, cesaretlendirsin, onu hayata hazırlarsın. Şimdi ben düşünüyorum, yaşım otuz beş, görüp gördüğüm ne bir icadımız, ne de ileriye dönük umut veren tek bir olayımız var. Deprem gördüm, darbe girişimi gördüm, virüs gördüm, ülkemin kıyılarında başka ülke, başka hayat hayali kuran mültecilerin dramını gördüm. Gördüm, gördük. Biz hayatın nasıl bir dönemine denk geldik, sorup sorup duruyorum. İçinizi kararttıysam özrü borç bilirim, içimi döktüm susuyorum. 

Tam iki ay oldu buraya geleli, dönemedim dönemiyorum. Dönsem de karantinadan korkuyorum. Ben de zamana bıraktım kendimi oyalıyorum. En çok annemi ve kedim Osman’ı özledim. Karşılıksız sevgi ne mucize bir şey, onlardan ayrı kaldığım her geçen gün daha iyi anlıyorum. Bu yaşta bile sırtında atlet, ayağında çorap var mı diye gezen anacığım bir yanda, mutsuzluğumu hissedip yanımdan asla ayrılmayan Osman bir yanda. Analar ve hayvanlar insana çok şey öğretiyor. Evinde iki, bahçesinde on kedisi olan biri olarak burada hayvanlardan uzak olmak pek dokundu bana, market önlerine bağlanan köpeklerden birini kaçırmadım ya, şükür deyip gülüyorum kendi kendime. Neyse ki, bir şeyi çok istersen olur, doğruymuş, balkonuma bir martı dadandı. Suyu salamı duruyor aynı yerde her gün uğruyor rızkını yiyor gidiyor. Bir şeyle hemen bağ kuranlardanım ben, şimdi de ben dönünce ne yapacak diye düşünüyor, çareler arıyorum. 

Uzun zamandır görüşmediğim arkadaşlarımla konuşuyorum, bazen araya ne kadar zaman girerse girsin kaldığınız yerden devam edebildiğiniz insanlar vardır. Dertleşiyorum, dinliyorum, sır biriktiriyorum. Genelde kaygı ile başlayan konumuz, çok iç açıcı bitmese de, onlara güç vermeye çalışıyorum, onlardan güç alıyorum. Buradaki bir arkadaşım babasını kaybetti geçen ay, düşünsenize evlatsınız, son göreviniz ama uçak yok gidemiyorsunuz. Bizde adettir, başımıza gelmeyince anlamayız çoğu zaman, anlamaya çalışıyorum duygularını ama anlamıyorum. Markete girmek için uzun kuyruklar bekliyorum. Birikmiş paramı harcıyorum, en ucuz olanı tercih ediyorum. Ben tek başımayım hadi idare ediyorum, kalabalık aileler ne yapıyor diye düşünüyorum. Gerekli olan şeyleri alıp kasada toplamı öğrenirken, yaklaşık sekizle çarpıyorum. Gün geçtikçe değersizleşen liramızı da düşünüyorum. Kaldığım sokaktaki küçük esnaflar sabahın erken saatlerinde kapı önlerine kamyon dayayıp boşaltıyorlar ekmek kapılarını, sonra ilanları görüyorum, ya kiralık ya satılık. Bundan sonra ne yapacak bu insanlar, bir de onları düşünüyorum. Gece oluyor yorgun zihnim, adaçayım, lavanta yağım, balkon kapısını açıp biraz üşüyorum. Üşümek diri tutarmış insanı. Dirile dirile hal oluyorum.

Asla yapamam dediğim şeylere alışıyorum. Online eğitime inanmayan ben, zamanı boşa harcamamak için online eğitimlere katılıyorum, ön yargımı anlayıp, fena da değilmiş diyorum. Giyinme, kuşanma derdin yok, altında pijaman elinde çayın, istediğin zaman bir düğmeyle başlatıp bitirebileceğin eğitim programların, güzel, buna da alışıyorum. Sonra sokakta hayatını kazananları düşünüyorum, işportacıları, kağıt toplayanları, kapı kapı gezip piyango satan abileri ve çiçekçi ablaları… İnsan biraz fazla duyarlıysa kendi cennetinde de bir cehennem yaratabiliyor. Kendimi, kendimle baş başa kaldığım her an daha iyi tanıyorum. Evde bir sen bir de aynadaki, kaçsan kaçamazsın, sussan susamazsın. Sete her gittiğimde Kadıköy sahilde, kendi ördüğü lifleri ve patikleri satan teyze geliyor aklıma, zaten yaşlı ne yaptı ne etti diye, sokakta müzik yapan müzisyenler geliyor sonra, akmasa da damlıyordu belki de. Yani bunun gibi birçok şey. Daha önceki yazılarımda kedileri, köpekleri, kuşları emanet etmiştim sizlere, şimdi de onları emanet ediyorum. 

Orada her şey normale dönüyor, takip ettiğim haberlere göre AVM’ler bile açılıyor. Ağzında durması gereken maskeyi yağmurda kafasına çeken, sıkılınca rahatça çenesine indirip yoluna devam eden insanlar arasında kendinizi koruyun tek dileğim herkes için. Biz ne dersek diyelim, düzeni devam ettirmenin bir yolu hep bulundu. Her zaman bir galip bir de mağlup oldu. Faturası kabartılan vatandaş, bazen tükettiğinden çok vergi ödeyen vatandaş, olağanüstü durumda vergiler nerede diye sormaya dili varmayan vatandaş. Bir korku devridir bir tüketim, yıllar geçince dilinde “keşke”si bol vatandaş. Bunlar bu devrin mahsülü gel vatandaş! Gel…

Yazımın sonlarına gelirken, içimi döktüğümü farkettim sizlere. Emeği, değeri, çalışıp didinmeyi biliyorsan böyle dönemlerde kaygın daha çok oluyor sonrası için. Hele bir de sorumlulukların varsa. Oyuncuyum ben oynamayı bilirim, güldürmeyi, ağlatmayı, anlatmayı bilirim. En mutsuz anımda kolumdan birinin tutup da, yüzümüzü bir sizler güldürüyorsunuz demesiyle, içimden defalarca şükretmeyi bilirim. Bir oyuncu için bedeni her şeydir, sesi, duruşu, tavrı. İnsanın yükü omzuna binermiş, kambur durmamayı öğrenmesini de bilirim. Şimdi olağanüstü bir anda önce mesleğimin etkileneceğini de biliyorum. Kapalı salonlar tehlike haliyle, tiyatroların kapısı kilitli. Küçük topluluklar nasıl ayakta kalacağını düşünüyor kara kara, hatta bazıları çoktan vazgeçti bu sevdadan. Şimdi bir şey daha biliyorum. Zora gerdiğin göğsünle gurur duy, her zaman sanat yapmaya çalışanın “işi olduğu” sürece tok bizim memlekette. Sanat dediğimiz şeyin de ne olduğunu bir kez daha düşünelim isterim naçizane. “Yapma evladım aç kalırsın”lara göğüs gerip, dört sene okulda dirsek çürütüp kendini her gün geliştirmeyi görev bilmişler mi, üç beş kafiyeli şarkıyı bastırdığı parasıyla alıp altına birkaç dıpdısss koyup gündem olanlar mı? Bu da ayrı konu ya sayfalarca yazsan yazarsın hani. Hepinizi yine buralardan selamlarken, bir sonraki yazıya kadar hoşçakalın dostlar. Sağlıkla kalın. 

Not: Yazarımız Meltem Yılmazkaya, korona salgını öncesi gittiği Barselona’da bulunmaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları

Temizliğe nereden başlasak?

Kadıköy , parkı , bahçesi diğer semtlere göre çok olan bir yer. İstanbul’daki diğer yerleri düşündüğünüzde kendinizi biraz daha şanslı hissedebilirsiniz. Son birkaç yılda diğer semtlerden aldığı göç de bir gerçek. Bununla birlikte açılan alternatif dükkanlar yeni neslin ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılıyor. Ancak bir de hafta sonları ya da havanın g ...

Dil varmazsa el yazar

Yolda yürüyorum, adımlarım telaşlı, nereye gidiyorum, neyden kaçıyorum, neye varmak istiyorum bilmiyorum. Maskenin ardında sıkışmış bir lokma oksijenimle telaşlı telaşlı yürüyorum. Her zaman yaptığım gibi mağazaların camlarına bakıp yansımamı izlemiyorum, uçan kuşları, trafik ışığında bekleyen insanları görmüyorum. Kalbim atıyor mu atmıyorum mu anl ...

Haline Şükret Dostum!

Hayatın anlamını sorgulayan çok yazı okudum şimdiye kadar. Hepsinden öğrendiğim tek şey vardı, bunun kitaplardan öğrenilecek bir şey olmadığı. Yaşadıkça anlıyorsun kendi adına olanı. Amacın olduğu sürece anlamı var aslında hayatın, elin bir eli tuttuğu sürece... Söyleyecek sözün olduğu kadar anlamı var, sözü dinletecek birini bulduğun sürece... Ney ...

Değişmiyor bazı şeyler

Attım çarşafı üstümden, ayaklarımı yere bastım ama kalkacak gücüm yok. Yorgunum, yorgunuz. Günlerdir ne olacağımı ya da ne olacağımızı düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Hal böyleyken, zaman geçiyor, hayat kaçıyor.. Adım atmaya çalışıyorum, yok. Uzandım tekrar, derin derin nefes aldım. İnsan psikolojisi ne tuhaf, sizi vezir de eder rezil de. Üstel ...

Zamanlı zamansız

Sokakta bir hareketlilik, motorların biri geliyor biri gidiyor. Ne ara alıştıysak bu hazıra, bir tuşla her şey kapıda. Motor kullananlar zamanla yarışta, sokak başlarında burun buruna geliyorlar, bazen birbirlerine iki büyük laf edip, bazen selamlaşıyorlar, çoğu zaman birbirlerinin derdini anlıyorlar ama. Müşteriye hizmetin sunulmasına son kaç daki ...

Birinin ruhuna birinin ömrüne gelsin

İyi ki yazıyoruz. Yazmak insan için gülmek ve ağlamak kadar büyük bir gereksinim. Kağıt en dürüst en samimi olduğumuz yer. İçindeki duyguyu yükle bir karaktere hayat bulsun, ya da yaz anıların bir anda karşına çıkıp seni bulsun, hüzünlenmek bir yana dursun, eski seni hatırlayıp gülümsemek kendine kıyağın olsun. İyi ki yazıyoruz. Yazıyoruz çünkü ...

Pul eyleme yol eyle beni

Yolda yürürken dükkân camında beliren siluetimi selamladım. Camın yarısı ben. Pandemi sağolsun götürdükleri ayrı dert, getirdikleri ayrı. Kaygımız, kilomuz bol artık. Arada yan yana geldiğimiz arkadaşlarımızla konuştuklarımız sınırlı. Herkes bir yol arıyor sanki. Kendini daha rahat ve mutlu hissedeceği... Kimi yeni hobilere, kimi yogaya, pilatese, ...

O tozu yutmayacaktık

Bir kere yuttuysan derler, vazgeçemezsin. “Sahne tozu”. Bugünlerde en çok düşündüğüm deyimlerden biri sanırım. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, zor günlerde bazı deyimler ve atasözleri daha çok aklımıza geliyor sanırım, sıkışınca sığınılan dua gibi. Sen gününü gün et, yarını düşünme, sonra “Allah’ım yardım et”, hâlbuki bir atasözümüz ne demiş, “A ...

Bir sayfaya sığar mı?

Telaşla oradan oraya koşturmaktan fırsatımız olmadı “Ben nerede ipin ucunu kaçırdım?” diye sormaya. Ne zaman ki yorgunluktan kalbimiz, aklımız, ruhumuz sinyal vermeye başladı, o zaman bir durup düşünmeye başladık. Değişmeye başlayan büyük şehirlerle “Biz eskiden burada…”lar da çoğalmaya başladı üstelik artık anılarımızın olduğu yerlerde ruhsuz yoll ...

Kinlik değil kimlik olur bazı hikâyeler

Buharlı pencere, tozlu araba camı ya da kalbin üzerine yazılmış bir isimden ibaretti artık… Her şeyin tadını aldığında, damağında acımsı bir tat kaldı. Dil, diş üzerinde gezinen, kemiği olmayan, söyleneni bir kerede patlatan… Dil, konuşmak için bilmemiz gerekmeyen. Konuşmadık hiç. Giz, izine rastlanmayacak bir suç kalıntısı… İki kişinin bi ...

Saat kaç?

Oturuyoruz merdivende yan yana, aradan beş dakika bile geçmeden soruyor, “Saat kaç?”. Bir kadın zamanın geçmesini bunca merakla bekliyor, bir süre sonra soru değişiyor, “Zaman nasıl geçecek?”. Zaman önemli mevzu, öğretilmişliklerimizde. “Geçer ZAMANla, bu kadar üzülme!” Gerçekten geçer mi? Yara gibi merhem de kalbe değer mi? Kendimizi kandırmak ...

Kaçmasın tadı alkışımızın...

Denizden bize usul usul esiyor rüzgar, arada ürperiyoruz, ellerimizi cebimize sokup ısındığımız anlar da var, iyot kokusunu mis mis içimize çektiğimiz anlar da... Haldun Taner sahnesinin önündeyiz oyun saatini bekliyoruz. Konservatuvardan gelen müzik seslerine, soprano bir iki ses karışıyor ara ara, ay diyoruz Kadıköy işte arasan her şeyi bulabilec ...

Aç tok, var yok… Dünya zamanları

Çoğu kez duymuşsunuzdur çevrenizdekilerden “Anlatsam film olur” sözünü. Bazılarımızın hayatı gerçekten de öyle. Onca filmin konusu nereden, senden benden bizden. Kimi aşk, kimi göç, kimi savaş, kimi mücadele. Yanımızdan her gün kaç hikâye geçiyor farkında mıyız? Yanımızdan geçen çoğu insan, kafamızı kaldırıp tarihini görmediğimiz binalar gibi. Boyu ...

Kâğıdın kalan kısmına...

İnsanın kendini keşfi bir ömür. Bembeyaz bir kağıdı doldurmak gibi öğrendiklerimiz, hissettiklerimiz, yaptıklarımız ve keşkelerimiz. Kağıdın silgisi yok dostlar, ne çizdiyseniz artık sizin ama sayfa o kadar büyük ki, daha iyisini güzelini, baktığınızda yüzünüzü gülümsetecek olanı çizmek hala elinizde. Üstelik kalp sizin, akıl sizin, kalem sizin. Hi ...

Bir gün yine giderken…

Kulağımda kulaklık, Göksel Baktagir hocadan, Hatıra Defteri bestesini dinliyorum. Elimde defter yazdıkça bir şeyleri bitiriyor, bir şeylere başlıyor, bir yerin eksiğini kapatıyorum sanki. Yolcu; yetişmesi mümkün zamanlarda vapurun kamburu. Vapur; hem yükü çeken hem deniz havası aldıran, manzarasıyla da kandıran. Vapurdayım. Paslı köşelerin kimlere ...

En çok neyi dilendik?

“Bir liran var mı abla?”. Yolda yürürken kaç kez bu soruyla irkildim, hatırlamıyorum. Var desem bir lira ne seni kurtarır kardeş, ne de beni zorda bırakır. Al sana bir, beş hatta Allah ne verdiyse. “Hayat paylaştıkça güzel!” diye yaşıyoruz madem vermezsek olur mu? Böyle böyle zengin olanların hikâyelerini de biliyoruz, dilenmenin kötü olduğunu öğre ...

HAYAT SOKAKTA

Araf’ın çaresizleri Koltuğuma oturdum garip garip şeyler düşünüyorum. Arada gözüm doluyor, arada gülüyorum. Köşenin adını “Hayat Sokakta” koyan ben, iki aydır evden yazıyorum. Kamyon yazıları geliyor gözümün önüne; “Kul planlar, kader güler…” , vallahi halime ben de gülüyorum. Bugün Barcelona’daki 45. günüm, dönmek istesem de şu an dönemiyoru ...

HAYAT SOKAKTA / Biz kapattık dükkânı, sokaklar kime emanet?

Hayatın sürprizlerle dolu olduğunu bir kez daha anladığım zamanlar... Bu sefer sokaktan değil, Barcelona’dan sadece bir odası ışık alan bir evden yazıyorum. Geleli yedi gün oluyor, geldiğim günün ertesi burada Olağanüstü Hal ilan edildi ve en erken 17 Nisan’a kadar da uçuş yok. Günlerdir hem buranın hem de Türkiye’nin gündemini yakından takip ediyo ...

HAYAT SOKAKTA / Çöpün utangaç efendileri - 2

Süreyya Operası’nın hemen altındaki Canan Sokak’ta yürüyorum. Bir araba bir yere yetişecekmişçesine basıyor kornaya, arabada yüksek müzik var ve baslar sonuna kadar açılmış. Rahatsız oluyorum. Arabanın hemen önünde bir kâğıt toplayıcısı genç, çuvalı o kadar dolu ve ağır ki, hızla ilerleyemiyor o dar sokakta. Sürücü camdan kafasını çıkardı birden “Y ...

HAYAT SOKAKTA / Senden Benden Ayşe’den -1

Kalabalığın arasına karışmak her zaman çok kolay olmuyor benim için. Güne nasıl başlıyorsak öyle gidiyor, bazen canım sokağa çıkıp herkese koca bir ağızla “Günaydın” diye bağırmak istiyor, bazen de kafamı yerden kaldırasım gelmiyor. İnsanız, hepimizin içi dışına dokunuyor!Bazı insanlar da var ki hayatımızda gün nasıl başlarsa başlasın sizin için, s ...

ARŞİV